6 Temmuz Perşembe günü Avrupa Parlamentosu’nun, Türkiye ile müzakerelerin askıya alınmasını öneren raporunu, mevcut 541 parlamenterin 477’si gibi ezici bir çoğunluğun “Evet” oyları ile kabul etmesi, şimdilik Rumları memnun etse de uzun vadede Kıbrıslı Rumların hayrına olmayacak. AP’nin bu “düşüncesiz” kararı Kıbrıs konusunu Rumların aleyhine -derinden- etkileyecek ve endirekt olarak Kıbrıs (Rum) Yönetiminin Kıbrıs politikasının iflasına yol açacak.
Dönemin Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios ve Yorgacis, Papadopulos, Kiprianu gibi EOKA’cı Bakanları, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasında Kıbrıslı Türklere siyasi eşitlik sağlayan 13 Anayasa maddesini iptal ederek 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’ni safkan “Rum Üniter Devleti” haline dönüştürmek amaçlı en etkin yöntemin, Türklere silahlı saldırılar düzenleyip onları sindirerek gerçekleştirmek olduğunu sanmışlardı. Bu amaçla hazırladıkları Akritas Planını da 21 Aralık 1963 Cumartesi gününün çok erken saatlerinde Tahtakala bölgesinde Türklere saldırarak ve 2 soydaşımızı şehit ederek başlatmışlardı. Sonra da Kıbrıslı Türk Milletvekillerinin 1964 yılında silah zoru ile uzaklaştırıldığı sözde “Temsilciler Meclisi”nde, sadece Rum milletvekillerinin oyları ile kabul ettikleri uyduruk bir “Gereklilik Yasası” (Law of Necessity) ile önce Temsilciler Meclisinde alınacak kararların sadece Rum Milletvekillerinin çoğunluk oyları ile kabul edilebileceğini, Bakanlar Kurulunda Türklere ayrılan 3 Bakanlığın başına Rumların getirileceği ve Bakanlar Kurulunun 10 Rum Bakandan oluşacağı kararını almışlardı. Arkasından da Anayasa’da Kıbrıslı Türklere eşit siyasi haklar sağlayan 13 maddeyi tek taraflı, Rum Milletvekillerinin oyları ile kaldırmışlar ve 1964 Martında da, 1960 Kıbrıs Cumhuriyetini safkan “Rum Üniter Devleti” haline dönüştürmüşlerdi. Bu arada da “Türkler isyan etti” diye yalandan bir gerekçe uydurup adanın neresinde bir Türk yerleşim yeri varsa saldırıp, Türkleri öldürmeye ve adadan kaçmaya zorlamışlardı.
1950’li yılların ünlü EOKA’cıları, 1960’lı yılların Rum siyasileri Yorgacis’in, Tassos’un, Kiprianu’nun ve Rum Meclis Başkanı Klerides’in hesaba katmayı akıllarında getirmedikleri minicik bir detay, Kıbrıslı Türklerin kolay yutulur lokma olmadıkları gerçeği, tüm planlarını alt üst etti. Türkleri adadan silip atmak ve sonra da adayı Yunanistan’a bağlamak (Enosis) Rumlar için bir hayal haline gelince, Yunanistan’daki Albaylar Cuntası, adanın Yunanistan’a ilhakının kısa yolunun darbe yaparak Makarios’u devirmek ve Enosisi gerçekleştirmekten geçtiğini sandı ve 15 Temmuz 1974 günü darbeyi yaptırdılar. Sonu hüsran oldu Rumlar için bu darbe girişiminin. Türkiye’nin, 1960 Kıbrıs Anayasası içinde yer alan (EK 1, Madde 4) uluslararası haklarını kullanarak darbeye müdahale etmesi, Rumların tüm planlarını alt üst etti ve adanın tümü Yunanistan’a bağlanacağı yerde, neredeyse üçte biri kontrollerinden çıktı.
