AB’nin yeni tezgahı
KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı ile KKTC hükümetinin arasının limoni olduğu gün gibi aşikar. Akıncı’nın, eşiti Anastasiadis’i memnun etmek için ikide birde- veya buna her konuda da denilebilir- açıklama yapması anlaşılmaz bir durum olmakla birlikte, Barbaros gemisi Kaptan Köşkü personelinin, Rum pilotun hadsiz ve yetkisiz “Terk edin bizim sularımızı” çağrısı karşısında kibarca ve dostane bir şekilde Mehter Marşını çalmasını eleştirmesi kabul edilebilir bir yaklaşım ve strateji değil. Anlaşılan Akıncı zaman zaman KKTC’nin Cumhurbaşkanlığı görevini devir alırken ettiği yemini göz ardı etmekte.
Bunun son örneği; Rumların, bankacılık sektörü ile ilgili mevzuatın Avrupa standartları ile uyumlaştırılması çalışmasını 4 ay boyunca oyalamasına rağmen, KKTC hükümetini gecikmelerden dolayı suçlaması. Akıncı herhalde Cumhurbaşkanı yeminini ederken içinden “Her konuda Rumları haklı çıkarmak için elden geleni yapacağım” içerikli farklı bir yemin etti de biz bilmiyoruz!
Cumhurbaşkanının geçmişte gerek doğalgaz aramaları konusunda, gerekse müzakerelerin gidişatında Anastasiadis’in kapıyı vurup çıkması benzeri veya da Anastasiadis’in “Azınlık olan Türkler, çoğunluk olan Rumlarla eşit haklara sahip olamaz” gibi saçmalıkları karşısında herhangi bir tepki göstermemesi, bugüne değin Rumlara müzakerelerin başlamasından itibaren eşitlikten öteye verilmemiş tavizleri, son iki yıl gibi kısacık bir dönemde fazlasıyla vermesi yeterince abesken, bir de Rum tarafının tezlerine çanak tutması kabul edilebilir bir durum değil.
Aslında bankacılık sektörü ile ilgili mevzuatın Avrupa standartları ile uyumlaştırılması çalışmasının perde arkası basına yansıdığı gibi değil. Arkasında AB’nin yeni bir tezgahı ve kazığı var. Bunu iyi bilmek ve anlamak gerekiyor.
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, geçmişte yaşanan iki ayrı bankalar krizinden sonra tedbirlerini almış, yeni ve çağdaş bir mevzuat geliştirmiş durumda. AB’nin birçok ülkesi günümüzde Türkiye’nin bankacılık mevzuatlarından kendi ülkesinin mali yapısına uyum gösterenlerden bazılarını uygulamaya koymuş. Mevzuatla ilgisi olmasa da Türkiye’deki bankacılık sektörünün icat ettiği ve uygulamaya koyarak başarı kazandığı “SMS ile teyit” yöntemi bugün bir çok ülkede kullanılmakta ve Türkiye’nin bu konuda en güvenli sisteme sahip olduğu açıklamaları yapılmakta, akademik makalelerde yer almakta.
KKTC Merkez Bankası birebir uyumla, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası ile birlikte faaliyet gösteriyor ve gidişatı son derece iyi. Tüm para hareketleri ile bankaların faaliyetleri, özellikle de hissedarları tarafından suiistimal edilebilme riski tam bir kontrol altında.
KKTC bankacılık sektörü ile ilgili mevzuatın Avrupa standartları ile uyumlaştırılması çalışmasının perde arkasında, KKTC Bankalarının hassas ve kritik bilgilerinin Rum tarafına aktarılması ve “AB ile uyumun sağlanacağı” düzenbazlığı adı altında adanın tanınan hükümeti ve AB üyesi olan “Kıbrıs Cumhuriyeti” Merkez Bankasının denetimi altına sokulması yatıyor.
Bu uyum çalışmasındaki en büyük sorun, bankacılık sektörümüzün en hassas, can alıcı ve kritik bilgilerinin Rum merkez Bankası tarafından bilineceği olması. Bunun önüne geçebilmek ve Rum tarafı olmaksızın yapılması gereken uyum çalışmasının yöntemi ve modeli KKTC’nin ilgili biriminin BM, IMF, AB ve ABD yetkilileriyle yaptığı görüşmeler sonrasında ortaya çıkmış ve bu yeni çalışma modeli KKTC Cumhurbaşkanı Akıncının bilgisine getirilerek, 20 Aralık 2016 tarihinde de BM’ye iletilmiş. İletilmiş ama 4 ay müddetle, Rum tarafının müdahalesi ve engellemeleri sonucunda yanıt alınmamış, Rumların işine gelmediği, kendileri dışta kalıp bu uyum çalışmaları devam edeceği için.
