Günümüzde siyaseti iyi değerlendirebilen akademisyenin, siyasi analistin ve deneyimli politikacının öngörüsü AB’nin eski gücünün kalmadığı ve ömrünün de uzun olmadığı yönünde.
AB mutfağında pişen yemekten gelen kötü kokular benim burnuma evvelki yıl gelmeye başlamıştı ve son iki yıldır da bu görüşümü zaman zaman yazılarıma aktardım. Halk dili ile AB’nin pili bitmek üzere. Geleceği çokta parlak değil.
Kıbrıs Rum Yönetimini 1 Mayıs 2004 tarihinde AB’ye kabul etmekle AB kalitesinden ve güvenilirliğinde çok şey kaybetti. Özellikle de Romanya ve Bulgaristan’ı alıp, Türkiye’yi kapıda oyalamakla Avrupa’nın kaybı, beklenilenden de fazla olmaya başladı.
Türk halkının AB’ye katılma arzusu ve isteği yüzde 20 ile otuz arasında bir yukarı çıkıyor, bir aşağı iniyor. Kapıda kasten bekletildikçe de bu yüzdelik tek haneli sayılara kadar da gerileyecek. Şu anda bir nebze olsun var olan katılım isteği birkaç yıl içinde de toprak olacak, mazinin bir hatırası olarak belleklerde yer edecek.
Türk siyasilerin AB’nin gerçek yüzünü net bir şekilde görmesi, AB’nin Türkiye’yi kapıda bekletmek ve üye yapmamak için piyon olarak Kıbrıs Rum Yönetimini kullanması artık bıkkınlık verdi. Batının Türkiye’ye hayrının dokunmayacağını anlayan siyasiler, ister istemez yüzlerini Şangay Ekonomik İşbirliği örgütüne doğru çevirdiler ve Türk-Rus yakınlaşması da kendiliğinden başlamış oldu.
Türkiye, Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasların tartışmasız lideri konumunda şu anda. Hem politik, hem askeri hem de ekonomik lideri bölgenin. Batısında ne Avrupa’nın şımarık çocuğu Yunanistan’ın, ne Bulgaristan’ın, ne de eski Yugoslavya’nın Balkanlara dağılmış devletlerinin esamesi okunmakta. Ortadoğu’da ve Kafkaslar’da da kendine rakip olabilecek tek bir devlet bile yok.
***
Almanya Avrupa Birliğinin çekirdek gücü. Arkasından Fransa, sonra da İtalya geliyor. İtalya batak halde, Fransa ise batmanın eşiğinde. Ekonomileri iyi gitmiyor. İtalya AB’den ayrılmak için uygun bir ortam ve fırsat bekliyor.
Almanya, AB’yi tek başına sürüklemeye çalışıyor ama Yunanistan, Bulgaristan, Romanya gibi gelişmemiş ve ekonomileri batak ülkeler ayağına iyice dolanmış durumda.
Almanya’nın Türkiye ile yaşadığı son kriz bütün dengeleri bozdu. Rusya ile Türkiye’nin, Rus Başkan Vladimir Putin ile Türk Başkan Recep T. Erdoğan arasındaki yakınlaşma hem Almanya’yı hem de ABD’yi ürküttü.
ABD perde arkasında Türkiye’ye olağan üstü baskı ve şantaj yapmakta ve yeri gelince de tehditler savurmaktaydı bu ilişkilerin daha da ileriye götürülmemesi için. Yeni seçilen Başkan Donald Trump’ın şimdilik gözle görülebilen politikası içinde Türkiye ile düşman yerine dost olmak var. Başkan Trump, State Department (Dışişleri Bakanlığı), Pentagon ve CIA’yi dizginleyebilirse Türkiye-ABD arasında yeni bir bahar başlayabilir. Zaten Başkan Trump günümüzde Rusya ile soğuk savaş başlatmak yerine dostluk kurmayı ve bazı konularda da işbirliği yapmayı kafasından geçiriyor.
