Kıbrıs adasının yakın geçmişi, özellikle de Makarios dönemi bana gerçekte birçok ipucu veriyor müzakerelerin geleceği ile ilgili.
Kıbrıs jeopolitik olarak yani hem coğrafik, hem de politik olarak dünyanın önemli kriz merkezlerinden bir tanesinin içinde yer alıyor. Gerek ABD’nin, gerekse de AB’nin yani Anglo-Sakson ve Batı dünyasının adaya gönderdiği diplomatik misyon şefleri ve personel, genelde hep ellerindeki en iyiler ve en seçkinler oldu bugüne değin. Rusya da aynı şekilde davranıyor ve aynı stratejiyi uyguluyor. En iyi diplomatları bir dönem Kıbrıs’ta görev yapıyorlar mutlaka.
Tabii ki anavatan Türkiye de aynı politik ve askeri stratejiyi uyguluyor yıllardır. T.C. Dışişleri Bakanlığı ile T.C. Lefkoşa Büyükelçiliğinde ataşelikleri olan Bakanlıklar, KKTC’ye en iyi personellerini göndermeye gayret ediyorlar. TSK da öyle. KKTC’ye gönderdiği subaylar ve astsubaylar hep en seçkinler. Üst düzey subayların büyük çoğunluğu dönüşlerine veya da zamanı geldiğinde Generalliğe terfi ediyorlar.
Helen’lerin, ki bu terim dünyada ki tüm kendini Yunanlı kabul eden veya hissedenleri kapsamaktadır, kendilerine özgü bir megalomani, büyüklük duyguları vardır. Kendilerini dünyanın en ari, en üstün ve en ileri ırkı olarak görürler, başkalarını da küçümserler, adamdan bile saymazlar. Hele de Türkleri hizmetkarları sınıfına koyarlar hayal güçleri içinde. Biz Kıbrıslı Türkler asırlardır hizmetkarlıktan kahyalığa bile terfi edemedik Rumların bu hayal dünyası içinde…
1905 yılının ortalarından başlamak üzere Kıbrıs adasında, Kıbrıslı Türklerin haklarını ellerinden almak ve kötü şartlar içinde yaşamaları için, İngiliz Sömürge Yönetiminin sağladığı vatandaşlık haklarını kullanarak önce dış göçlerle nüfuslarını arttırmışlar, sonra da yerel kurumlarda elde ettikleri çoğunluk oyları ile Türkleri ve Türk bölgelerini elden geldiğimce mağdur etmeye başlamışlar. 1950 yılında yapılan Yunanistan’a bağlanma oylaması (Plebisit) ve Makarios’un Başpiskopos seçilmesi Kıbrıs’ın geleceğinde bir dönüm noktasını oluşturmuş. Önce işe sokak, bölge ve yer isimlerini Rumcalaştırmakla başlamışlar. Örneğin, günümüzdeki Ledra Yolu girişindeki Eleftherios (Hürriyet) Meydanının adı son 379 senedir “Bayraktar Meydanı” iken 1950 yılında Rum Belediyesinin kararı ile “Eleftherios Venizelos Meydanı” olmuş. Bu kültürel saldırı sokak ve bölge isimlerinin Rumcalaştırılması uygulaması ile devam etmiş. 1957 yılından itibaren de Kıbrıslı Türklere silahlı saldırılarla öldürmeler başlamış. 21 Aralık 1963 sabah erken saatlerde Kıbrıslı Türklere karşı “Akritas Planı” içeriğince başlatılan yok etme saldırılarını örtbas etmek için Rumlar “Türkler isyan etti, biz de kendimizi koruduk” safsatasını uydurmuşlar ve dünyaya politik olarak bu görüşü yaymışlar. Neyse ki yalanlarını A. Ortega başkanlığındaki BM Heyetinin yazdığı Ortega Raporu ortaya çıkarmış…
Rumlara göre kendileri ne isterlerse yapabilirler ve hiç kimse de onlara dokunamaz. Herkes de onların yaptıklarını kabul etmek zorundadır. Dokunanın da eli yanar. Yanmaya yanar da, bugüne değin megolamanik kararlarının tümünün sonucunda elleri yananlar hep kendileri oldular, dokunanların eli olacağına.