Türklerle silah zoru ile mücadele edemeyeceğini anlayan Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti, aynen 1897 yılında Girit’te sahneledikleri senaryoyu hayata geçirerek Avrupa Devletlerini arkalarına alıp, Kıbrıs adasından Türkleri atabileceklerini varsaydılar. Önce 1978 yılında AB ile Gümrük Birliği Protokolünü imzalayarak Avrupa yönüne doğru bir adım attılar. 1990 yılında adaylık başvurusunu yaptılar ve AB 1993 yılında bu başvurunun kabul edildiğini açıkladı. 1998 yılında Katılım Müzakereleri başladı. 2002 yılında katılımı kabul edildi ve 1 Mayıs 2004 tarihinde de katılım gerçekleşti…
Glafkos Kleridis’in Kıbrıs’ın yakın geçmişinin perde arkasını ve Rum Hükümetlerinin Kıbrıs politikalarını içeren “İfadelerim” (My Depositions) adlı 4 ciltlik kitabında dile getirdiği “AB’ye katılım amacımız, AB’yi arkamıza alıp Türkiye’yi Kıbrıs adasından atmaktır” sözleri doğrultusunda, Kıbrıs Rum Yönetimi “Türkiye-AB Katılım Müzakereleri” başladıktan hemen sonra altı Müzakere başlığını Veto etti. Müzakere sürecinde de her fırsatta “Türkiye Kıbrıs adasında taviz versin, vetomu kaldırayım” tehditleri masaya koydu.
Gerçekte Kıbrıslı Rumlar, AP’nin bu kararı ile ellerindeki en önemli kozu yitirdiler ve politik dille “siyaseten çırılçıplak” kaldılar. Artık her fırsat ve olanakta, “Veto ederim ve 1964 Ankara Anlaşması gereğince Türkiye, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini tanısın, Hava ve Deniz limanlarını açsın” içerikli şantajlarını yapabilecek ortamları da kalmadı.
Özetle, Avrupa Parlamentosu’nun da, Türkiye’nin de kerhen yürüttüğü “Türkiye-AB katılım müzakerelerinin askıya alınması” Türkiye’den daha çok Kıbrıs Rum Cumhuriyetine zarar verecek, Kıbrıs sorununun içeriğini ve mecrasını yakın tarihte değiştirecek. Hep birlikte göreceğiz…
Prof. Dr. Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
Ben yıllar önce, 2008 yılında kısa adı ile “Kıbrıs Planları ve Anlaşmaları” adlı 2 ciltlik bir kitap yayınlamıştım. Esinlenme konum da Annan Planı idi. Müzakereler katılmış, hiç bıkmadan ve usanmadan geçmişte neler yapıldığını ve Kıbrıs sorununu çözmek için hangi yılda kim tarafından nasıl bir planın tarafların önüne konduğunu araştırmış, sonra da sonuçları ile birlikte kitaplaştırmıştım. Yakında fırsatım olursa bu serinin 3. cildini hazırlamaya niyetliyim.
Ki, Crans Montana’da sürdürülmekte olan Beşli Kıbrıs Konferansının gidişatı bundan sonra Kıbrıs konusunun farklı bir mecraya gireceğini işaret etmekte.
Gerçekte Kıbrıs sorunu Rumların iddia ettiği gibi 1974 yılında, bizim iddia ettiğimiz gibi de 21 Aralık 1963 gecesi Rumların Türklere saldırı ile başlamış değil. Adanın fethinin başladığı 1570 yılı ve fethin tamamlandığı 1571 Ağustos’undan sonra Lüzinyan, Ceneviz ve Venedik dönemlerinde hiçbir hakları bulunmayan “Köle” statüsündeki adanın eski Bizans vatandaşları, Osmanlı Devleti hükümranlığı döneminde, Osmanlı Devletinin hoş görülü yönetimi sayesinde üzerlerinden kölelik baskısı kalkınca, Ortodoks olmaları ve Yunanca konuşmaları nedeni ile kendilerinin Helen ırkından olduklarını varsaymışlar ve özgür kişiler olarak hayatlarını idame ettirmeye başlamışlar. Adanın Osmanlı Devleti tarafından fethinden bir müddet sonra da kendi seçtikleri bir temsilci heyeti, uzun bir yolculuktan sonra payitahtın bulunduğu İstanbul’a gitmiş ve yürekleri ağızlarında, adaya Sadrazam tarafından atanan, daha doğrusu en yüksek teklifi veren kişiye lütfedilen günümüz tanımlaması ile “Vali”lik makamındaki kişi ile ilgili şikayetlerini ve birtakım diğer isteklerini dile getirmek için dönemin Sadrazamı ile görüşme talebinde bulunmuşlar.