Almanya ile Türkiye arasında son günlerde yaşanan sorun ise son 99 yılda yaşananların en büyüğü. Almanya hem Türkiye’nin çoklu bölgesel gücünden çekiniyor hem de Almanya’da yaşamlarını sürdüren 4 milyona yakın Türk’ten. Aynı şekilde Rusya’dan da büyük çekinceleri ve korkusu var. Bu nedenle de ABD’nin Türkiye ve Rusya ile yakınlaşmasına karşı.
ABD’de, Pentagon’un ve CIA’nın sözünü ve dişini geçiremediği Donald Trump’ın Başkan seçilmesi, Türkiye’nin bölgede çoklu güç pozisyonuna yükselmesi, Başkan Putin’in Rusya’yı tekrar dünya gücü haline sokması, bölgede geçmişten çok daha farklı bir siyasi dengenin kurulacağının habercisi. Bekleyip göreceğiz ama Türkiye’nin yönetilen ve her seferinde de kaybeden yerine, yöneten ve kazanan olacağı kesin gibi duruyor bu sefer…
Prof. Dr. Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
http://www.twitter.com/ataatun
10 Mart 2017
Rumların ne yaptığını ve ne hedeflediğini bilmek için Rumları tanımak gerekiyor.
Ben bu nedenle de Kıbrıs Rum Yönetimi Başkanı Nikos Anastasiadis’i, adada egemen Rum devleti kurmak için gösterdiği gayretleri, ELAM’ın Enosis Plebisiti’nin okullarda okutulması konusundaki girişimlerini, her zaman yaptıkları gibi buldukları yerde Türklere saldırmalarını ve adayı Yunanistan’a bağlamak düşüncelerini çokta hayretle karşılamıyorum. Tarihi geçmişleri hep Enosis girişimleri ile dolu, Enosis hayalleri ile süslü.
Bir evvelki yazımda söz ettiğim gibi, Rum bir annenin Politis radyosuna çıkıp “Ben kızımın lisede Rumcaya çevrilmiş Kıbrıs Türk edebi eserlerini öğrenmesini istemiyorum. Kıbrıs’ta eğitimleri, kültürleri, tarihleri ve dinleri aynı olmayan iki ayrı toplumdan söz ediyoruz. Ortak hiçbir şeyimiz yok” şeklinde konuşması, Rum Eğitim Bakanına protesto yazısı yazması ve Anastasiadis’in de bunun olağan bir tavır olarak değerlendirmesi, gerçekte Kıbrıslı Rumlar açısından çok doğal bir davranış biçimi.
Anastasiadis’in, söz konusu Rum annenin ve Kıbrıslı Rumların neredeyse tümünün niye Kıbrıslı Türklerle ortak bir devlet istemediklerinin kökeni, gerçekte yakın tarihimizde yatmaktadır. Kıbrıslı Türkleri azınlık görmek ve buna göre yeni kurulacak devleti şekillendirmek kavramı Anastasiadis’e ait değildir. Neredeyse 200 yıllık bir istektir bu ve her Kıbrıslı Rum’un kafasına da çiviyle kazınmıştır. Anastasiadis bu kavramla büyümüş, Başkanlık koltuğuna oturunca miras olarak bulmuş, kendisinden sonrakine de miras olarak bırakacaktır. Bu istek yıllarca, asırlarca devam edecektir ta ki gerçekleşene dek.
Megali İdea ve Enosis yani Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması, ilk Megali İdea haritasının çizildiği 1791 yılında kafalarda şekillenmiş, 1821 Mora isyanından sonra da Yunanistan, ilk kez Enosis fikrini resmi ağızdan ortaya atmış ve adanın kendisine bağlanmasını talep etmişti.