Makarios’un iki taraflı oynayarak Batı’ya yanaşmayı öne sürüp Rusları yanına çekme, Rusya’ya yanaşmayı öne sürüp Batı’yı yanına çekme oyunu, Yunanistan kaynaklı darbe ile son bulmuş, hüsranla bitmişti. Sonunda adanın tümünü Yunanistan’a bağlamak ve Kıbrıs adasını Helen adası yapmak hayallerini gerçekleştirmek yerine bir de adanın yaklaşık üçte birini bir daha görmemek üzere kaybetmişlerdi.
ABD ve AB ittifakı ile Rusya’nın son birkaç aydır, daha doğrusu Crans Monta’nada sürdürülen müzakereleri Anastasiadis’in çıkmaza sokmasından sonra Anastasiadis’e gizli gizli aba altından sopa gösterdikleri pek de dikkatten kaçmadı. Şimdi Türkiye’nin ve KKTC’nin eli geçmişe kıyasla çok daha güçlü ve Rumları sıkıntıya sokacak açılımlar da yolda…
Prof. Dr. Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
Kıbrıs nasıl bölündü
Rum lider Anastasiadis Cuma günü yaptığı açıklamada, müzakere masasına dönmek için masaya iki koşul koydu ve Kıbrıs’ın ana bölünme nedeninin “Türk askeri, garantiler ve müdahale hakları” olduğunu belirtti. Herhalde Anastasiadis, kendinden başka herkesi aptal zannediyor ve bıkmadan usanmadan Kıbrıs konusunun 1974 yılında, Türk Askerinin adaya ayak basmasıyla başladığı yalanını, ciddi ciddi iddia ediyor ve yaymaya çalışıyor.
Gerçekte 20 Temmuz 1974 tarihinde gerçekleştirilen Mutlu Barış Harekatı, 15-22 Ocak 1950 tarihleri arasında yapılan Plebisitin (tek yanlı referandum) ve akabinde Makarios’un Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesine Başpiskopos olarak seçilmesiyle başlattığı Kıbrıs adasının Yunanistan’a katılması (Enosis) hayalinin yarattığı kanlı ve acımasız olayların sonucudur, Kıbrıs sorunun başlangıcı değil.
Enosis hayalinin doruk noktasını ise, 1963 yılının sonbaharında Makarios’un, Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasında Kıbrıslı Türklere eşit siyasi haklar ve devlet yönetiminde yetki veren 13 adet maddenin iptal edilmesi ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tamamen Rumlar tarafından yönetilmesi isteği oluşturmuştu. 21 Aralık 1963 sabahının erken saatlerinde Rumların, Kıbrıslı Türklere başlattığı münferit ve toplu saldırılar sonrasında adanın fiilen bölünmesi başlamıştı. Türkiye’nin adaya müdahalesinden korkan Makarios, İngilizlerin, adada yaşayan iki halk arasına İngiliz birliklerinin konuşlandırılması teklifini kabul etmiş ve 26 Aralık 1963 günü, İngiliz Üslerinden hareket eden İngiliz Birliği, “Truce Force” Ateşkes Gücü adı altında Lefkoşa’ya ve 27 Aralık 1963 gününden başlamak üzere sokaklarda devriye yapmaya başlamıştı. Durumun ciddiyetini koruması üzerine İngiliz “Ortak Refah İlişkileri” Bakanı Duncan Sandys 28 Aralık günü adaya gelmiş ve hemen “Siyasi İrtibat Komitesi”ni (Political Liaison Committee – PLC) kurarak iki halk arasında bir ateşkes hattı yaratılması çalışmalarını başlatmıştı.
Söz konusu Siyasi İrtibat Komitesi, Bakan D. Sandys, Tümgeneral P. Young, İngiliz Hava Kuv. Komt. Sir D. Barnett, İngiliz Y. Komiseri, Türkiye ve Yunanistan Büyükelçileri, Kıbrıs Türk ve Rum delegasyonu ve Kıbrıs’taki Türk ve Yunan alayı komutanlarından oluşmuştu. Toplantı başladıktan sonra Albay William Garbutt’un verdiği harita üzerine çalışılmaya başlanmış ve İstihbarat subayı Albay Michael Perrett-Young’un verdiği silinebilir “Yeşil Yağlı Kalem” ile de müteaddit kereler “Yeşil Hat” çizilmiş ve taraflardan birinin itirazı ile silinerek değiştirilmişti.