İşte bu nedenle, Cumhurbaşkanı Akıncı, uyum çalışmaları konusunda KKTC hükümetini eleştireceğine Anastasiadis’i eleştirmeliydi, Rumlar her yerden ve her yönden, gerek AB’yi gerekse de BM’yi kullanarak adanın kuzeyinde, KKTC toprakları üzerinde egemenlik kurmaya yönelik çalışmalar yaptıkları için…
Prof. Dr. Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
Yunanistan darbecileri niye koruyor
Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) darbe girişimi sonrası Yunanistan’a kaçan darbeci sekiz askerden Süleyman Özkaynakçı, Feridun Çoban ve Abdullah Yetik, Türkiye’nin yeni iade talebi üzerine hakim karşısına tekrardan çıkarıldı.
Çıkarılmasına çıkarıldı ama söz konusu darbeci üç askerin Türkiye’ye iadesini reddetti mahkeme, üstelik bir de gözaltında tutulan darbecilerin serbest bırakılmasında mahsur görülmediğinin kararını da ekledi. Açıkçası “kaçın gidin Yunanistan’dan” dedi Mahkeme, “sakın ola da Yunanistan sınırları içinde bildiklerinizi açıklayıp, Yunanistan ile Amerika’nın arasını da bozmayın. Bozarsanız işiniz zor” mesajını da verdi.
Akıllara hemen bir soru geliyor “Yunanistan ile Amerika’nın arası niye bozulsun ki, Türkiye’de gerçekleştirilmeye çalışılmış bir darbeden dolayı.”
Ama kazın ayağı öyle değil. Araştırmalar, soruşturmalar derinleştirildikçe ortaya başka bulgular çıkıyor. İşin doğrusu Yunanistan bu işin içine fiziksel konumundan dolayı, sırf Türkiye’ye en yakın komşu olması nedeni ile bulaşmış. Daha doğrusu istemese de kendini kaçış olayının içinde bulmuş. Adeta iteklenmiş bu olaya büyük abisi tarafından. Mahkemeleri de yukarıdan gelen siyasi talimatlarla, adalet dağıtacağına “Malista Griye”, Başüstüne Efendim diyerek kendilerinin de doğru olduğuna inanmadıkları kararları almışlar. Ne de olsa Yunanistan’ın âli çıkarları için her şeyi yapmak, her kararı almak mübah, etik olsa da olmasa da, uluslararası hukuk kurallarına uysa da uymasa da. Yunanistan’daki gelenek böyle. Ülke çıkarları herşeyin önünde..
Büyükada’daki Splendid Palas Hotel’de, 15 Temmuz günü öğleden sonra başlayan ve bütün gece devam eden, 21’i Türk, 13’ü ABD’den özel bir misyonla gelen CIA ajanı, 8’i de Türkiye konusunda uzman olan ABD’li bürokratların katıldığı toplantı, bu kaçış işinin odak noktasını oluşturuyor. Büyükada’daki toplantı ile sağlıkçı oldukları iddia edilen darbeci 8 TSK personelinin Yunanistan’a kaçışı çok alakasız gibi gözüküyor ama kazın ayağı öyle değil.
Söz konusu Büyükada’daki toplantıya katılanlar arasında tanınan bilinen, CIA’nın ünlü Türkiye masası şeflerinden Henry Jack Barkey ve Graham Füller’de var. Zaten bu kişilere dokunmak herkesin harcı değil. Ellerini kollarını sallayıp Türkiye’ye girip çıkabiliyorlar.
İşin ilginç tarafı Büyükada’daki Splendid Otel’de kamera sistemi yok. Giren, çıkan, kalan kişiler kimler teşhis edilemiyor. Kayıtlara ne yazıldıysa sadece o biliniyor. Sahte bir kimlikle veya da CIA laboratuvarlarında hazırlanmış gerçeğinden daha da gerçek görünümlü kimliklerle kalındığında hiçbir kimsenin veya da kuruluşun bunun aksini ispat edebilmesi mümkün değil.