İşte Kıbrıs konusunun kırılma noktası tam da burası olmuş. Bazı tarihçilere göre 1660 yılında Osmanlı Devleti’nin 21. Padişahı II. Ahmet, bazı tarihçilere göre de 1754 yılında Osmanlı Devleti’nin 24. Padişahı I. Mahmut tarafından yayınlanan bir fermanla, Başpiskopos, Osmanlı Valisinden sonra adanın ikinci politik ve nüfuzlu kişisi olma hakkını kazanmış ve bu tarihten itibaren de Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu, Rumların hem siyasi, hem milli, hem de ruhani lideri olarak “Ulusal Lider” anlamına gelen “Etnarh” unvanını almış.
Adada Osmanlı Devleti’ne karşı başkaldırılar bu tarihten sonra hep Etnarh’ın başının altından çıkmış, kilise, tüm başkaldırıların planlama merkezi olmuş. 1821’deki adada darbe yapma ve adayı Yunanistan’a bağlama isyanı, 1832 Kalogeris isyanı, 1921 Enosis Plebisiti (tek taraflı referandum) ,1931 Enosis isyanı, 1950 Enosis Plesibiti, 1955 EOKA’nın Kuruluşu, 1963 Noel katliamı ve Türklere saldırı, 1964 Erenköy’e saldırı, 1967 Geçitkale’ye saldırı, 1974 adaya Yunanistan’a bağlamak için darbe yapılmasının kökeninde Rum Ortodoks Kilisesi ve hep adanın Yunanistan’a bağlanma isteği yatmakta.
Kıbrıs sorunu gerçekte, 1821 yılında Yunanistan’da gerçekleşen Mora isyanı ile eş tarihli olarak başlamış 2 asırlık, bir konu. Halen daha da çözülebilmiş değil.
BM’nin Kıbrıs konusunu “Çözümsüz” ilan etmesi gerekiyor ama “Yiğitliğe leke sürülmesin, BM’nin şanı ayaklar altına alınmasın” diye böyle bir kararı çıkaramıyorlar. Çıkarabilmiş olsalar Kıbrıs konusunda daha eski olan “Batı Sahara” konusunda çıkarırlardı ve örnek de olurdu.
Gelelim başlıkta kullandığımız Latince kelimelere; “Adjurned sine die” diplomasi dilinde kullanılan bir tanım ve “Bundan sonraki toplantı çıkmaz ayın son Çarşamba’sında…” anlamını taşımakta.
Diplomasiye aslında tam bir kelime oyunu veya kelimeleri istendiği tarafa çekebilme sanatı ise BM’nin Kıbrıs Sorununu “Adjurned sine die” tanımlaması ile kapatması gerekmekte Crans Montana’daki bu son Beşli Konferans’tan sonra.
Prof. Dr. Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
Rum basınında gerçekçi yazılar
Orijinal adı “Cyprus Mail” (Kıbrıs Postası) olan ve Kıbrıs Rum tarafından yayınlanan günlük gazetede George Koumoullis adlı bir yazar var. Rumlara göre biraz da aykırı bir yazar. Durup dururken Kıbrıslı Rumların Ve Yunanistan’daki Helenlerin “Tabu” olarak tanımladıkları konularda bir şeyler yazar ve büyük çoğunluğun şimşeklerini, az sayıda bazılarının da takdirini alır.