Aralıksız 12 saat toplantı yapan komite, 28 Aralık 1963 günü gece yarısına kadar çalışmış ve en sonunda 29 Aralık sabahı saat 04.00’de taraflar bir mutabakata vararak harita üzerinde son kez çizilen “Yeşil Hat”tı kabul etmişlerdi. Tümgeneral Peter Young 30 Aralık 1963 Pazartesi günü sabahı bir basın toplantısı yapılmış ve Tümgeneral P. Young “Yeşil Hat”tı resmen açıklamıştı.
Özetle,Kıbrıs adasının bölünmesi, Lefkoşa şehrinin 30 Aralık 1963 günü Türk ve Rum bölgeleri olarak resmen, Siyasi İrtibat Komitesi üyelerinin oy birliği ile aldığı karar sonrasında çizilen Yeşil Hat ile başlamıştı. 1 Ocak 1964 sabahı Dr. Fazıl Küçük ve Makarios barikatların karşılıklı olarak kaldırılması anlaşmasını imzalamışlar. Rumlar barikatları kaldırmayınca da Mağusa, Larnaka, Limasol, Baf ve Girne şehirleri de tarafların kurdukları barikatlarla Türk ve Rum bölgeleri olarak bölünmüştü.
Başta Anastasiadis olmak üzere, sanki de bu gerçekleri bilmiyor pozlarındaki Rum siyasilerin adanın 1974 yılında TSK’nın adaya ayak basmasıyla bölündüğü iddiaları gerçekten artık çok gülünç olmakta ve Rumlarla müzakereleri sürdürmenin hiçbir faydası olmayacağı algısını yaratmakta insanların beyinlerinde.
“Yeşil Hat” konusuna ilgi duyanlar için tavsiye edeceğim resmi bilgilerin linkleri:
30 Aralık 1963 sabahı açıklanan orijinal Yeşil Hat Planı: https://www.dropbox.com/s/qwg48tyyyq8tphc/T%C3%BCmgeneral%20Peter%20Young%20taraf%C4%B1ndan%20%C3%A7izilen%20Ye%C5%9Fil%20Hat%20Haritas%C4%B1-Orijinal.jpg?dl=0
Yeşilhat çizilmesi toplantısı tutanağı:
http://www.militaryhistories.co.uk/greenline/line2
Tümgeneral Young’un Yeşil Hattın çizilmesi ile ilgili hatıraları: http://www.militaryhistories.co.uk/greenline/memoirs
Prof. Dr. Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
19 Temmuz gecesi eşimle birlikte Girne, Alsancak bölgesindeki “Çıkarma Plajı”nda gerçekleştirilen “Şafak Nöbeti” kutlamasına katıldık. On binler vardı bu sefer kutlama alanında. Katılımcıların ellerindeki Türk ve KKTC bayrakları nedeni ile kırmızı beyaz bir zambak tarlasına benziyordu bulunduğumuz yer.
Herkes coşkuluydu, herkes sevinçliydi. Özellikle de Bursa Büyükşehir Belediyesi “Mehter Takımı”nın çaldığı “Türkiye’m” parçası ile coşku tavan yaptı, adeta yer gök sallandı.
Barış Harekatına katılmış bir Mücahit olarak aklıma 20 Temmuz 1974 sabahı geldi.
15 Temmuz 1974 Pazartesi sabahı Mağusa’da güne normal başlamıştık ama saat 10.00’a doğru Rumların yaşadığı kesim olan Maraş bölgesinin cadde ve sokaklarında önce bir hareketlilik oldu, sonra da Rum Milli Muhafız Ordusuna (RMMO) ait kariyerler ve zırhlı araçlar çıktı ortaya. Bir müddet sonra radyolardan ve TV’den Makarios’un öldürüldüğü haberi yayıldı ve aradan çok geçmeden de -ancak birkaç saat sonra- Çikko Manastırı radyosundan Makarios’un “İme Makarios” Ben Makarios diye başlayan ve Kıbrıs Rum halkına “ben hayattayım” diyerek devam eden seslenişi duyuldu.