1878 yılının Temmuz ayında Lefkoşa’ya Türk bayrağı yerine İngiliz bayrağı çekilirken, Kıbrıslı Rumlar İngiliz idaresini alkışlayarak bu değişikliğin kendilerine Enosis yolunu açacağını düşünmüşler ve Enosis isteklerini her ortamda ortaya koymaya başlamışlardı.
Olayları çok yakından takip eden İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi Henry Layard, 1 Ağustos 1878 tarihinde Dışişleri Bakanı Lord Salisbury’e gönderdiği bir raporda “Rumlar Türkleri her şeyden yoksun bırakmak ve adadan kovmak gayesiyle büyük çaba harcayacaklardır. Bütün Kıbrıs topraklarını elde etmek için her türlü sahtekarlığı yapacaklar ve böylece Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak isteyeceklerdir” yazmış, gözlemlerini bu sözlerle iletmişti. Belli ki Henry Layard çok iyi bir diplomattı ve hiç yanılmadı.
Rumlar Enosis girişimlerinden hiç yılmamışlar, 1907 yılında adayı ziyaret eden Churchill’e Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmek isteklerini iletmişlerdi. Yunanistan’ın Kıbrıs’ı resmen talep etmesi ise I. Dünya savaşı sonunda, 30 Aralık 1918 yılında gerçekleşti ama İngilizler kendilerine Kıbrıs yerine Batı Anadolu’yu gösterdiler.
25 Mart 1921 tarihinde Güzelyurt’taki (Omorfo) Serhatköy’de (Filya) Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhâkını istedikleri ilk plebisitlerini (halk oylaması) yaptılar. Plebisit sonrası yaptıkları Enosis başvuruları ise İngilizler tarafından derhal reddedildi. İngiliz Hükûmeti Ortadoğu politikasında yaptığı değişiklik sonucu Rumlardan yüz çevirince, Enosis hayallerinin suya düştüğünü gören Rumlar vergi kanununu bahane ederek 21 Ekim 1931 tarihinde ilk isyanlarını yaptılar. Vali konağını ateşe veren isyancıları İngilizler, Mısır’dan getirdikleri takviye kuvvetlerle bastırılabildi ancak.
Kıbrıslı Rumların neredeyse bir buçuk asırdır bekledikleri, uğruna isyan ettikleri Enosis, ilk kez 1939 yılında kapılarını çaldı. İngiltere Yunanistan’a, II. Dünya savaşında kendi taraflarında savaşa katılmaları halinde Kıbrıs’ı kendilerine vermeyi önerdi ama bu teklifi Yunanistan hükümeti reddetti. Kıbrıslı Rumlar bir türlü Yunan hükümetini buna razı edemediler ve adanın Yunan toprağı olması direkten döndü, 143 yıllık çabaları da heba oldu. Yoksa daha o günden Kıbrıs adası Yunanistan’ın bir vilayeti olmuştu.
15-20 Ocak 1950 tarihinde Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi önderliğinde yapılan “plebisit” ile Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhâkı Kıbrıslı Rumlar tarafından tekrar istendi ama İngiltere bu isteği gene reddetti.
Enosis konusunda benim için önemli olan son “Etnarh” yani “Dini ve Siyasi lider” Makarios’un, 1 Mart 1964 tarihinde Yunanistan Başbakanı Papandreu’ya gönderdiği mektubun içinde yer alan “Amacımız Sayın Başkan, Zürih-Londra Anlaşmaları’nı ortadan kaldırmak ve Kıbrıs Helenizm’inin anavatan ile anlaşarak kendi geleceğini tayin etmek ve özgür duruma getirmektir” cümlesi ve içindeki niyettir. Hiçbir Kıbrıs Rum liderinin bunun dışına çıkamayacağını hepimizin bilmesi ve gelecek ile ilgili stratejimizi de buna göre yapmamız gerekmektedir.
