Rumların doğalgaz hüsranı

Rumların doğalgaz hüsranı

Rumların doğalgaz hüsranı  

 

Rumların gerek Türkiye’ye baskı yapmak gerekse de müzakerelerde üstünlük kazanmak için 2011 yılından beridir tehdit unsuru olarak kullanmaya çalıştıkları doğalgaz kozu neredeyse bir “hiç” olmak üzere.

 

Rumlar tüm stratejik silahlarını ve kozlarını doğalgaza yatırmış olduklarından, yıllardır dört elle bu konuya sarılmaktalar. Zannediyorlar ki doğalgazı öne sürerek hem Türkiye’ye hem de KKTC’ye istediklerini yaptırabilecekler, istedikleri tavizi de koparacaklar.

 

Enerji ve doğalgazın uzmanlarına göre, Kıbrıs Rum Yönetimi doğalgazı çıkarmayı başarabilse bile, Kıbrıs’ın iç piyasasındaki doğalgaz tüketiminin, doğalgazın çıkarılabilmesi için harcanacak parayı karşılamasının mümkün olmadığı görüşünde. Uzmanlara göre Rumların illaki bu gazı dış piyasalara satması gerekmekte.

 

Dünyadaki mevcut doğalgaz fiyatları ile rekabet edebilecek bir rakamla bu gazın satılabilmesi, ancak yakın ülkelere satmakla mümkün olabiliyor. Boru hattı uzadıkça, maliyetler de artıyor. Hele de Kıbrıs adası ile Yunanistan arasına çekilecek bir doğalgaz hattı yatırım fiyatını neredeyse üç misline çıkarıyor.  Türkiye’ye kadar doğalgaz hattı döşenirse maliyeti 2 milyar dolar olmakta, Yunanistan’a kadar döşenirse maliyet 6 milyar doları da geçmekte. Dolayısı ile Yunanistan üzerinden gönderilecek doğalgazın birim fiyatı, Türkiye üzerinden gönderilecek doğalgazdan çok daha fazla olacak. Eğer bir gün Rumların tek yanlı olarak ilan ettikleri Münhasır Ekonomik Bölgelerinde doğalgaz çıkarsa veya çıkarılırsa, isteseler de istemeseler de bu doğalgazı hem Kıbrıslı Türklerle paylaşmak, hem de Türkiye üzerinden göndermek zorunda kalacaklar. Başka hiçbir çareleri yok.

 

Rumların baskı unsusu olarak kullanmak istedikleri “İsrail-Türkiye boru hattı döşenecekse bizim onayımız gerekmektedir. Biz asla böyle bir yatırıma izin vermeyiz” tehdidi de İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinitz tarafından yapılan ve Jerusalem Post gazetesinde yayınlanan açıklaması ile tamamen mesnetsiz ve kafadan atma bir iddia olduğu ortaya çıktı.

 

Birinci, İkinci ve Üçüncü Deniz Hukukuna göre Münhasır Ekonomik Bölgeler devletlerin deniz sınırlarını oluşturmamakta. Devletlerin kara sularının dışındaki denizler “Uluslararası sular” olarak kabul edilmekte ve İsrail ile Türkiye arasında döşenecek boru hattının Kıbrıs Rum Yönetiminin tek taraflı ilan ettiği Münhasır Ekonomik Bölgesinden geçiyor olması da Kıbrıs Rum Yönetiminin iznine tabi değil. İsrailli Bakan Steinitz, resmi olarak aynen bu savı açıklayarak, Kıbrıs Rum Yönetiminin elinde herhangi bir reddetme veya müdahale etme yetkisi olmadığını dile getirdi.

 

Steinitz açıklamasında devamla, “Türk ve İsrail hükümetleri arasında gaz konusunda bu yaz bir mutabakat zaptı imzalamayı ümit ettiklerini ve İsrail ile Türkiye arasındaki doğalgaz boru hattı inşasının da bir olasılıkla üç yıl içerisinde tamamlanacağını” belirterek İsrail doğalgazının hangi yoldan Türkiye’ye ve Avrupa’ya gideceği konusuna son noktayı koydu.