Otelin kayıtlarında görülenlerin sayısı tamı tamına 40 ama konaklayanların sayısı 42. Listede Julia Romano, Ellen Laipson, Henry Jack Barkey, Graham Fuller, Marma Daudu gibi isimler yer alıyor. Kimi bilinen, kimi de bilinmeyen kişiler bunlar. Bunlara ilaveten tesadüfe bakın Almanya, İran, Rusya ve Ukrayna kimlikli kişiler de kalmış otelde. Bir başka tesadüf de otele girişler bir gün sonra kayıtlara geçmiş. Yani bu kişiler 14 Temmuz günü otelde olmalarına rağmen, kayıtlara göre otel de yoklar. Henry J. Barkey’in 15 Temmuz günü öğleden sonra otel personelinden “Canlı TV Yayını” sistemi kurulmasını talep etmesi ise Büyükada’da masum bir yaz tatili konaklaması için biraz fazla bir istek. Mayo, şemsiye, şezlong isteseydi daha makul olurdu.
İşin ilginç tarafı, 15 Temmuz günü Splendid Otelde kalanlardan bazılarını adı otel kayıtlarında var ama halen daha Türkiye’den çıkış yapmışlar değil. Belli ki çok sevmişler Türkiye’yi ve neredeyse 10 aydır tatil yapacak paraları da var.
Yunanistan’a kaçırılan helikopter, 25 kişi kapasiteli ikmal helikopteri. Yunanistan sınırlarından içeri girer girmez, erken uyarı sistemini kullanan Yunanistan Hava Kuvvetleri tarafından herhangi bir uyarının yapılmaması, saldırı jetlerinin hemen havalanıp helikopteri inişe zorlamaması ise bir başka tesadüf. Herhalde hepsi uyuyorlardı ve elektronik aletleri de bakımdaydı. Bakımda mıydı yoksa Yunanistan hükümeti, abisi tarafından bu helikopteri görmemeye, kaçan darbeci askerlerin haricinde helikopterde bulunan diğer kişileri deşifre etmemeye mi şartlandırılmıştı. Yoksa bu yüzden mi, darbeci askerler, birtakım hukuka uymayan gerekçelerle, konuşmasınlar, sorguda darbenin kökeni ortaya çıkmasın diye mi iade edilmiyorlar Türkiye’ye.
Prof. Dr. Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
Türkiye AB ilişkileri ne olmalı?
Anavatan Türkiye’ye son yıllarda başta masa üstünde ekonomik, yurt içinde ve yurt dışında askeri, uluslararası platformlarda da siyasi olmak üzere, akıl almaz yöntemlerle her türlü saldırı yapılmakta.
Belli ki birileri Türkiye’nin güçlenmesinden, asırlar önce yaşandığı gibi Avrupa’ya karşı tekrardan ekonomik, askeri ve siyasi tehdit oluşturmasından korkuyor. Bu korkunun politikaya yansıması, son Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin (AKPM) aldığı son kararla bir kez daha ortaya çıktı.
AKPM’nin aldığı karar özetle; Türkiye ile bağları koparmamak ama gevşek bırakmak, Türkiye’nin hareketlerini kısıtlayarak baskı ve denetim altına almak, Avrupa kapısını tam olarak kapatmamak ama kındırık (çok az aralık) bırakmak şeklinde yorumlanabilir.
Türkiye AET görüşmeleri, 1958 yılında AET’nin kurulmasından sonra, Demokrat Parti (DP) iktidarının sıkıntılı günlerinde, dâhi Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun geniş ufku sonucunda yaptığı girişimlerle 1959 yılında yapılan başvuru ile başlamıştı. 27 Mayıs 1960 tarihinde gerçekleştirilen askeri darbe olmasaydı belki de Türkiye, 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan Ankara Antlaşması’nın daha da ötesine geçecek ve ileriki yıllarda AET’nin tam üyesi olacaktı. Ankara Anlaşması ile Türkiye-AET ilişkileri, ortaklık ve katılım yönünde ilerleyeceğine, tek taraflı AET’nin lehine işleyen bir ithalat-ihracat anlaşmasına dönüştü maalesef.