18 Haziran’da yayınladığı yazısının başlığı “Hayran kalınan kişilerin hayat öyküsünü yazanların söylemedikleri gerçekler” (The truths the hagiographies don’t tell) idi ve EOKA’nın kurucusu General Yorgos Grivas’tan bahsetmekteydi. Grivas’ı gerek fiziksel görünümü gerekse de yaşamında yaptıkları ile Fransızların Birinci Dünya Savaşı “Kahramanı” ve İkinci Dünya Savaşı “Haini” Mareşal Henri Philippe Petain’e benzetmekteydi.
Birinci Dünya Savaşında Verdun’da Almanlara karşı kahramanca karşı koymuş ve Fransız halkının gönlünde “Savaş Kahramanı” payesini almış olan Petain’in, İkinci Dünya Savaşında Hitler’e hayran olması ve Hitlerin kuklası Vichy Hükümetinde Savunma Bakanlığı görevini yapması nedeni ile de Fransız halkının gönlünde “Hain” düzeyine düşmesini ve yargılanıp önce idama sonra da hayat boyu hapis cezasına çarptırılmasını, Grivas’ın 1950 yılında EOKA’yı kurup İngilizlerle savaşarak Rum halkının gönlünde “Savaş Kahramanı” olması ve 1971 yılında da EOKA B’yi kurup, EOKA B’nin 1974 yılında yaptığı darbeden sonra da adanın bölünmesine yol açtığı nedeni ile Kıbrıslı Rumların gönlünde “Hain” yerini almasına benzetmiş. “Keşke altı ay daha yaşasaydı Grivas ve bu adaya yaptığı kötülüğü görüp öyle ölseydi” cümlesi ile bezemiş yazısını Koumollis.
Bu yazısından bir evvelki yazısında da İngiltere Kraliçesinin paye verdiği Hakim Alper Ali Rıza’nın kaleme aldığı “Kıbrıslı Türk Cumhurbaşkanı makamda olacak ama yetkisi bulunmayacak” makalesine yer vermişti.
28 Haziran tarihli yazısının başlığı ise “Asla sormadığımız soruların bedelini ödemek” (Paying the price for the questions we never asked). Gerçekten de ibretlik ve her Kıbrıslı Rum ile Kıbrıslı Türkün okuması gerektiği bir yazı. Özellikle de bizim aramızda yaşayan ve her koşulda ve olayda Rumları haklı çıkaracak bir taraf bulan, nesepleri belli olmayan Rum hayranlarının okuması lazım, tane tane ve anlayarak.
George Koumoullis söz konusu yazısında özetle diyor ki;
“….Kıbrıslı Türkleri endişelendiren Kıbrıs’ın toprak bütünlüğü değil, fiziksel güvenlikleridir ve bu nedenle de güvenlik konusunda ısrarlıdırlar. Büyük bir olasılıkla da bizim Kıbrıslı Türklerin psikolojisini göz ardı etmemiz, Kıbrıs sorununun kökenini oluşturmaktadır…. “Ya Taksim Ya Ölüm” sloganı Kıbrıslı Türklerin tüm mitinglerine yankılandı. Biz Kıbrıslı Türklerin niçin bu sevdaya düştüklerini hiç araştırdık mı? Biz hiç derinlemesine Kıbrıslı Türklerin neden enosis’ten korktuklarını araştırdık mı? Biz hiç Kıbrıslı Türk hemşerilerimize, Girit Yunanistan’a bağlanırken gerçekleştirilen etnik temizliğin (ki bu onların korkularının esas temelini teşkil etmektedir) Kıbrıs’ta enosis gerçekleştirilirken tekrarlanmayacağının garantisini vermeyi denedik mi? Bu sorulan tümünün yanıtları, etrafı çınlatacak denli yüksek bir “Hayır”dır. (Kıbrıslı Türklere karşı) Bu küstah tavrımız ve (Kıbrıslı Türkleri) küçümsememiz Kıbrıslı Türkleri Türkiye’nin kollarına itmiştir. 1955 yılındaki silahlı mücadele kararımız, adanın yüzde yirmisini oluşturan Kıbrıslı Türklerden gizli olarak alınmıştır…. Belki de bizi, Türkiye’nin asla enosis gibi maksimalist bir düşünceye izin vermeyeceği konusunda ikna edebilirlerdi ve böylesi bir hedefle uğraşmanın da, 15 Temmuz 1974 uygulamasında olduğu gibi bir trajediye ile sonuçlanacağı konusunda uyarabilirlerdi ….”