 

İsrail uzun bir zamandır siyasileri ve ilgili bürokratları aracılığıyla yaptığı açıklamalarla Kıbrıs Rum Yönetimini, doğalgazı çıkarabilmek ve satabilmek için Kıbrıs sorununu çözmeye teşvik etti. Rumlar “adanın tümüne hakim olabilmek ülküleri” nedeni ile Yahudilerin bu teklifini dikkate almadılar ve müzakereleri de uzatmayı tercih ettiler. Rumların bu tutumunun değişmeyeceğini fark eden İsrail, çareyi Türkiye ile işbirliği yapmakta buldu. Belli ki, imzalaşma tarihi çok yakın….

 

Prof. Dr. Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: AtaAtun1

 

6 Nisan 2017
Rumların doğalgaz hüsranı için yorumlar kapalı
Okunma 206
bosluk

Haçlı ruhu gene hortladı

Haçlı ruhu gene hortladı

Haçlı ruhu gene hortladı

 

Selahattin Eyyubi 2 Ekim 1187’de Haçlılara karşı kazandığı Hıttin Muharebesi ile Kudüs’ü Haçlı kuvvetlerinden alarak kentte 88 yıl süren Hıristiyan egemenliğine son vermiş, Haçlı seferleri ile bölgeye gelip yerleşmiş Hıristiyanları da söküp atmıştı.

 

Bu Hıttin savaşı, Hıristiyanların son haçlı savaşı olurken, Yahudilerin de aklına Hıttin korkusunu veya da diğer bir tanımlamayla “Hıttin Sendromu”nu soktu. 14 Mayıs 1948 tarihinde İsrail kurulduktan sonra Yahudiler hep, bir gün Arapların 21. Yüzyılın Salahattin Eyyübi’si tarafından bir bayrak altında toplanarak kendilerini denize dökecekleri korkusu ile yaşamaya başladılar. Özellikle de 1967 İsrail-Arap savaşından itibaren bu duygu Yahudi halkının neredeyse tümünü sardı. İsrailli psikiyatristler de bu duyguya “Hıttin Sendromu” adını taktılar.

 

Anlaşılan bu Hıttin Sendromu Avrupa Birliği’nin bazı üyelerini de sarmış durumda. Türkiye korkusu, Türkiye paranoyası bu günlerde tavan yaptı. Kafalarında Osmanlı tarihi, yüreklerinde de Osmanlı korkusu yeşerdi. “Bunlar güçlenecek, gene gelip başımıza bela olacaklar” düşüncesi ile ele geçen her fırsatta ve basın, medya, spor, kültürel faaliyet, ekonomik yaptırım, silah ambargosu, terör odaklarını Türkiye’ye kışkırtmak gibi var olan her tür olanağı kullanarak akılları Türkiye’de, sağa sola saldırmaya başladılar. Akıllarınca bizi korkutacaklar, verecekleri korkuyla sindirecekler ve istediklerini bize yaptıracaklar.

 

Avrupa Birliği’nin temelini oluşturan üç ayaktan bir tanesi olan temel hak ve özgürlükler, AB’nin Türk olmayan vatandaşları için geçerli, Türk olan vatandaşları için geçerli değil. Çifte vatandaşlık yasağı gibi, sayısız insan haklarına sığmayan uygulamaları Türklere karşı kullanmaya başladılar. Akıllarınca AB’de yaşayan ve AB vatandaşı olan Türkleri baskı altına alıp, bıktırıp kaçırtacaklar AB’den.