Türkiye, neredeyse son 60 yıldır Avrupa Birliği (AB) ile görüşmeler içinde ve 50 yıldır da AKPM’nin üyesi. Üstelik AKPM’de en çok koltuğa sahip ülkelerden bir tanesi. 1996 yılında “Siyasi Denetim” statüsüne yükseltilmiş, 2004 yılında da bu statünün bir üst kademesi olan “Denetim Sonrası Süreç” aşamasına terfi etmişti. Bunun da bir üst kademesi “Tam Üyelik” yolunda görüşmeler devam ederken, Fransa ve Almanya’nın Türkiye’nin AB’ye girmesinin kendi siyasi ve ekonomik çıkarlarına aykırı olacağı öngörüsü ile etik veya çirkin her tür engelin Türkiye’nin üyeliğine giden yola konmasına başlandı. Önce Don Kişot gibi Fransa’nın kaktırması (iteklemesi) ile meydana çıkan Kıbrıs Rum Yönetimi, Kıbrıslı Türklere yıllarca uyguladığı ekonomik ve can almaya yönelik “Soykırım”ı kasıtlı olarak unutturup, Ankara Anlaşmasının arkasına saklanarak altı başlıkta “Veto” koydu. Arkasından da Fransa kendi çıkarları doğrultusunda vetolarını sıraladı. Şu anda katılım için gerekli olan 33 başlığın sadece 16 tanesi açılabilmiş durumda. Halen gerektiği gibi kapatılmış olan bir başlık da yok.
AKPM’nin aldığı son kararla şimdi bunların hepsinin üzerine bir sünger çekildi ve Türkiye’nin konumu, 2004 yılının gerisine götürülerek “Siyasi Denetim” statüsüne indirgendi. Bu aşamada Türkiye’nin önünde iki seçenek var. Bir tanesi AB’nin yüzüne kapıyı çarpıp “Canınız cehenneme” diyerek tüm bağları koparmak, diğeri de tam tersine bu yaşananlardan ders alıp, AB kapısını daha da açacak yeni stratejiler belirleyerek girişimler yapmak.
Mantıkla duygularımızı karıştırmamayı başarabilirsek, Türk insanının “Orta Asya”dan hep Batı’ya doğru hareket ettiğini, yüzünün de her dönemde, belli açılarla, bazen çok bazen de az, Batı’ya dönük olduğunu göz ardı etmeden, yeni bir strateji belirlenmesi, sanki de daha doğru bir davranış olacakmış gibi gözükmekte.
Bu bağlamda, AB ile olan ekonomik bağlarımızın çok güçlü olduğunu ve AB ile olan veya da olacak olan ilişkilerin ekonomiden bağımsız olamayacağını dikkate alarak, AKPM’nin bu kararının iyi okunmasının gerekli olduğu ve “Lobi çalışmaları”nın, “Algı Yönetimi”nin, “Toplum Mühendisliği”nin ve STK’ların öne çıkartılarak yeni yöntemlerle, yeni türde bir mücadelenin başlatılmasının daha doğru olacağı daha ağır basmakta, küsmek, darılmak yerine…
Prof. Dr. Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
Siyasi çarpıtma
Siyasette ve dünya politikalarında ilginç oyunlar oynanmakta, ilginç yöntemlerle gerçekler olduğundan çok daha farklı şekillerde halka gösterilmekte. Dünya üzerinde yaşayan insanlar, başta yazılı basın, görsel medya ve internet haberciliği olmak üzere inanılmaz yöntemlerle ister doğru olsun ister yanlış, göz göre göre güçlünün istediği doğrultudaki bilgiler sağanağına tutulmakta. Atalarımızın dediği gibi “Birine kırk kere deli olduğunu söylersen, deli olduğuna inanır” sözünü ispatlarcasına arka arkaya gazetelerde yazılan, televizyonlarda gösterilen, internette mail olarak gönderilen haberlerle insanoğlu istenildiği yöne doğru yönlendirilmekte ve istenilen şekilde şartlandırılmakta.
Batı dediğimiz Avrupa ve oradan aldığı göçlerle çok değil üç asır önce hayata gözlerini açmış olan ABD, dünyanın çeşitli bölgelerinde asırlar boyu sürdürdükleri sömürü yöntemiyle elde ettikleri mali güç sayesinde, gerek teknoloji, gerekse de basın üzerinde oluşturdukları tekelle istedikleri gibi dünyayı yönetmekteler. Özellikle de “Basın yolu” ile gerçekleri, kendi çıkarları doğrultusunda olduğundan çok daha farklı şekillere büründürüp dünyanın geri kalan tümünü oluşturan insanlara, halklara, devletlere, milletlere, kabilelere, camialara, topluluklara ve benzerlerine yutturmaktalar.
Kullanılan yöntem bildiğiniz beyin yıkama, hem de hiç görünmeyen güçlü bir deterjanla yıkıyorlar beyinleri.