Doğru söze ne denir. Belli ki Rum siyasiler hala daha akıllanmamışlar ve “Çözüm “aldatmacası ile içinde Kıbrıslı Türklerin azınlık haklarına sahip olacağı bir devleti kurmanın hala daha peşindeler, geçmişten ders almayarak. Bu kafayla duvara birkaç kez daha toslayacakları kesin…
Yazının tümünü okumak isteyenler için kaynak adres: http://cyprus-mail.com/2015/06/28/paying-the-price-for-the-questions-we-never-asked/
Prof. Dr. Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
Rumların genetik araştırma tezgahı
22 Haziran günü Politis gazetesinde çıkan bir yazıya aramızdaki nesebi belli olmayan bir grup balıklama atladı ve akla zarar her tür iddiayı da ortaya koydu. Bence bu kesim kısa yoldan Kıbrıslı Türklerin büyük çoğunluğu Türk soyundan gelme ama “bizler Türk değiliz” deselerdi daha mertçe olurdu.
Bu mantıksız ve adanın tarihi geçmişine aykırı habere göre “Kıbrıs Nöroloji ve Genetik Enstitüsü” bünyesinde gerçekleştirilen ve geçen haftalarda “PlosOne” isimli Bilim Dergisi’nde yayımlanan bir araştırmada, Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların aynı “genetik havuzdan” geldikleri ve Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türklerin, Lübnan ve İtalya’nın Calabria bölgesi halkıyla çok yakın bir genetik ilişkiye sahip oldukları tespit edilmiş(miş).
Özellikle, yapılan araştırmanın bir bölümü alınarak ve kimsenin İngilizce bilmediği farzedilerek yayınlanan haber, gerçeklerden ve bilimsellikten fersah fersah uzak olduğu gibi, araştırmanın içindeki esas detaylar haberleştirilmemiş nedense!
Yazının tam adresi: http://journals.plos.org/plosone/article?id=10.1371/journal.pone.0179474
Gelelim araştırmaya; Kıbrıslı Rum olan 344 Kıbrıslı Rum erkek ile Kıbrıslı Türk olan 380 Kıbrıslı Türk erkeğine yapılan DNA testlerinin toplam maliyeti tanesi €260’dan €188,240 ediyor. Bu parayı da dolaylı bir şekilde Kıbrıs’taki “The Cyprus Institute of Neurology & Genetics” adlı bir kuruluş vermiş araştırmacılara. Aslında bu haber tamamen Kıbrıs Rum kaynaklı ve Araştırmayı yapan 6 araştırmacının 3’ü Rum/Yunan soyadı taşıyor. Bu araştırma projesini de “Cyprus National Bioethics Committee” adlı Rumlara ait resmi bir kuruluş onaylamış. Tezgah belli ve güzel, aynı zamanda da dahiyane.
Araştırmada denek Rumların hangi bölgelerden kaçar tane oldukları belirtilmiş (Nicosia (central) n = 78; Limassol (South) n = 75; Famagusta (East) n = 42; Larnaca (South East) n = 42; Paphos (South West) n = 27; Kyrenia (North) n = 42; and Morfou (North West) n = 38). Herhalde bunların hepsi asgari 45 yaş ve üzeriydi ki, Mağusa, Girne ve Güzelyurt bölgelerini temsil etmişler. Denek Kıbrıslı Türklerin sayısı verilmiş ama nereden ve hangi şehirlerden oldukları belirtilmemiş. Benim tanıdıklarımın arasında böyle bir test için örnek vermiş olan yok.