 

Avrupa Birliği’nin dünyasal sloganı olan “Temel insani hak ve özgürlükler”in altı boş ve tamamen yapmacık. Eğer camilere saldırılar yapılıyorsa, Türklere ait dernekler kapatılmak isteniyorsa, Türk oldukları için soydaşlarımız taciz edilip aşağılanıyorsa, AB’nin temel hak ve özgürlük kavramında bizim anlayamadığımız bir yanlışlık var.

 

Türk evlerini kundaklayıp, göstermelik bir adli soruşturmadan sonra ellerini kollarını sallayarak etrafta dolaşan 21ci yüzyılın “Milliyetçi Sosyalistleri” yani Neonaziler sokaklarda gene boy göstermeye başladılar. Almanya’da ateşi yakılan Türk düşmanlığı, güneyde aynı dili konuşan komşusu Avusturya’ya da sıçrarken, batı tarafta da sınır komşuları Hollanda ve Belçika’ya sıçrayıverdi.

 

Belli ki tek bir akıl tarafından, orkestra şefi görevini üstlenmiş tek bir merkezden yönetiliyor anlı şanlı Avrupa Birliği. 1978’de ASALA’yı (Ermenistan’ın Kurtuluşu için Gizli Ermeni Ordusu) kurup, her tür polisiye ve teröre göz yumma desteği ile Türkiye ve Türk diplomatları üzerine saldırtan AB, aradan daha on yıl bile geçmeden Türkiye’nin gelişip serpilmesini, bölgesel güç olarak önlerine çıkmasını önlemek için PKK’yı kurup Türkiye’nin başına bela ettiler. İşin tuhaf tarafı artık PKK ve PYD gibi türevlerini de, parasal ve askeri bir şekilde desteklediklerini inkar bile etmiyorlar.

 

Bir dönem Türkiye’yi AB’ye almamak ve Türkiye-AB Katılım Müzakerelerini olumlu sonuçlandırmamak için adını “Don Kişot” koydukları Güney Kıbrıs Rum Yönetimini, siyaset arenasında Türkiye’nin üzerine saldırttılar.  Rumlar da artık anladılar ki, bırakın kendilerini, AB bile Türkiye ile baş edemiyor artık.

 

Velhasıl AB’nin gidişatı pek parlak değil.  İyice yaşlanmış nüfusu, emekli maaşlarını karşılayamayan Sosyal Güvenlik sistemi, bitirip tükettikleri sömürgeleri, sömürü düzeni ile avantadan kazandıkları paraların kurumuş kaynağı, eskimiş endüstrisi ve çağın gerisindeki teknolojisi ile AB sona doğru hızla gidiyor. Artık küresel güç değiller ve dünya düzenini de tek başlarına kurmak şans ve olanakları yok….

 

2016 yılı, Batı dünyası ile Türkiye ilişkilerinin bir dönüm noktası ve milat oldu. Artık bu ilişkinin dengesi bozuldu, ibresinin de yönü Türkiye’ye doğru değişti….

 

Prof. Dr. Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: AtaAtun1

 

2 Nisan 2017
Haçlı ruhu gene hortladı için yorumlar kapalı
Okunma 221
bosluk

Rumların kompleksine bakın

Rumların kompleksine bakın

Rumların kompleksine bakın  

 

Kıbrıs Rum Yönetimi Dışişleri Bakanı Yoannis Kasulidis dün bir açıklama yaptı. Bir çok medya kuruluşunun sürpriz olarak nitelemesine rağmen bana göre sürpriz olmayan bir açıklamaydı bu.

 

Rum bakan diyor ki;

1960 yılında kurulan “Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasında yanlışlar yapıldı ve Türklere hak etmedikleri haklar verildi. Azınlık statüsündeki Kıbrıslı Türklere, çoğunluk olan Rumlarla eşit haklar verildi. Artık böyle bir uygulama olamaz. Türklere vatandaşlık hakları vereceğiz, hepsi o kadar. Türkiye’nin garantörlüğü ve Fiili garantisi de kaldırılacak ve bir daha da olmayacak(mış.)