Kıbrıs’ta darbeyi RMMO’daki Yunan Subay ve Astsubaylar ve Grivas’ın ölmeden evvel kurduğu EOKA B’ciler birlikte gerçekleştirmişlerdi ama bir türlü Makarios’un yerine başa geçirecekleri kişiyi bulamıyorlardı. İlk Cumhurbaşkanlığı teklifi Klerides’e yapılmıştı ancak Klerides bu teklifi kabul etmemişti, sonra Baş Savcıya teklif yapılmış, o da reddedince akla EOKA’cı Nikos Sampson gelmiş ve kendisine kabul ettirilmişti Cumhurbaşkanlığı. Nikos Sampson Cumhurbaşkanı olmasına olmuştu ama 10 kişilik Bakanlar Kurulunu bir türlü tamamlayamadı ve açıkladığı kabinesinde sadece 5 kişi görev almayı kabul etti. Ertesi gün sözde Cumhurbaşkanı Nikos Sampson, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tarihe gömüldüğünü ve kurulan yeni devletin adının “Kıbrıs Helen Cumhuriyetini” olduğunu ilan etti. Birsonraki gün de, hızını alamadı ve “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti’nin Yunanistan’a ilhak olduğunu, yani yılların ülküsü “Enosis”in gerçekleştiğini ilan etti.
Bardağı taşıran bu son açıklama oldu ve Türkiye’nin elinde başka bir seçenek kalmayınca, Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, EK I, Madde 4 uyarınca, garantör olarak kendisine verilen uluslararası görevi yerine getirmek ve bozulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tekrardan yerine koymak için 20 Temmuz 1974 sabahı Mutlu barış Harekatı’nı gerçekleştirdi.
Zaten biz mevzilere, 15 Temmuz Pazartesi öğleyin verilen Kırmızı Alarm sonrasında tam teçhizat girmiş, eller tetikte, hazır bekliyorduk bir saldırı olursa karşı koymak için. 20 Temmuz sabahı alaca karanlıkta Bayrak radyosunda “Çıkarma adanın her yerinden başlamıştır” diyerek bizlere hitap eden rahmetlik Cumhurbaşkanımız Rauf Raif Denktaş’ın sesini arkasından da Başbakan Ecevit’in açıklamasını duyunca sevinçten çıldırmıştık. Neredeyse bir asır sonra adamıza Türk askerinin ayak basışını görmenin mutluluğunu yaşayacaktık. Doyasıya yaşadık da… Mehmetçiklerle omuz omuza savaşmanın mutluluğunu, önümüzden çil yavrusu gibi kaçan Rum askerlerini, canlarını kurtarmak için denize atlayan bir zamanların silahsız Türklerin karşısında kendilerini aslan zanneden Rum EOKA’cıları görmenin zevkini tattık.
***
21 Aralık 1963 günü Kıbrıs adasını ele geçirmek ve Kıbrıslı Türkleri adadan yok etmek için Makarios hükümetinin başlattığı saldırıları günümüzde unutturmak için Rumlar, Yunanlılar ve içimizdeki neshebi bozuklar elden geleni yapıyorlar. 1964 yılı baharında BM’nin Kıbrıs adasına gönderdiği A. Ortega başkanlığındaki BM Heyetinin haftalar süren araştırmasından sonra resmi olarak yayınladıkları 580 sayfalık “ORTEGA RAPORU”, Rumların katliamlarını, yakıp yıktıkları Türk köylerini, yağmaladıkları Türk mallarını içerdiği için, Rumlar ve Yunanlılar gündeme getirilmesin, kendileri suçlanmasın diye ortadan kaldırmak için elden geleni yaptılar. Başarılı oldular da. BM’nin arşivlerinde ancak iğne ile kuyu kazarsanız belki bulabilirsiniz bu ünlü ORTEGA RAPORU’nu. Kıbrıslı Türklerin Rumlardan alacaklı olduğunu ortaya koyan ve Kıbrıs sorununun hiç de Rumların anlattığı gibi olmadığının ispatı olan rapor bu.