ABD’ye göre, Batı basınına göre Kuzey Kore dünyadaki en büyük terörist ülke(miş). Bize anlatılanlar, ekranlarda gösterilenler, gazetelerde çıkan yazılar hep böyle vurguluyor, hep böyle tanıtıyor Kuzey Kore’yi bizlere. Belli ki hepimiz de yutmuşuz veya da tatlı tatlı yutturulmuşuz.
ABD’nin Kişi Başı Gayrı Safi Geliri $41,557 iken Kuzey Kore’nin ki $1,400, yani yaklaşık otuzda biri kadar ama birinin nüfusu (ABD) yaklaşık 325 milyon iken, diğerinin (Kuzey Kore) nüfusu sadece 25 milyon. ABD, Kuzey Kore’nin 380 misli daha zengin. Görsel olarak gözünüzün önüne iki insan gelsin. Birisinin boyu 1.50 m. ve ağırlığı 50 kg., diğerinin boyu 2.00 m. ve ağırlığı 14253 kg. İnsan oğlunun ortalama boyutları ile kıyaslarsak, birisin (ABD) boyu 2.00 m. ve ağırlığı 250 kg. ile adeta bir dev, diğeri ise (Kuzey Kore) boyu 30 cm., ağırlığı da 4.5 kg. olan bir fetüs, yani doğmamış bebek. Hadi buna erken doğmuş bir bebek diyelim.
2 metre boyu, 259 kg ağırlığı olan dev adam (ABD) diyor ki, bu 30 cm.lik ve 4.5 kiloluk bebek (K. Kore) teröristtir.
Bu dev adamın elinde değeri 600 milyar dolar olan tabanca, tüfek, tank, top, uçak, denizaltı ve yüzlerce atom bombası var ve bu bombayı da insanlığa ve doğaya vereceği zararı bile bile zamanında kimsenin gözünün yaşına bakmadan kullanmış. Ufaklığın elinde de benzeri silahlar ile atom bombası olduğu ve bunların toplam değerinin de 600 milyon olduğu iddia ediliyor. Yani dev adamın elindeki silahların binde biri kadar.
Hepimiz şapkamızı önümüze koyalım ve düşünelim.
Biri (ABD), 2 metre boyunda ve 250 kilo ağırlığında dev bir adam elinde 1000 tane tüfek var.
Diğeri (K. Kore) 0.3 metre boyunda ve 4.5 kilo ağırlığında, elinde de sadece 1 tane tüfek var.
Dev adam, ufaklığa “sen teröristsin” diyor ve bütün dünyayı da buna inandırmış.
İşte gerçeklerin olduğundan çok daha farklı şekillerde insanlara, yazılı basın, görsel medya ve internet haberleri vasıtası ile gösterilmesinin en güzel örneği bu. Adına da manipülasyon deniyor. Her duyduğunuza, her işittiğinize, her okuduğunuza hemen inanmak yerine, biraz araştırma yapıp doğruluğunu değerlendirmenizde fayda var.
Prof. Dr. Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
Rumlar, görüşmelerin başladığı 1 Ocak 1964 tarihinden beridir, masada verdikleri sözü tutmamakla ünlüler.
16 Ağustos 1960 tarihinde Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edildikten sonra dönemin İçişleri Bakanı Polycarpos Georgadjis tarafından EOKA’nın devamı olarak özenle bezenle, ABD’den Kıbrıs adasında komünizmi önlemek için alınan milyon dolarlık yardımlarla silahlandırılan milis kuvvetleri kurulmuştu. O dönemin en güçlü adamı ve aynı zamanda da Makarios’un da sağ kolu Georgadjis idi. Hem Kıbrıs Cumhuriyetinin polisi hem de bu Türklerden gizli saklı kurulmuş milis kuvvetleri Gerogadjis’e bağlıydı. Doğal olarak Georgadjis bu milis kuvvetlerinin başkomutanıydı ve kod adı da “Akritas”dı.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Anayasası’nın taraflarca kabul edilerek 11 Şubat 1959 tarihinde Zürih’te ve 19 Şubat 1959 tarihinde de Londra’da imzalanan anlaşmalardan sonra Makarios’un yaptığı açılmada “Zürih Anlaşması Enosis’e giden yolda bir basamaktır” demesi, niyetinin uzun vadede Kıbrıs Cumhuriyetinin kurulması için Zürih ve Londra’da altına imzasını attığı anlaşmaları inkar edeceğinin habercisiydi. Cumhuriyetin ilanından sonra da, 15 Ağustos 1962 tarihinde Rum Ortodoks Kilisesinin merkezi olan Kykko manastırında yapılan bir törende Makarios’un “Kıbrıslı Rumlar, EOKA’cılar tarafından başlatılmış bulunan istiklal mücadelesine devam etmeli ve onların başlattığı görevi tamamlamalıdırlar. Mücadele şimdi yeni bir şekilde devam ediyor ve hedefimize ulaşıncaya kadar devam edecektir” demesi anlaşmaları inkar etmek niyetinde olduğunun işaretlerini daha o günden vermişti.