 

Kasulidis’in yediği naneye bakın siz.

Sanki kendisi ve Rumlar, bizler Kıbrıslı Türklere hak vermek yetkisinde, bunu kendi istedikleri kadar verecekler ve akıllarınca da bize lütufta bulunacaklar! Öyle zannediyor Kasulidis. “Aç tavuk kendini arpa ambarında sanırmış” atasözümüze çok da uygun bu kendini bilmezin, kim olduğunun ve karşısındakilerin de kim olduklarının farkında olmadan söyledikleri.

 

Zaten Avrupa Birliğine giriş nedenleri de, asırlardır yaptıkları gibi arkalarına Birliği alıp Türkiye’ye baskı yapmak, aynen Girit’te 120 yıl evvel oynadıkları oyunu sahneye koyarak önce Türk askerinin adadan çekilmesini sağlamak, sonra da Kıbrıslı Türkleri adadan silip atmak.

 

Rum Temsilciler Meclisi eski başkanı Yannakis Omiru’nun dünkü açıklamasını da Kıbrıs konusu ile ilgilenen herkes okumalı. T.C. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Avrupa Birliği üyesi bazı devletlere ve Avrupa Birliği yetkililerine karşı takındığı dik duruşunu kendince  yorumlayan Omiru’nun söyledikleri ibretlik.

 

Omiru diyor ki “Artık Kıbrıs Cumhuriyeti ve Yunanistan’ın bu zamana kadar Türkiye’nin AB’ye üyeliğine verdikleri destekten vazgeçmeleri ve Türkiye-AB üyelik diyaloğunun sonlandırılması tezini ortaya koyup desteklemelerinin vakti gelmiştir.”

 

Eski Rum meclisi başkanı Omiru da, aynen Rum Dışişleri bakanı gibi bir hayal ve megalomanisi içinde. Sanki bugüne değin Türkiye’nin AB’ye girmesi için elden geleni yapmışlar da, şimdi artık yapmayalım diyor. Sanki AB-Türkiye katılım müzakerelerinde yer alan 35 adet başlığının altı tanesine veto koyan kendileri değil. Her fırsatta KKTC’de bulunan Türk Silahlı Kuvvetlerinin adadan gitmesi, Türkiye’nin garantörlüğü ve fiili garantisinin  kaldırılması için elden geleni yapmış olan da kendileri değil!

 

Aklıma en çarpıcı örnek olarak 1974 Mutlu Barış Harekatı sonrasında Cenevre’de başlayan barış görüşmeleri geldi. Görüşmelerin ikinci günü Rum Cumhurbaşkanı Vekili ve Rum Meclisi Başkanı Glafkos Klerides, Rum Milli Muhafız Ordusunun ağrı bir yenilgi alması ve adanın kuzeyindeki toprakların neredeyse yüzde 37’si Türklerin kontrolü altına girmesinden sonra masaya, 1972 yılında Makarios’un “Türklere hiçbir hak vermem, hatta Babutsa Mahallesinin Muhtarlığını bile vermem” diyerek reddettiği anlaşma planını koymuş, rahmetlik Cumhurbaşkanımız Rauf R. Denktaş’a da “Gel bu plan üzerinde anlaşalım” demişti, bizleri aptal zannederek…

 

Ne vakit Türkiye’ye baş kaldırmaya çalışsalar, ne vakit Kıbrıslı Türklerin haklarını yemeğe yeltenseler ve ne vakit ellerindeki ile yetinmeyip fazlasını isteseler, her seferinde de bir şeyler kaybediyorlar, aynen Annan Planı Referandumunda olduğu gibi. O gün “Evet” deselerdi, bu gün ada Rum hakimiyeti altında ve büyük bir olasılıkla da Türklerin nüfusu 50 binlerin altına düşmüş olacaktı. Şükür ki demediler…

 

Prof. Dr. Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: AtaAtun1

 