Araştırmanın “Giriş” bölümünün 3. paragrafında şu ifadeler yer alıyor;
“…. Tarihsel geçmişe rağmen her iki toplumun genetik ataları sistematik bir şekilde karşılaştırılmış değildir. Genel olarak iki farklı fakat karşılıklı münhasır bir senaryo düşünülebilir. Senaryo 1: Kıbrıslı Türkler ve Rumlar aynı babaya ait gen havuzundan gelme ve Osmanlı dönemindeki İslamlaştırmadan dolayı da aşamalı bir şekilde Kıbrıs Türk toplumu oluşmuştur. Senaryo 2: Kıbrıslı Türkler, Osmanlı döneminde Anavatan’dan Kıbrıs’a göç eden Türk baba genetik havuzundan türemişlerdir.”
1’inci senaryo doğru ise Rumların, Türkler daha önceleri adada yoktu ve adaya 1570 yılında geldi iddialarını çürütmekte ve aynı zamanda da Padişahın 1572 tarihli fermanı ile adaya Konya, Karaman bölgesinden gönderdiği Oğuz boylarının gelişini ve varlığını yalanlamakta.
2’inci senaryo doğru ise atalarımızın Türk oldukları ortaya çıkmakta….
Hiçbir bilimsel gerçeği olmayan bu araştırma hikayesine, Türlüklerinden imtina edenler inanabilir ancak bu konuda bilimsel çalışmalar yapmış bir babanın oğlu olarak benim inanmam mümkün değil. Babam, tam da bu konuda 1961 yılında akademik araştırma yapmış ve yayınlamıştı.
Kıbrıs’ta 1961 yılında Lefkoşa Genel Hastanesi Kan Bankası müdiresi Melihat Hacıburgul ile birlikte -ilk kez- Kıbrıs’taki Rumların ve Türklerin kan dağılımı araştırmasını yapan babam, Kıbrıslı Rumların büyük çoğunluğunun kan grubunun Yunanistan’da yaşayan Helenlerin kan grubu ile değil, Anadolu’da yaşayan Türklerin kan grubu ile uyuştuğunu ortaya koymuştu. Örnekler de kan bankasının kendi içindeki laboratuvarda analiz edilmişti.
Bu akademik tıbbi araştırma yayınladığı vakit çok dikkat çekmiş ve Rumlar tarafından örtbas edilmeye çalışılmıştı. Belli ki bu araştırmayı ortaya koymamız ve bununla ilgili bir köşe yazısı yazmamız gerekecek…
Prof. Dr. Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
Rumlar asker sayısını arttırıyor
Bir taraftan görüşmeler devam ederken, Rumlar diğer taraftan Milli Muhafız Ordusunun sayısını arttırmak için paralı asker kiralamayı sürdürüyor.
Rum Savunma Nakanı Fotiou, bu yıl içinde 4 bin aparalı asker daha alınacağını açıkladı geçen gün. Yeni alınacak 4 bin paralı askerler ile Rum Milli Muhafız Ordusu (Ethniki Fruro) içindeki paralı asker sayısı 27 bine çıkacak. Bu bilgileri toplamak için de son 6 yılın Rumca gazetelerini okumak yeterli, başka bir araştırma gerekmez.
Paralı askerlerin tümü Yunanistan’dan geliyor. Ekonomik iflas nedeni ile işsiz olan Yunanlı gençler, kendi ülkelerinde zorunlu askerlik görevlerini yaptıktan sonra doğru Güney Kıbrıs’a gelip paralı asker oluyorlar. Hem paralı askerlikten iyi maaş alıyorlar, hem de Kıbrıs (Rum) vatandaşı oluyorlar.
Yunanistan’da Kıbrıs (Rum) vatandaşı olmanın büyük ayrıcalıkları var. İş kurmak, gayrı menkul almak, devlete vergi ödemek ve benzeri konularda Kıbrıs (Rum) vatandaşlarına ayrıcalık uygulanıyor. Daha az vergi, sıfır emlak vergisi, sıfır tapu harcı ve benzerleri gibi.