21 Aralık 1963 Cumartesi sabahı çok erken saatlerde Georgadjis’in sivil polis kisvesi altındaki milis kuvvetleri Lefkoşa’nın Tahtakala bölgesinde haksız yere ve yasaları hiçe sayan bir davranışla Zeki Halil ve Cemaliye Emirali adlı kardeşlerimizi şehit etmeleri ile başlayan çatışmalardan sonra yapılan ilk toplumlar arası görüşme ve anlaşma, dönemin Türk Cumhurbaşkanı Muavini Dr. Fazıl Küçük ve Rum Cumhurbaşkanı arasında 1 Ocak 1964 Çarşamba günü yapılmış, karşılıklı “Barikatların kaldırılması” konusunda mutabakata varılmış ve imzalar atılmıştı. Türkler Lefkoşa’nın Türk kesimine giden yollarda kurdukları barikatları söz konusu anlaşma içeriğince kaldırınca, Makarios anlaşmayı bozmuş ve hemen saldırılarını tekrardan başlatmıştı.
Huylu huyundan vazgeçmezmiş, 7’sine neyse 70’inde de öyledir diyen atasözümüz hiç boşuna söylenmemiş. Aradan geçen 53 yılda onlarca kez Rumlar verdikleri sözleri unuttular, attıkları imzaları inkar ettiler ve imzalarını yasal gibi gözüken yollarla sıfırla çarptılar. Bunun en son örneğini de Rum lider Anastasiadis dahiyane bir politik manevra ve sahtekarlıkla verdi.
Şubat ayında Rum Temsilciler Meclisinde 15-22 Ocak 1950 tarihleri arasında yapılan “Kıbrıs adasının Yunanistan’a bağlanması Plebisitinin (küçük ve tek taraflı referandum)” her yıl İlkokul, ortaokul ve Liselerde (Cimnasyum) anılması kararına, Türk tarafı itiraz edince müzakereler kopmuştu. Uluslararası camiada Anastasiadis müzakerelerin kopmasına neden olduğu gerekçesi ile suçlanmaya başlayınca çareyi politik bir manevra yaparak Cumhurbaşkanı Akıncı’yı tekrardan masaya oturtmakta bulmuştu. Öylesine ustalıklı bir yasal aldatmaca yaptı ki, umarım Cumhurbaşkanı Akıncı bundan büyük bir ders almıştır ve kendisine unutamayacağı büyük bir politik tecrübe olarak dönmüştür.
Cumhurbaşkanı Akıncı’nın itiraz ettiği ve iptalini istediği “Plebisitin her yıl anılması kararını içeren yasanın” iptalini reddeden Anastasiadis, Meclise bir değişiklik yasası sundurmuş ve karar yetkisini Rum Meclisinden alınarak Eğitim Bakanlığına verilmesini sağlamış ve Akıncı’yı da masaya oturtmuştu.
Akıncı masaya oturup, müzakereler de koptuğu yerden devam etmeye başlayınca, Anastasiadis ikinci manevrayı yaptı ve değişiklik yasasını imzalamadan, anayasaya aykırı olup olmadığı konusunda görüş belirtmesi için Yüksek Mahkeme’ye göndererek, yasa değişikliğinin yürürlüğe girmesini bilinmeyen bir tarihe kadar ertelenmesini sağladı.
Büyük bir olasılıkla Yüksek Mahkeme, söz konusu Plebisit yasasında yapılan değişikliğin yürürlüğe girmesini çeşitli hukuksal oyunlarla Rum Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapılacağı Şubat 2018 tarihine kadar bir şekilde oyalayacak ve kadük olmasını sağlayacak.
Umarım Cumhurbaşkanı Akıncı ve ekibi, Anastasiadis’den Cenevre’deki “Harita” oyunundan sonra bu son “Plebisit düzenbazlığı”nı da iyi okur ve bir daha böylesi oyunlara gelmezler….
Prof. Dr. Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1