30 Mart 2017
Rumların kompleksine bakın için yorumlar kapalı
Okunma 181
bosluk

Rumlardan bir ders daha … Yurdagül ATUN

Rumlardan bir ders daha … Yurdagül ATUN

Rumlardan bir ders daha

Yurdagül ATUN

 

AKEL’den dün iki basın açıklaması geldi. Kıbrıslılar bilir ama bilmeyenler için açıklayayım; AKEL, Rum siyasi parti. Bu parti, birçok Rum kuruluşu gibi sık sık Türkçe haberler gönderiyor. Tüm basın kuruluşlarının e mail adresi olsa gerek ki, hepimiz alıyoruz haberleri. Yayınlanır, yayınlanmaz, o basın kuruluşunun bileceği bir şey ama burada, AKEL’in nezdinde Rumlara imrenmemek mümkün değil.

E maille ilgili iki şey söyleyeceğim. Birincisi can yakan bir özeleştiri; Biz, -bizim partilerimiz- Rum haber sitelerine Türkçe basın açıklaması gönderiyor muyuz? Göndermiyorsak neden göndermiyoruz? Hadi akıl etmedik diyelim; Onlardan neden öğrenmiyoruz? Kıbrıslı Türklerin 1955-1974 arasında yaşadıklarını, gettolara hapsedilmelerini, ekonomik baskılara maruz bırakılmalarını, toplu katliamlara uğramalarını, diri diri toprağa gömülmelerini, yakılan yıkılan köylerimizi, Anavatan gelsin, bizi bu acılardan kurtarsın diye bekleştiğimizi, 1974’te Türkiye’nin, mecburiyetten adaya geldiğini anlatamadığımız için Avrupa, ABD ve diğerleri üzerimize çullanırken, hala daha öğrenemedik lobiciliği.

“Adamların genlerinde var” diyeceksiniz, doğrudur ama öğrenilen şeyler de var hayatta. Yazık ki biz görsek de öğrenemiyoruz. Millet olarak hafızamızın vahim durumda oluşu da, Rumlara inanmaya adanmışlara inanılmaz bir koz veriyor.

BM temsilcisi geliyor, AB Komiseri geliyor, müstemleke müfettişleri geliyor… Gelenin gidenin hesabı yok ama nedense ipe sapa gelmez haberler, ‘komşunun kızı demiş ki’ türünden tevatürlerle bunlar maniple ediliyor. Tahriklere varan yayınlarla da Rumları haklı addedip gidiyor. Biz ise sanal bir savaşın kurşun askerleri olarak içimizi rahatlatma adına kendi aramızda kalem oynatıyoruz, nutuk atıyoruz, politika yapıyoruz. Ki, birileri kalkıp Rum tezine çanak tutarsa, bir başkası anavatanımıza hakaret ettiği halde güllerle, barış güvercinleriyle karşılanırsa, dünyanın Rumlara destek vermesinde yadırganacak bir şey yok. Yadırganması gereken, bizim sergilediğimiz aymazlık.

İkincisi basın açıklamasının içeriğiyle ilgili. İçerikte Türkiye’nin NAVTEX yayınlaması eleştiriliyor ve “Türkiye ile Kıbrıs arasındaki münhasır ekonomik bölgenin belirlenmesi gerektiği, bunun da adadaki mevcut durum nedeniyle sadece Kıbrıs sorununun çözümünden sonra ve BM’nin deniz hukuku anlaşmasının maddeleri temelinde çözülebileceği” savunuluyor.
Aptal yerine koymaya devam yani. Şimdi sormak lazım; adadaki mevcut durum çözülmeden sen niye kafana göre imza atıyorsun? Fellik fellik gezip, çıkmamış doğalgazı pazarlamaya, sorunlu bir bölgeye insanları çekmeye çalışıyorsun? Sen yaparken iyi de, Türkiye yapınca mı kötü? Haritayı önüne bir koy, sahil şeridini hesap et. KKTC Türkiye arasındaki bölge de benim, Güney de benim diyemezsin kafana göre. Ha dersen ki biz gazla ilgili adımları çözümden sonra atalım, o olur. Yoksa sana mübah, Türkiye’ye günah! Ne ala memleket ama…