Neredeyse aradan 50 yıl geçtikten sonra KKTC’de faaliyet gösteren MİLLİ VAR OLUŞ KONSEYİ, büyük bir özveri ile çalışarak bu belgeyi derin ve karanlık kuyulardan çıkarmayı başardı ve kitaplaştırdı. Kıbrıs konusu ile ilgili herkesin okuması gereken “Pahası biçilemez” bu resmi belgenin benim arşivimdeki kopyasını, konuya meraklı olan vatandaşlarım, soydaşlarım, kardeşlerim ve araştırmacılar aşağıdaki sayfadan indirebilirler.
Mücadelemizi hep birlikte sürdürelim… Birlikten güç doğar…
Prof. Dr. Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
15 Temmuz Kalkışmasında TSK ve Halk
15 Temmuz 2016 tarihinde yapılan kalkışmanın yıldönümü olan evvelki gün İstanbul’daydım. Hem törenleri izledim, hem de sokaktaki vatandaşla, ülkesi için, vatanı için, eski tabirle “kellesini koltuğunun altına alıp kalkışmacılarla mücadele için sokağa fırlamaktan çekinmeyenlerle” görüşmeye çalıştım.
Bana anlatılanları, fikirleri, görüşleri, yaşanan olayları ve gazetelerden okuduğum, duymadığım, bilmediğim olayları, kahramanlıkları, vatan sevdasını ve gözü peklikleri, eve gelince eşimle birlikte değerlendirdik. Sonra da bir köşeye çekilip, toparlayabildiğim bilgilere eşimin görüşlerini de ekleyerek yeni bir değerlendirme yapmaya çalıştım. Gerçekte de geçen seneki değerlendirmelerimle bu seneki değerlendirmem arasında büyük bir fark çıktı ortaya. Bu farkın en temel gerekçesi de Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden bir tanesinin Mütevelli Heyeti Başkanı bir meslektaşımın söylediği, “Kalkışmayı önleyen halkın cesaret ve imanıyla birlikte TSK’nın kendisidir” yorumuydu.
Kalkışma gecesi ve sonrasında bütün TV’ler, medya ve sosyal medya yollarda, tankların üstüne çıkmayı başararak tankları durduran, köprüyü tutmaya çalışan askerlere mani olan, bomba atan jetlere eliyle tehdit işareti yaparak uyarmaya çalışan sokaktaki cesur vatandaşları gösterirken, TBMM’yi ve diğer önemli Devlet binalarını bombalayan savaş uçaklarını, kışlalara, binalara, tesislere saldıran kalkışmacıları yayınlarken, Özel Kuvvetler ve Polis ile çarpışan askerleri an be an halka iletirken, benim aklımda oluşan yargı ve karar, bunun bir darbe olduğu ve geçmişte 2 kez yaşandığı gibi TSK’nın tümünün bu kalkışmanın içinde yer aldığıydı.
Ama bu çok sevdiğim meslektaşımın söylediği ““Kalkışmayı önleyen TSK’nın kendisidir” sözleri beni adeta beynimden vurdu. Kafama bir çivi çakılmış gibi hissettim o an kendimi. Oturdum, hiç üşenmedim, Türk Silahlı Kuvvetlerinin 14 Temmuz 2016 günkü, yani kalkışmadan bir gün evvelki envanterini bulmaya çalıştım. Sonunda buldum da.