Prof. Dr. Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
6 Mart 2017
Rum Anne: Kültürümüz farklı
Politis gazetesinde 12 Ekim 2016 tarihinde benim ve eşimin çok dikkatini çeken bir haber yayınlanmıştı. Bize göre önemliydi bu haber ve birgün gelir lazım olur diye beynimizin bir köşesine not etmiştik.
Aynı tarihlerde, yani Ekimin ayının ikinci haftasında, Kıbrıs Türk edebi eserlerinin tarih ve çağdaş Yunan dili derslerinde okutulması konusu Kıbrıs Rum Meclisine Rum Eğitim Bakanlığının önerisi ile hükümet tarafından önerilmiş ve Rum Meclisinin Eğitim Komitesi gündemine görüşülmek ve tartışılmak üzere alınmıştı.
Aradan 5 aya yakın bir süre geçmiş olmasına karşın ELAM Milletvekili Linos Papayannis, DİKO Milletvekili Panikos Leonidu ve Vatandaşlar İttifakı Milletvekili Pavlos Milonas’ın gayretleri, çabaları ve karşı koymaları ile söz konusu öneri halen daha beklemede. Bu gidişle müzakerelerin sonuna kadar da orada bekletilecek. Anastasiadis ve ekibinin, zikri de fikri de son günlerin “Enosis” tartılmasıyla ortaya çıktı zaten. Bizleri BM’nin 45 yıllık Kıbrıs müktesebatındaki “Siyasi eşitlik” koşuluna rağmen “Azınlık” görmekteler ve Rum çoğunluğa kayıtsız koşulsuz “Biat etmemizi” istemekteler. Kıbrıslı Rumlara göre “bizler azınlık olmayı kabul edelim veya da bize zorla AB, BM, ABD ve benzeri Hristiyan kulübü üyelerinin baskısıyla bunu kabul ettirsinler de”, gerisi teferruat.
Bırakın yeni kurulacak devlete ortak olmamızı, kültürümüzü, edebiyatımızı bile öğrenmek istemiyorlar.
Gelelim en başta yazdığımız ve bizim dikkatimizi celbeden habere; 12 Ekim günü Politis gazetesinin 107.6 frekansından yayın yapan radyosuna konuk olan Kıbrıslı Rum bir anne, kendisi ile yapılan söyleşide kızının, Kıbrıs Türk Edebiyatı metinleri (Yunancaya tercüme) dersinden muaf tutulmasını talep etti. Buna gerekçe olarak da, “güven yaratıcı önlemler çerçevesinde Türk işgali altındaki bölgelerdeki öğrencilere Kıbrıslı Rum edebiyatı Yunanca tercümeyle öğretiliyor mu? Daha çözüm bulunmamışken, eğitimimizi yabancılaştırmaya bizi asimile etmeye çalışıyorlar” yanıtını verdi.
Kıbrıs Rum anneye söz konusu Yunancaya tercüme dersinde Türkiye’nin veya da Türkiyeli edebiyatçıların değil, Kıbrıslı Türk edebiyatçılar tarafından yazılan Kıbrıs Türk edebiyatı eserlerinin öğretileceği hatırlatılınca da son noktayı koydu. Hem kendi hem de Kıbrıs’taki Rumların büyük çoğunluğunun aklında olan “eğitimleri, kültürleri, tarihleri ve dinleri aynı olmayan iki ayrı toplumdan söz ediyoruz. Ortak hiçbir şeyimiz yok” düşüncesi ağzından dökülüverdi radyonun mikrofonlarına.
Ve bu kızı lisede okuyan anne, radyo mikrofonundan aklındakileri söylemekle yetinmedi Rum Eğitim Bakanlığı’na da bir dilekçe gönderdi. Gönderdiği dilekçesinde de “çocuğumun Helen Hıristiyan idealleriyle büyümesini istiyorum. Kıbrıslı Türklerle ortak hiçbir şeyimiz yok” diyerek kızının Kıbrıs Türk Edebiyatı dersinden muaf tutulmasını talep etti.