“ Kıbrıslı Türklere 60 Cumhuriyetinde fazla hak verildi”

Alithia gazetesinde, Panayotis Çangaris imzasıyla yayınlanan “neden korkuyorlar ve garanti istiyorlar” başlıklı yazı, Rumların, Kıbrıslı Türklere bakışını, azınlık olarak gördüklerini açık ve net olarak anlatıyor. 1960 Anayasası’nın Kıbrıs Türklere normal demokratik koşullarda sahip olamayacakları imtiyaz ve yetkiler verdiğini savunan Çangaris,  “Mustafa Akıncı ve Kıbrıslı Türklerin, istisna olarak verilen hiçbir imtiyaz ve yetkinin sonsuza dek süremeyeceğini anlamaları gerekecektir” diyor.

Sonuna kadar okumanızı rica edeceğim yazıda özetle şu ifadeler yer alıyor: “Geçmişte ne oldu? Ayrıntılara girmeyeceğiz ve öz-esas (Kasım 1963) üzerinde duracağız: Devleti aksak çalışan bir devlet yapan anayasanın Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasının yeniden düzenlenmesi çabasıydı (tarihte ‘Makarios’un 13 Maddesi’ olarak biliniyor.)

 

Öz; bir toplumun -Helen- anayasanın yeniden düzenlenmesi gerektiğini düşünmesi, diğer toplumun ise -Türk- önerilen düzenlemeyle 1960 Anayasası’nın verdiği imtiyazlarını ve yetkilerini kaybedeceğini ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kendisini azınlık olarak karşılayacak bir devlete dönüşeceğini düşünmesinden dolayı yeniden düzenleme gerekmediğini onaylamasıdır. (Şayet Türk toplumu bunu, çatışmaların provokasyona başlaması için bahane olarak yorumluyorduysa da çok az önemi var). İki noktanın önemi var:

1.1960 Anayasası’nın Türkleri azınlık olarak değil, Kıbrıs’ın Helenleri ile eşit toplum olarak karşılaması ve anayasamızın Türk toplumuna hem o zamanki hem bugünkü demokratik mantığın gerektirdiklerinin ötesinde çok güçlü anayasal yetkiler vermesidir.

2.Türk garantileri vasıtasıyla Kıbrıs’ın Türk toplumunun, Kıbrıs’ın Helen toplumunun hiçbir zaman demokratik mantığı uygulamaya kalkışmayacağına (kalkışsa bile önlem için emniyet sübabı olduğuna) dair korunmuş ve güvende hissetmesidir. ‘Kader’ er ya da geç gelecekti ve bunu biliyorlardı.

 

*İlk hüküm, Kıbrıs Türklerinin gerçekten, 1960 Anayasası’nın kendilerine normal demokratik koşullarda sahip olamayacakları imtiyaz ve yetkiler verdiğini bildikleridir.

 

*İkinci hüküm ise sana fazla gelen ayrıcalık ve yetkiler elde ettiğini bildiğin ve aynı zamanda bunları sürdürmeyi istediğin zaman, bu imtiyaz ve yetkilerin gelecekte hiçbir zaman kaybolmayacağına dair bir ‘koruma kalkanı’ talep etmen mantıklıdır.

*Üçüncü hüküm, ‘Gelecekte neden kaybetsinler’ sorusunun yanıtıdır. Yanıt ise; demokratik bir yönetim şeklinin normal gelişmesinin bir grup insana ırkçı imtiyaz ve yetkilerin verilmesi değil, ırk, din ve etnik kökeninden bağımsız olarak tüm insanların eşit imtiyaz ve yetkilerden yararlanması olduğudur. Yukarıdaki üç hükmü hem Kıbrıs Türkleri hem de Ankara biliyordu. Ve bunları bilmelerinden dolayı ‘demokratik mantıktan’ bağımsız olarak Türk garantilerinin sonsuza dek imtiyaz ve yetkiler sağlayacağını düşünüyorlar.