Tank envanteri: 1361 adet M60, 170 adet Sabre3, 171 adet Leopar, 339 adet Leopar 2, 1000 adet Altay (alınan ve yapılmakta olan), 350 adet Fırtına T155, 362 adet M S2, 219 adet M110A ve 400 adet Panter. Toplam tank sayısı: 4372
Zırhlı Araç envanteri: 336 adet Atak, 1000 adet FNSS, 900 adet MSS, 650 adet FNS, 500 adet Atak2, 156 adet M13, 70 adet Allta, 48 adet ZTA, 900 adet Kobra, 3161 adet M113A ve 400 adet BMC. Toplam Zırhlı araç sayısı: 8121
Helikopter envanteri: 109 adet Skorsky, 28 adet Cougar, 114 adet Iroquoil, 18 adet M17, 10 adet Chonook, 7 adet Süper, 3 adet Viper, 32 adet Cobra ve 100 adet Atak (mevcut ve sipariş). Toplam Helikopter sayısı: 421
Savaş uçağı envanteri: 240 adet F16, 54 adet Terminator, 30 adet Blok50 F16, 116 adet F35. Toplam savaş uçağı sayısı: 440
14 Temmuz 2016 günküm Askeri personel sayısı: Toplam 561 bin 496 (Er, Erbaş, Astsubay, Subay ve General)
Kalkışmayı planlayan ve uygulamada fiilen yer alan araç ve personel sayısı: 74 adet Tank, 246 adet Zırhlı Araç, 37 adet Helikopter, 35 adet Savaş Uçağı, 3 bin 992 adet hafif silah ve 8 bin 651 askeri personel (Er, Erbaş, Astsubay, Subay ve General)
Kalkışmaya fiilen katılanları, TSK’nın bütünü ile kıyasladığımızda, bu grubun, mazisi şan ve şerefle dolu, gücünü her zaman ve her koşulda yüce Türk milletinden alan TSK içerisinde çok küçük bir sayıda olduğu görülmekte.
Kalkışmacıların, TSK’nın tümüne oranı: Personel % 1,5, Savaş Uçağı % 7 (35 uçak bunun 24’ü muharip uçak), Helikopterlerde % 8 (37 Helikopter bunun 8’i taarruz helikopteri), Tank ve zırhlı araçlarda % 2,7 (246 Zırhlı Araç, bunun 74’ü tank), Gemilerde % 1, (3 gemi) Hafif silahlarda % 0,7 (3992 adet hafif silah)
Kalkışmaya katılan personel, araç, gereç ve silahın TSK’nın bütününe oranı: yüzde 1,5
Şimdi daha iyi anlıyorum ki, TSK’nın yüzde 98 buçuğu kalkışmaya katılmamış ve katılmadığı gibi de bozulması mümkün olmayan emir-komuta disiplininin dışına çıkmış ve önlemeye çalışmış.
Gerçek şu; Dönemin siyasileri, halk ve TSK’nın yüzde 98 buçuğu el ele vermiş ve kalkışmayı daha palazlanamadan boğmuş. Yoksa bunca silahın ve askeri personelin karşısında, tepeden tırnağa silahlı düşman ordusu bile duramazdı, aynen 20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekatına katılmış bir Mücahit olarak benim gözlerimle gördüğüm ve fiilen yaşadığım gibi…
Prof. Dr. Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
Şezlong operasyonu!
YURDAGÜL ATUN
Şaka değil, kinaye hiç değil. Başlık tam da anladığınız gibi.
İki senedir can çekişen turizm sezonunun en cafcaflı döneminde, Balıkesir Belediyesi’nce görevlendirildiği bilgisine ulaştığımız, jandarma, zabıta vs. görevlilerden oluşan 150’i aşkın görevli Ayvalık Sarımsaklı Plajında Şafak Operasyonu gerçekleştirdi, hem de hava destekli!
Yüzlerce kişi (orada olanlara göre 200) sabahın 5 buçuğunda Sarımsaklı plajını basarak çitleri kaldırdı, şezlongları kenara çekti ama uçan tekmeyle kırıp dökerek!
Sabahın 5 buçuğunda jandarmayı gören uykulu çalışanlar bunu önce darbe zannetti, korkuyla uykusu ağır arkadaşlarını uyandırdı “kalkın darbe oluyor” diyerek.
Kimse ne olduğunu anlayamadı, o saatte sabah yürüyüşüne çıkanlar teröristlere operasyon yapılıyor sandı.
Belli ki önemli biriydi yakalanan. Kimbilir belki de uyuşturucu baronlarından biri!
Haberi alan işletmeciler plaja vardıklarında küçük dillerini yutacaklardı.
Fırlatılan şezlonglar, yerinden sökülen localar, hırsların alındığı lambalar…
Kimseyle bir anlaşmazlıkları yoktu, şimdiye kadar kimsenin malına zarar vermemişler, devleti kutsal görmüşler, polise, jandarmaya, askere ve tüm devlet çalışanlarına dualarında yer açmışlar, devletine milletine ters bakanlara düşman kesilmişlerdi.
Nitekim, kırılan dökülen sadece çitler/şezlonglar değil, hayal ve inançlardı…
***
Çocukluğundan beri her yazı Ayvalık’ta geçiren kızım bu yıl oradan bir plaj kiralamak istediğini söyledi. “Annecim göreceksiniz, Ayvalık’ta tek olacak” diyordu.
Dünyanın ünlü plajlarını inceledi, herkesten fikir edindi, çocuklu ailelere nasıl bir plajda rahat edeceklerini sordu, dedesinden yaşlıların rahat etme tüyolarını aldı. Çocukların rahat oynayacağı bir bölüm yaptı salıncaklı. En çok kitabın deniz kenarında okunduğunu varsayarak kitaplık koydu, günlük gazeteleri dizdi.
Tüm bunları an be an fotoğrafladı, bana gönderdi sevinçleriyle birlikte.
Hayatında olmadığı kadar heyecanlıydı. Çitleri boyadı, eşya taşıdı, eşinin deyimiyle iki ay “surviver” hayatı yaşadı.
Ama değmişti. Işıl ışıl, ailelerin tercih ettiği nezih bir ortam yaratmışlardı.
Müşterilerin “kadın eli değdiği belli” sözlerinin, bölgedeki yetkililerince de söyleneceği, böyle bir yer yarattığı için kendisine teşekkür edileceği, komşularına örnek gösterilip, “bakın ne güzel olmuş, siz de böyle yapın, Ayvalık’ın çehresini değiştirelim” deneceği inancındaydı!
Yanıldığını anlaması için çok zaman geçmedi.
***
İş için İstanbul’a geliyorduk.
Uçaktan indim, telefonu açar açmaz arka arkaya mesajlar.
Kızım göndermiş. “Anne plajı yıkıyorlar” diyerek…
İnanamadım, her zamanki gibi şaka yapıyor sandım.
Fotoğrafta onlarca jandarma, zabıta, polis, sivil polis, sahil güvenlik ve bir de helikopter. Sanki de Kuzey Irak’a operasyon düzenler gibi…
Hemen aradım, korkudan ağlıyordu.
Sakin ol diyemedim zira ben sakin değildim.
Neye üzüleceğimi, kızımın korkusunu nasıl gidereceğimi, umutlarını tekrar nasıl yeşerteceğimi bilemedim.
Biraz araştırınca Balıkesir Büyükşehir Belediyesi’nce alınan bir karar olduğunu öğrendim.
Zaten olay biraz sonra büyük gazetelerin internet sitelerine düşmüştü, “Sarımsaklı Plajına hava destekli operasyon” diye.
Fazla yer işgal eden plajlara ayar vermekmiş niyet lakin, neden fazla şezlongları, çitleri uçan tekmelerle kırdıklarını anlayamadım.
Led lambaları neden yerlerinden söküp fırlattıklarını, havaya neden ateş açtıklarını, yüzlerce kişinin oraya neden konuşlandığını, turizm sezonunda bunun neden yapıldığını, bu işi yapan kişilerin turizme ne denli zarar verdiklerini bilmemelerini, devletin onca parasının niye böyle basit bir amaca harcandığını, daha az kişiyle, nazikçe uyararak çözümlenecek bir sorunun neden büyük operasyon haline dönüştürüldüğünü, jandarmanın daha önemli işleri varken (örneğin insan kaçakçılarına göz açtırmamak gibi) niye orada olduğunu, anaakım medyanın bu olayı veriş biçimindeki amacı, sokaktan geçenlerin bu operasyonun basit bir şemsiye- şezlong operasyonu olarak düşünmeyeceklerinin akıl edilmemesini de…
***
Belediye Başkanını aradık işin aslını sormak için. Telefona sekreteri olduğunu sandığımız bir kişi çıktı. Bizim kim olduğumuzu ıcığımızı cıcığımızı sordu, notlarını, telefonumuzu aldı, Belediye Başkanına ileteceğini söyledi.
Başkan aramadı. Ben alttaki e-maili attım, yine cevap gelmedi.
“Sayın Başkanım; Ben öncelikle kendimi tanıtmak isterim; Yurdagül Beyoğlu Atun. Gazeteciyim… Bundan daha da önemlisi, devletin tüm unsurlarına kutsal anlamlar yüklemiş, çocuklarını da bu düşünceyle büyütmüş bir anneyim. Çocuklarımıza verdiğimiz en büyük haslet vatan sevgisi, dürüstlük ve kimsenin malına zarar vermemek olmuştur. Bundan da gurur duyarız.
Ne var ki dün yaşadığımız hadise kafalarımızı allak bullak etmiş, bazı kurumların samimiyet ve iyi niyetini sorgulamamıza neden olmuştur. Sebebini siz biliyorsunuz ama ben hatırlatayım; Çocukluğundan beri yazlarını Ayvalık’ta geçiren kızımın hayali Ayvalık’ta bir plaj işletmekti. Bu yıl Allahın nasip etmesiyle o arzusunu hayata geçirme fırsatı buldu. Herşeye o kadar özeniyordu ki “annecim göreceksin Ayvalık’ta tek olacak” diyordu. Eşiyle birlikte yaklaşık 300 bin TL’ye yakın bir yatırım yaptılar. Her gün fotoğraflarını atıp “bunu da yaptık, nasıl olmuş” diye soruyordu. Dün de fotoğrafalar gönderdi. Kalbimin durmasına neden olacak fotoğraflar. 100’e yakın jandarma, zabıta vs’nin fotoğrafı. Vurup kırarken… Şaka yapıyor sandım. Sabah erken baskın yapılmış ki zaten gazete haberinde de “hava destekli operasyon” yazıyor. Yasal olmayan bir parçanın yıkımı değil, terörist baskını gibi. Şezlongları fırlatmışlar, locaları yıkmışlar, çalışanları darp etmişler. İnanmak güç çünkü bizim gibi vatanına devletine bağlı ve dürüstlüğü şiar edinmiş birinin başına geliyor! Kızımın o korkusunu, paniğini ve sonraki umutsuz halini hayatım boyunca unutamayacağım.
Sayın Başkanım; Usulüne aykırı yerler için yıkma kararı almanızı anlayabilirdik. Zaten biz de buna saygı duyardık. Da sabahın 5 buçuğunda, plajda kalan çalışanların ‘darbe oluyor’ diye yataktan fırladığı 100’den fazla jandarma grubuyla baskın yapmak neyin nesi? Siz orada terörist mi aradınız, uyuşturucu baronu ihbarı filan mı aldınız? Turizm mevsiminde yapılan bu korkunç baskının turizme verdiği zararın farkında mısınız? Peki bu baskını görenler o plajın yasadışı bir olay yüzünden basıldığını düşünmeyecekler mi? (Ben görsem, ne vardı ki bastılar diye düşünürüm.) Kırılan, parçalanan, yerlere fırlatılan eşyaların tazminini kim yapacak? Peki işletemedikleri, yeniden düzene sokmak için uğraştıkları günün tazminini? Çitleri yıkmak için, fazla şezlongu kaldırmak için gelen biri iyi niyetliyse tepedeki lambalardan ne ister? Darp edilen çalışanların durumu ne olacak? Terörist miydi bunlar? Şikayet aldığınızı biliyoruz. Şikayet edebilecekleri de az çok tahmin edebiliyoruz ancak devletin, ticari rekabette taraf olabileceğini anlayamıyoruz. Sizin sermaye düşmanı, turizm düşmanı, yabancı düşmanı (Ayvalıklılar kendi memleketlerinde başkalarının iş yapmasından pek hoşlanmazlar!) olduğunuzu düşünmüyorum ancak böyle talanlı, kırmalı, dökmeli, dövmeli, korku salmalı bir baskının amacını sormak istiyorum. Sahile dikilen çitler mi?
Konuyu basına ve yargıya taşımadan önce size de yazmak istedim, Saygılar.”
YURDAGÜL ATUN