Yani kadın aslında kimsenin kabul etmek istemediği gerçeği gözler önüne serdi. Dili, dini, kültürü bir Almanya’nın yeniden birleşmesini, Kıbrıs’ın birleşmesi için örnek gösterenlere cevap olmuş Rum kadının söyledikleri.
Ne diyelim; Bizlere, Rumların geçmişte uyguladıkları katliamları, yaptıkları soykırımı unutturmaya çalışan, Rumları barış havarisi gibi tanıtmaya çalışan ve ada üzerinde azınlık olarak kalmamız için, Kıbrıs adasında nüfusumuzun artmasına ve Rumlarla eşit sayıya gelmesini canla, başla çalışarak önleyenler utansın. Sayelerinde artık azınlık sınıfına sokulduk. Rumlar bırakın yönetime ortak olmamızı ve birlikte yeni bir devlet kurmamızı, kültürümüzü, edebiyatımızı bile okumak, öğrenmek istemezken neyi nasıl birleştireceğiz anlamak mümkün değil.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
3 Mart 2017
Rumlarda sancı başladı
Bu aralar gözüm ABD’de, Başkan Trump’ta, FED’de ve Çin’de.
Yan gözle de AB’ye bakıyorum. Halk diliyle, AB’nin işi boru, bu gidişle 2020 yılını görür mü çok da emin değilim.
ABD’de FED (Amerikan Merkez Bankası) ile Başkan Trump arasında ölümüne bir savaş başladı. Çıngar Nisan’da veya en geç Mayıs’ta kopacak.
Çiçeği burnunda ama bir yönetim sihirbazı olan Başkan Trump’ın FED konusunda, 1963 yılının Kasım ayında Teksas’ta kendisine yapılan bir suikast sonucu hayatını kaybeden John F. Kennedy’in yaptığı hataya düşmeyeceğine inanıyorum. Her ne kadar net olarak açıklanmadıysa da John F. Kennedy’e yapılan dâhiye senaryolu suikastın gerçek nedeni FED’i millileştirmek yani 8 ünlü Yahudi ailesinin kontrolünde olan Amerikan Merkez Bankasını, ABD hükümetinin yönetimi altına sokmak istemesiydi. Kısa süreliğine bunu başardı ama hayatı ile ödedi. Sonra FED gene eski sahiplerine geri döndü.
FED dünyanın en güçlü özel bankasıdır. Kurulduğu günden beridir de, Rockefeller ailesi, Rothschild ailesi, Goldman ailesi, Lehman ailesi, Kuhn ailesi, Warburg ailesi, Moses ailesi, Lazard ailesi tarafından eşit yetkilerle yönetilir ve dünyadaki para sistemini istediği gibi idare ve kontrol eder.
Savaş, büyük savaş. Öyle bildiğiniz, gördüğünüz, duyduğunuz gibi bir savaş değil. Bu savaşın oluşturacağı depremden sonraki artçı ama ufak depremler tüm dünya ülkelerini etkileyecek.
(Bir başka yazımda da baştan sona FED’in gerçek hikayesini yazacağım.)
FED’e paralel olarak New York Borsası da dünyanın en önemli borsası. Doğal olarak Londra Borsası, Amsterdam Borsası, Tokyo Borsası, Pekin Borsası, İstanbul Borsası gibi güçlü borsalar da New York borsasını güç sıralamasında takip ederler, aynı kuralları uygular.
Borsalara kote olan şirketler, hisselerini halka açmış şirketlerdir ve borsada dönen paraların tümü de halkın, hayat boyu çalışıp yemeden, içmeden biriktirdiği birikimleridir. Bu nedenle de borsalara kote şirketler yapacakları yatırımlar için önce bağlı oldukları borsadan izin almak zorundadır. Kendi keyifleri istediği gibi halkın parası ile yatırım yapamazlar.
Lafı dolandırmayalım; Kıbrıs sorunundaki çözümün birkaç bacağı var bunlardan bir tanesi de, direkt olarak dünyadaki her ülkede uygulanmakta olan borsa sistemi ile sıkı sıkıya ilişkili.
Cumhurbaşkanı Akıncı’nın müzakere masasına şerh koymasının ve Pakistan İslam Cumhuriyeti’nin davetlisi olarak 13. Ekonomik İşbirliği Teşkilatı Zirve Toplantısı’na katılmasının Başkan Anastasiadis’i, Dışişleri Bakanı Katsulidis’i ve Kıbrıs Rum Yönetimini toptan telaşlandırmasının nedeni, gerçekte ekonomik iflastan kurtulmak için bel bağladıkları ve bu konuda AB’yi arkalarına alıp her türlü düzenbazlığı yapmayı göze aldıkları, sözde Münhasır Ekonomik Bölgeleri içindeki “Afrodit” adını verdikleri parseldeki doğalgaz rezervleri.
Borsalar, halkın parasını ve birikimlerini korumakla görevli oldukları için kendilerine kote olmuş şirketlere sadece ve sadece yüzde yüz sağlıklı ve sağlam yatırımlara izin verirler. Sorunlu bölgelerde asla ve asla borsalara kote şirketler yatırım yapamaz.
İşte Rumların son zamanlardaki telaşı bundan kaynaklanıyor. Birileri Rumların kulağına fısıldamayı ve dikkatlerini, “Enosis”ten, müzakereleri bir şekilde olumlu sonuçlandırmaya çevirmenin şart olduğuna ikna etmeyi başardı. Kendilerine, “Adada somut bir anlaşma olmazsa gaz da yok, petrol de yok. Hiçbir şirket gelip sorunlu bölgeye yatırım yapmak izni alamaz” dendi ve yatırımcı şirketler de frene basmak zorunda kaldı….
Prof. Dr. Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
27 Şubat 2017
Rumlar savaş tazminatı isteyeceklermiş
Geçen hafta Kıbrıs Rum tarafından yapılan bir ankete göre Rumların yüzde 87,2’si, 1974 Barış harekatı ile ilgili olarak Türk devletinin tazminat ödemesi gerektiğini düşünüyormuş.
Buna tam da “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” demek gerekiyor.
Sen 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyetini, adayı Yunanistan’a bağlamak için yık.
21 Aralık 1963 gecesi Kıbrıslı Türklere silahlı saldırıda bulun.
1963-1974 yılları arasında Kıbrıslı Türklere soykırım uygula.
15 Temmuz 1974 tarihinde adayı Yunanistan’a bağlamak için darbe yap, Makarios’u devir.
Fırsattan istifade Makarios’çuları ve AKEL’ci komünistleri topluca kurşuna diz, infaz et.
17 Temmuz 1974 tarihinde “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”ni ilan et ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin statüsünü boz.
18 Temmuz 1974m günü devrik Cumhurbaşkanı Makarios, New York’ta BM Güvenlik Konseyinde konuşma yapsın ve Kıbrıs adası Yunanistan tarafından işgal edilmiştir desin.
20 Temmuz 1974 sabahı. Adanın statüsünün bozulması nedeni ile 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası EK I, Madde 4 uyarınca garantör olarak adaya askeri müdahalede bulunsun.
Sen bozulan düzeni yerine koymamak ve 4 Mart 1964 tarihli BM Güvenlik Konseyi’nin 541 no.lu kararının arkasına saklanıp 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti statüsünü iade etmemek için 43 yıl müzakereleri sürüncemede bırak.
Sonra da Türkiye’den utanmadan, sıkılmadan savaş tazminatı istemeye hazırlan.
Sanırım Rumlar akıllarını peynir ekmekle yemişler. Bunun başka türlü bir izahı olamaz.
***
İkinci Barış Harekatının son günü olan 16 Ağustos 1974`den beridir Kıbrıs adasında bir tek kurşun atılmadı. Bunun nedeni adaya barışın gelmiş olması değil, Rum Milli Muhafız Ordusundan (RMMO) çok daha güçlü olan ve dünyanın dördüncü büyük ve güçlü ordusu olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) bir parçası olan Türk Barış Kuvvetlerinin (TBK) adadaki varlığıdır.
Benim yarım asırdan fazla bir zamandır yakından tanıdığım Rumlar, İkinci Barış Harekatından bu güne kadar geçen zaman dilimi içerisinde kendilerini güçlü hissetmiş olsalardı, hiç bir anlaşmayı, hiç bir uluslararası kuralı dikkate almaz, hayali bir gerekçe yaratıp Kıbrıslı Türklere saldırır, katliamlar yapar, arkasından da 21 Aralık 1963 ‘ de yaptıkları gibi “Türkler isyan etti ” deyip birde üste çıkarlardı.
Ama adada TSK’nın varlığı, gücü ve 1974 yılında ortaya koyduğu muharebe yeteneği Rumları bir maceraya atılmaktan şimdiye dek korudu. Zaman zaman megalomani yani büyüklük kompleksinde kapılırlar ve 15 Mayıs 1919’da yaptıkları gibi Ankara’ya kadar Anadolu’nun batı yarısını fethetmek gibi hayallere kapılırlar veya da 1974 yılında yaptıkları gibi Türkiye’yi ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti üzerinde Türkiye’nin garantörlüğünü yok sayıp adada Kıbrıs Helen Cumhuriyetini ilan ederler ve Yunanistan’a ilhak olduklarını açıklarlar.
Rum’dur bunlar, herşey beklenir kendilerinden.
16 Ağustos 1974 günü, İkinci Barış Harekatı’nın başlamasından yaklaşık 60 saat sonra, New York ile aramızdaki saat farkından olsa gerek, akşam üstü BM Güvenlik Konseyi
Ateş Kes çağrısı yaptı ve Türk Ordusu ilerlemeyi, RMMO’da kaçmayı durdurdu. Maraşlı Rumlar da, Türk Ordusu’nun korkusundan bir gün evvelsinden boşalttıkları şehre, bir gecede sınırlar belirginleşmiş olduğundan ateşkesten sonra geri dönemediler.
Türk Barış Kuvvetlerinin adadaki varlığı S.O.F.A.’ya (Status Of Forces Agreement) yani Askeri Güçlerin Statüsü Antlaşması’na göre yasal konumda ve Kıbrıs Adasında yaşayan iki ana halk olan Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar arasında bir Barış Antlaşması imzalanmadan da sona ermeyecek veya da farklı bir statüye dönüşmeyecek.
S.O.F.A.’nın birçok kişi tarafından bilinmeyen bir sonucu da, aynen II. Dünya Savaşında Fransız Vichy Hükümetinin Alman ordularının tüm masraflarını ödediği gibi barış antlaşması sonrasında ortaya çıkacak yeni devletin veya da antlaşma olmazsa Kıbrıslı Rumların, 20 Temmuz 1974 tarihinde adanın Rumlar tarafından bozulan statüsünü 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası Ek I. Madde 4’e göre yerine tekrardan koymak için müdahale eden ve o günden sonra da adada varlığını sürdürmek zorunda kalan Türk Barış Kuvvetlerinin, Ateşkes Antlaşması imzalanana dek yaptığı tüm masrafları ödemek zorunda olduğudur.
Bunu ben iddia etmiyorum, içtihat haline dönüşmüş uluslararası kurallar söylemekte.
Tüm bu gerçeklikler huzurunda, savaş tazminatı ödeyecek birileri varsa, onlar da Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan’dır.
Zaten zamanı gelince bu tazminatlar da kendilerinden istenecek.
Prof. Dr. Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
24 Şubat 2017