Söz konusu olan tam olarak budur. Mustafa Akıncı ve Kıbrıslı Türklerin, istisna olarak verilen hiçbir imtiyaz ve yetkinin sonsuza dek süremeyeceğini anlamaları gerekecektir.”

Rumların, dörde bir oranlamasının, dört özgürlüğün rahatlığıyla adaya yayılacak olmasının sakıncalarını, Kıbrıslı Türkleri ayrıcalıklı azınlık olarak gördüklerini dile getirenleri “barış düşmanı” olarak nitelendirenlere yukarıdaki yazıyı iki kez okumalarını tavsiye ediyorum. Bilsinler ki bu adada kan, gözyaşı istemediğimiz içindir tüm çabamız. Dili, dini, kültürü, ağladıkları-güldükleri günleri/bayramları ayrı iki toplumu zoraki biraraya getirmek için uğraşıyor, adadaki huzuru kıskanan savaş simsarları.

Yurdagül ATUN

29 Mart 2017
Rumlardan bir ders daha … Yurdagül ATUN için yorumlar kapalı
Okunma 187
bosluk

Anastasiadis: “Kıbrıslı Hellenizm”

Anastasiadis: “Kıbrıslı Hellenizm”

Anastasiadis: “Kıbrıslı Hellenizm”  

 

Anastasiadis, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres ile 23 Mart günü yaptığı görüşmeden sonra bir açıklama yaptı. Bu açıklamanın satır aralarında kullandığı kelimeler ibretlik. Bizim içimizde kendilerini “Türkçe konuşan Kıbrıslı” diye tanıtanlara hayal içinde olduklarının dersini veriyor Anastasiadis.

 

Görüşmeden sonra gazetecilerin sorularını yanıtlayan Anastasiadis, Guterres ile Eide arasında farklı bir yaklaşım saptayıp saptamadığı sorusu üzerine yaptığı açıklama içinde yer alan bir paragraf aynı aşağıdaki gibi, kelimesi kelimesine:

Farklı bir yaklaşım olduğunu sanmıyorum. Bu ne herhangi bir arabulucu ne de Avrupa Birliği’nin meselesidir. Nüfusun demografik oluşumunu değiştirebilecek ya da “Kıbrıs’ın Helenizm”ini tehlikeye atacak bir isteğin uygulanması “Kıbrıslı Helenizm”i için bir tehlike teşkil ediyorsa, hiçbir üçüncü şahsın bunun kabul edilmesi ve uzlaşıya varılması konusunda dayatma uygulayamaz.

 

Kıbrıs’ın Hellenizm”i ve “Kıbrıslı Helenizm” tanımları, bizim aramızdaki kendini “Türkçe konuşan Kıbrıslı” diye tanımlayan kesimler için ders niteliğinde bir tanımlama. Anastasiadis’in ağzından daha bugüne değin “Rumca konuşan Kıbrıslı” veya da “Rumca konuşan Kıbrıslılar” gibi bir laf duymadım. “Biz Heleniz”den başka bir tanımlama da duymadım. Rumlarda Kıbrıslılık olgusu yok, sadece ve sadece “Helen” ırkından olmak olgusu var. Bu inanışlarının kökeni de Bizans dönemine dayandırılmakta. Kendilerini “Bizans’ın torunları” olarak has be has “Helen” addetmekte Rum adadaşlarımız.