Makarios hükümeti, 21 Aralık 1963 sabahı adada mutlak Rum hakimiyetini kurmak için Akritas Planı gereğince Kıbrıslı Türklere karşı silahlı saldırı başlatmıştı. Dönemin Akritas Planı dâhileri Policarpos Yorgadjis ve Tassos Papadopulos’un yaptığı stratejik hesaplara göre de 45 dakika içinde tüm Kıbrıslı Türkleri esir alınacaktı. Ama Kıbrıslı Türklerden hiç beklemedikleri ve hesaplayamadıkları bir direnişle karşılaşınca Akritas Planını “uygulanamaz” kararı ile rafa kaldırdılar ve başka bir strateji belirlediler.
Bu yeni stratejiye göre sadece Kıbrıslı Rumlardan oluşacak düzenli bir ordu kurulacak ve Makarios’un da başkanlığının söz konusu olduğu “Bağlantısızlar Grubu” üyesi devletlerden de yasal yollardan bu ordu için silah ve askeri araç temin edilerek Kıbrıslı Türklere karşı daha bilinçli ve profesyonelce saldırılar yapılacaktı. Rum Temsilciler Meclisi Nisan 1964 tarihinde yaptığı toplantıda kabul ettiği “Milli Muhafız Ordusu Kuruluş yasası” ile bu karar hayata geçirildi ve (Rum) Milli Muhafız (Ethniki Fruro, National Guards) resmen kuruldu. Arkasından da resmi yollardan Mısır’dan, Arjantin’den ve Çekoslovakya’dan silahlar ile zırhlı araçlar alınarak Türklere karşı kullanıldı. (Bu silah ve araçlar, Girne, Yavuz Çıkarma Plajı bitişiğindeki Karaoğlanoğlu Şehitliği Açık Hava Müzesi’nde görüp incelenebilir. Gerçekte günümüzde Rumların borusunu çalan, Rum tarafını öven, Kıbrıslılığı yaymaya çalışan, Anavatan Türkiye ile Türkiye’den gelen kardeşlerimize karşı nefret duyguları besleyen ve bu duygularını yaymaya çalışan “nesepleri karışık” kişilerin gidip görmeleri gerekir bu “Açık Hava Müzesi”ni. Hayranı oldukları Rumların ne için ve hangi maksat için bu silah ve askeri araçları aldıklarını belki biraz olsun anlarlar.)
Rum Temsilciler Meclisinde kabul edilen “Milli Muhafız Ordusu Kuruluş Yasası” içinde, Yunanistan’dan gelip (Rum) Milli Muhafız Ordusunda görev yapan Yunanistan vatandaşlarının otomatikman Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti vatandaşlığını kazanacaklarına dair bir de madde yer almaktadır.
Bu ülkeye gelip yerleşen, iş kuran, evlenen, çoluk çocuğa karışan kardeşlerimize vatandaşlık verilmesine şiddetle karşı çıkan bu “nesebi karışık”dan herhangi birinden ben daha bugüne değin, Rum tarafında askerlik yaptı diye vatandaşlık verilen Yunanlılara karşı ağzını açıp tek bir eleştiri yapanını veya da protesto edenini de görmedim ve duymadım.
Özetleyecek olursak; Rum tarafında yayınlanan gazeteler, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin resmi nüfusunun 850 bin olduğunu, bunların 550 bininin Kıbrıslı Rum, geri kalanın da sonradan vatandaş yapılan Rum olmayan kişilerden oluştuğunu yazmakta. Bu 300 bin sonradan yapılma vatandaşların sayısı, bu yıl alınmış ve alınacak paralı askerlerle birlikte 357 bin olacak. Bir taraftan Anastasiadis “Sıfır Güvenlik, sıfır garanti, sıfır asker” derken diğer taraftan da “paralı asker” alıyor. Herhalde bu talepleri asırlardır olduğu gibi Avrupa sayesinde gerçekleşirse, ilk fırsatta Kıbrıslı Türkleri adadan temizlemek düşüncesinde….
Rumların bu pis oyunlarına kanacak yok artık Anastasiadis, boşuna çabalıyorsun…
Prof. Dr. Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1