 

Kıbrıs’ın Hellenizm”i ve “Kıbrıslı Helenizm” tanımları da Kıbrıs adasının Helen dünyasının bir parçası olması ve aynı ülküyü taşıması, diğeri de Kıbrıslı Rumların akıllarındaki ve ruhlarındaki Helen ırkından olmak duygusu ve ülküsüdür. Agona’ları da, yani “en büyük hedefleri” de adadaki Türklerle mücadele edip adayı Yunanistan’a bağlamaktır. Bu düşünce ve idealleri içinde, Kıbrıslı Türklere” ve de kendilerinin Türk olmadıklarını vurgulamak için “Türkçe konuşan Kıbrıslı” diye kendilerini tanıtan kişilere yer yoktur. Olsa olsa, bu kendilerini “Türkçe konuşan Kıbrıslı” diye tanıtan ve ırklarının ne olduğu belirsiz kişilere verecekleri hak sadece vatandaşlık hakları olabilir aynen Rum kesiminde yaşayan Maronitler’e, Ermeniler’e ve Venedik döneminden kalan Katolikleri tanımlamak için kullandıkları Latinler’e verdikleri haklar kadar. Zaten 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasında “Maronitler, Ermeniler ve Latinler “Azınlık” olarak tanımlanmasalardı 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Temsilciler Meclisinde (Parlamento) birer adet, konuşma hakkı olan ama oy kullanma hakkı olmayan sandalyeye de sahip olamazlardı. 1960’dan günümüze kadar çoktan asimile olup Rumlaşırlardı.

 

Lüzinyan, Venedik ve Osmanlı devrini anlatan tarih kitaplarında, batılı tarihçilerin kitaplarında ve Milat sonrasında çeşitli asırlar içinde adamıza gelip, her yeri dolaşarak gözlemlerini anı notlarına döken 167 Avrupalı gezginin notlarında da kendilerini “Türkçe konuşan Kıbrıslılar” diye tanıtan ve soyu sopu belli olmayan bu güruha, bu ırka veya da bir millete ait en ufak bir not yok. Nereden çıktı bu “Türkçe konuşan Kıbrıslılar” tanımlaması, soyları sopları nereye dayanıyor pek de anlamış değilim, son 2 bin yıllık Kıbrıs tarihini tüm detayları ile neredeyse ezbere bilmeme rağmen.

 

Rumlar için varsa da yoksa da kendi “Helen” ırkları, “Kıbrıs’ın Hellenizm”i ve “Kıbrıslı Helenizm”leri. Bu tanımlamaların içinde ne Katolik Maronitlere, ne Katolik Latinlere ve ne de yarı Ortodoks olarak tanımlanabilecek Gregoryen Ermenilere ait tek bir yer yoktur. “Türkçe konuşan Kıbrıslılar”a ise hiçbir yer yoktur, zaten olamaz da Helen ırkından olmadıkları için.

 

Anastasiadis’in açıklamasındaki bir diğer önemli yer de ilgili paragrafın son cümlesi. “Kıbrıs’ın Helenizm”ini tehlikeye atacak bir isteğin uygulanması “Kıbrıslı Helenizm”i için bir tehlike teşkil ediyorsa, hiçbir üçüncü şahsın bunun kabul edilmesi ve uzlaşıya varılması konusunda dayatma uygulayamaz.” Özetle Anastasiadis bu son cümle ile, hiçbir kimse bizi ve Kıbrıs adasını “Helen” olmaktan çıkaramaz, herhangi bir dayatma da yapamaz diyor. Yaparsa “giyeriz çizmeleri, takarız silahları ve Agona’mızı başlatırız”ın mesajını veriyor.

 

Kendilerini “Türkçe konuşan Kıbrıslılar” diye tanıtan, Türklükten imtina eden, ne oldukları belirsiz kişilerin kulaklarına küpe olsun Anastasiadis’in bu sözleri.

 

Prof. Dr. Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: AtaAtun1

26 Mart 2017
Anastasiadis: “Kıbrıslı Hellenizm” için yorumlar kapalı
Okunma 268
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar