Anastasiadis: “Kıbrıslı Hellenizm”
Anastasiadis, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres ile 23 Mart günü yaptığı görüşmeden sonra bir açıklama yaptı. Bu açıklamanın satır aralarında kullandığı kelimeler ibretlik. Bizim içimizde kendilerini “Türkçe konuşan Kıbrıslı” diye tanıtanlara hayal içinde olduklarının dersini veriyor Anastasiadis.
Görüşmeden sonra gazetecilerin sorularını yanıtlayan Anastasiadis, Guterres ile Eide arasında farklı bir yaklaşım saptayıp saptamadığı sorusu üzerine yaptığı açıklama içinde yer alan bir paragraf aynı aşağıdaki gibi, kelimesi kelimesine:
“Farklı bir yaklaşım olduğunu sanmıyorum. Bu ne herhangi bir arabulucu ne de Avrupa Birliği’nin meselesidir. Nüfusun demografik oluşumunu değiştirebilecek ya da “Kıbrıs’ın Helenizm”ini tehlikeye atacak bir isteğin uygulanması “Kıbrıslı Helenizm”i için bir tehlike teşkil ediyorsa, hiçbir üçüncü şahsın bunun kabul edilmesi ve uzlaşıya varılması konusunda dayatma uygulayamaz.”
“Kıbrıs’ın Hellenizm”i ve “Kıbrıslı Helenizm” tanımları, bizim aramızdaki kendini “Türkçe konuşan Kıbrıslı” diye tanımlayan kesimler için ders niteliğinde bir tanımlama. Anastasiadis’in ağzından daha bugüne değin “Rumca konuşan Kıbrıslı” veya da “Rumca konuşan Kıbrıslılar” gibi bir laf duymadım. “Biz Heleniz”den başka bir tanımlama da duymadım. Rumlarda Kıbrıslılık olgusu yok, sadece ve sadece “Helen” ırkından olmak olgusu var. Bu inanışlarının kökeni de Bizans dönemine dayandırılmakta. Kendilerini “Bizans’ın torunları” olarak has be has “Helen” addetmekte Rum adadaşlarımız.
“Kıbrıs’ın Hellenizm”i ve “Kıbrıslı Helenizm” tanımları da Kıbrıs adasının Helen dünyasının bir parçası olması ve aynı ülküyü taşıması, diğeri de Kıbrıslı Rumların akıllarındaki ve ruhlarındaki Helen ırkından olmak duygusu ve ülküsüdür. Agona’ları da, yani “en büyük hedefleri” de adadaki Türklerle mücadele edip adayı Yunanistan’a bağlamaktır. Bu düşünce ve idealleri içinde, Kıbrıslı Türklere” ve de kendilerinin Türk olmadıklarını vurgulamak için “Türkçe konuşan Kıbrıslı” diye kendilerini tanıtan kişilere yer yoktur. Olsa olsa, bu kendilerini “Türkçe konuşan Kıbrıslı” diye tanıtan ve ırklarının ne olduğu belirsiz kişilere verecekleri hak sadece vatandaşlık hakları olabilir aynen Rum kesiminde yaşayan Maronitler’e, Ermeniler’e ve Venedik döneminden kalan Katolikleri tanımlamak için kullandıkları Latinler’e verdikleri haklar kadar. Zaten 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasında “Maronitler, Ermeniler ve Latinler “Azınlık” olarak tanımlanmasalardı 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Temsilciler Meclisinde (Parlamento) birer adet, konuşma hakkı olan ama oy kullanma hakkı olmayan sandalyeye de sahip olamazlardı. 1960’dan günümüze kadar çoktan asimile olup Rumlaşırlardı.
Lüzinyan, Venedik ve Osmanlı devrini anlatan tarih kitaplarında, batılı tarihçilerin kitaplarında ve Milat sonrasında çeşitli asırlar içinde adamıza gelip, her yeri dolaşarak gözlemlerini anı notlarına döken 167 Avrupalı gezginin notlarında da kendilerini “Türkçe konuşan Kıbrıslılar” diye tanıtan ve soyu sopu belli olmayan bu güruha, bu ırka veya da bir millete ait en ufak bir not yok. Nereden çıktı bu “Türkçe konuşan Kıbrıslılar” tanımlaması, soyları sopları nereye dayanıyor pek de anlamış değilim, son 2 bin yıllık Kıbrıs tarihini tüm detayları ile neredeyse ezbere bilmeme rağmen.
Rumlar için varsa da yoksa da kendi “Helen” ırkları, “Kıbrıs’ın Hellenizm”i ve “Kıbrıslı Helenizm”leri. Bu tanımlamaların içinde ne Katolik Maronitlere, ne Katolik Latinlere ve ne de yarı Ortodoks olarak tanımlanabilecek Gregoryen Ermenilere ait tek bir yer yoktur. “Türkçe konuşan Kıbrıslılar”a ise hiçbir yer yoktur, zaten olamaz da Helen ırkından olmadıkları için.
Anastasiadis’in açıklamasındaki bir diğer önemli yer de ilgili paragrafın son cümlesi. “Kıbrıs’ın Helenizm”ini tehlikeye atacak bir isteğin uygulanması “Kıbrıslı Helenizm”i için bir tehlike teşkil ediyorsa, hiçbir üçüncü şahsın bunun kabul edilmesi ve uzlaşıya varılması konusunda dayatma uygulayamaz.” Özetle Anastasiadis bu son cümle ile, hiçbir kimse bizi ve Kıbrıs adasını “Helen” olmaktan çıkaramaz, herhangi bir dayatma da yapamaz diyor. Yaparsa “giyeriz çizmeleri, takarız silahları ve Agona’mızı başlatırız”ın mesajını veriyor.
Kendilerini “Türkçe konuşan Kıbrıslılar” diye tanıtan, Türklükten imtina eden, ne oldukları belirsiz kişilerin kulaklarına küpe olsun Anastasiadis’in bu sözleri.
Prof. Dr. Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide’nin hayal gücü gerçekten çok iyi çalışıyor. Belli ki Rumların gazına gelmiş gene.
Eide, müzakerelerin yeniden başlaması, Temmuz ayında bir anlaşma sağlanması ve Eylül ayında da referanduma gidilmesi için yol haritası hazırlıyormuş.
Ben bu müzakereler nasıl başlayacak çok merak ediyorum.
10 Şubat günü Kıbrıs Rum Temsilciler Meclisinde “Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması amacıyla 1950 yılında gerçekleştirilen ve sadece Kıbrıslı Rumların katıldıkları referandumun (plebisit) yıldönümünün Güney Kıbrıs’taki okullarda, öğretmen ve öğrenciler arasında gerçekleştirilecek sohbet ve benzeri etkinliklerle anılması” kabul edilmiş ve akabinde de Anastasiadis’in bu kararın arkasında durmaya çalışmasıyla da müzakereler kopmuştu.
ELAM partisinin önerisiyle Rum Meclisi’nin oylaması ile gündeme gelen ve 1950 Enosis Referandumu’nun yıldönümünün Güney Kıbrıs’taki okullarda etkinliklerle anılmasını öngören yasa tasarısı, Anastasiadis’in ruhani başkanı olduğu DİSY’nin 18 milletvekilinin çekimser oy kullanmış olması nedeni ile kabul edilmişti. Öneri ELAM, DİKO, EDEK, Vatandaşlar İttifakı, Dayanışma Hareketi ve Çevrecilerin milletvekillerinin 19 oyuyla kabul edilirken AKEL’in 16 milletvekili de ret oyu vermişti.
Rum meclisinde “Enosis hedefli Plebisit’in her yıl ilk ve orta öğretim okullarından anılması” ile ilgili alınan kararın geri alınması yerine, iktidar partisi diyebileceğimiz DISY’nin ortamı sulandırmak ve hedef şaşırtmak için resmi anma günlerinin belirlenmesiyle ilgili Rum Meclisi uhdesindeki yetkinin Rum Eğitim Bakanlığı’na devredilmesiyle ilgili değişiklik önerisi vermesi bunun Rum Meclisi Eğitim Komitesi toplantısında bu önerinin onaylanması ise sadece bir softa şaşırtması. Daha doğrusu tam bir orta oyunu ve de komedi tiyatrosu.
Sen kararı geri alma, bunun yerine Rum Meclisindeki yetkiyi Eğitim bakanına devret, sonra da bunu, Meclisin aldığı karar değiştirilmiş gibi Türklere satmaya çalış ve masaya oturmaya çağır. Tam bir Bizans entrikası!
Eğer Anastasiadis söylediklerinde samimi iseydi, softa şaşırtması yapmaz, Plebisit dahil resmi anma günlerinin belirlenmesiyle ilgili Rum Meclisi uhdesindeki yetkinin Rum Eğitim Bakanlığı’na devredilmesi yerine, 50 kişilik Mecliste 18 sandalyeye sahip ve ruhani başkanı olduğu DISY ile 16 sandalye sahibi, bir evvelki oylamada ret oyu kullanmış AKEL’i bir araya getirir, 34 oyla yasayı iptal eder, ortadan kaldırırdı. Anastasiadis’in gerçek maksadı Plebisit kararının her yıl okullarda anılması olduğundan, Rum Meclisinde kabul edilmiş yasayı DISY ve AKEL oyları ile iptal ettirmek yerine, anılmasına karar verecek merciyi değiştirmeyi yeğledi ve aklınca geri adım atmış oldu. Tabi kendisi akıllı, bizler aptal olduğumuzdan bunu anlamadık!
Rum hükümetleri kurulurken özellikle Eğitim Bakanının Başpiskopos tarafından onaylanması yılların geleneği olduğundan, işbaşı yapan her Eğitim Bakanı, kilisenin fikirlerini ve dünya görüşünü beğendiği kişilerden oluşmakta. Şimdi de Anastasiadis bizleri kandırmaya çalışılıyor. Yetki Meclisten alınıp, Eğitim Bakanına verilecekmiş de, adanın Yunanistan’a bağlanması Plebisitinin anılıp anılmamasına Bakan karar verecekmiş!
Rum Ortodoks Kilisesinin tüm baskılarına ve de aforoz tehditlerine rağmen hangi Rum Eğitim Bakanı Plebisit’in resmi anma günü olarak anılmasına hayır diyebilecek çok merak ediyorum. Umarım Cumhurbaşkanı Akıncı bu softa şaşırtmasına kanmaz ve Rumların göz boyama tuzağına düşmez….
Prof. Dr. Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
Rumlarda ve Yunanlılarda hayal gücü bayağı gelişmiş durumda. Bir takım olmayacak hayallere inanıyorlar ve gerçekleşmesini bekliyorlar. Bazen de gerçeklerden inanılmaz uzaklaşıyorlar.
Aramızdaki Rum dostları ve Rum hayranları iyi bilecek, Rumların veya da yeni uyduruk tanımlamayla, “Rumca konuşan Kıbrıslılar”ın ve Yunanlıların kullandıkları bir AGONA kelimesi var. AGONA’nın – tanımı (Ο μεγαλύτερος στόχος) En büyük hedef!!
Gerçekte Rumlar kendilerini “Rumca konuşan Kıbrıslılar” olarak tanımlamamaktadırlar.
“Türkçe konuşan Kıbrıslılar” tanımı, aramızdaki bazı Rum hayranlarının ve kendilerinin “Türk” olduklarına inanmayan bazı kişilerin, atalarımızın Anadolu’dan gelerek bu adaya yerleştiğini unutarak uydurdukları bir tanımlamadır.
Kıbrıslı Rumlar AGONA’yı (ağona olarak okunur) Direniş Mücadelesi EOKA ile eş bir ifade olarak kabul ederler ve bunu ifade etmek için kullanırlar. Gerçek Kıbrıs halkının, yani Rumların Yunanistan’la birleştirecek özgürlük Mücadelesi anlamını taşımaktadır AGONA. Bu mücadele ve hedef içerisinde Türklere, Kıbrıslı Türklere ve Türkçe konuşan Kıbrıslılar’a hiçbir yer yoktur.
Hayal kurmakta benzerleri olmayan Rumlara göre KIBRIS, Haçlı seferlerinin başını çeken İngiliz Kralı Aslan Yürekli Richard’ın Kıbrıs’ı fethettiği ve Bizanslılardan aldığı 1190 yılından itibaren, Kıbrıs’ın AB’ye kabul edildiği 1 Mayıs 2004 yılına kadar, tamı tamına 814 yıl, hiç özünü, dinini, inancını ve kültürünü yitirmeden hep bu Enosis mücadelesi içinde olmuş ve Yunanistan’la birleşeceği özgürlük günü için mücadelesinden hiç vazgeçmemiştir. 1 Mayıs 2004 tarihinde Avrupa Birliğine kabul edilmeleriyle endirekt olarak Yunanistan ile bağlarının oluştuğuna ve Enosis’in yarı yarıya gerçekleştiğine inanmaktalar. Bu nedenle de beyinlerinde ve ruhlarında “AGONA kelimesi “Mücadele” ile eşdeğerdir ve Kıbrıs’ın tümü ile Yunanistan’a bağlanarak özgürlüğe kavuşması anlamını taşımaktadır.
Hatta 814 yıllık mücadele süreci içinde “Kıbrıs Rum halkı”nın çok zor koşullarda yaşatılmasına rağmen mücadeleden hiçbir ödün vermedikleri ve ENOSİS inancını da asla yitirmedikleriyle övünür “Rumca konuşan Kıbrıslılar”. Özgürlük özleminin KIBRIS Yunan halkının yüreğinden hiçbir zaman dönmediğinin nedeninin bu Direniş ve mücadele olduğuna inanırlar.
“Rumca konuşan Kıbrıslılar” asırladır işgalcilerin baskıları ve zulmü altında kaldıklarından dolayı bir türlü AGONA mücadelesini yerine getiremediklerinden bahsederler. 1878 yılından itibaren EOKA’yı faaliyete geçirdikleri 1955 yılına kadar çok barışçıl yöntemlerle İngilizlerden özgürlüklerini ve Yunanistan’la birleşmeyi talep ettiler ama hep sonuçsuz kaldı bu talepleri. Kıbrıs adasının hala Yunanistan’ın kurtarılamadığı bir parçası olduğuna inandıklarından bu parçayı birleştirmek ve Enosis’i gerçekleştirmek için 1 Nisan 1955 tarihinde silahlı mücadelelerini yani AGONA’larını başlattılar.
Fakat işin garip tarafı “Rumca konuşan Kıbrıslıların” en Büyük hedefleri (Ο μεγαλύτερος στόχος), yani Agona’ları başka, Yunanlıların ki başkadır.
Kıbrıslı Rumlar AGONA’sı EOKA Mücadelesi ve Kıbrıs’ın tamamının ele geçirildikten sonra da Yunanistan ilhakı yani ENOSİS (ένωσης) iken Yunanlıların hedefleri İstanbul’u (κωνσταντινουπολη) fethetmek ve Megali İdea haritasında belirtildiği gibi Batı Anadolu’yu da ele geçirmek ve Yunanistan’a bağlamaktır. Açıkça Büyük Bizans’ın (Βυζάντιο) hayalini kurmaktalar. Bu uğurda, İstanbul’un fethedildiği 29 Mayıs 1453 tarihinden itibaren Ortodoks papazlar, İstanbul’un tekrar geri alınmasına kadar “Ayaküstü” (dikey) gömülmektedir.
Cumhurbaşkanı Akıncı, daha çok bekler Rum Temsilciler Meclisinin ENOSİS Plebisitinin ilk ve orta eğitim okullarında anılması yasasının geri alınmasını. Rumlar bu yasayı Mecliste geri almaktansa sulandırmak ve göz boyayıcı kararlar alarak Kıbrıslı Türkleri uyutmak yolunu seçeceklerdir.
Prof. Dr. Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
20 Mart 2017
Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti donanması
1960 yılının 16 Ağustos günü Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’ın Garantörlüğü, Ermeni, Maronit ve Latinler’in azınlık hakları ve Kıbrıs Türk ile Kıbrıs Rum halklarının (Anayasa lisanı ile Cemaatlerinin) “Eşit siyasi haklarla kurucu” oldukları Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edilmişti. Bu yeni Cumhuriyeti, BM üyesi ülkeler hemen tanımış ve de aynı gün BM üyesi de olmuştu.
Sonradan Başpiskopos Makarios başkanlığındaki Rum hükümeti, adayı Yunanistan bağlamak (Enosis) amacı ile, Kıbrıslı Türklere bu yeni Cumhuriyete ortaklık haklarını veren tüm anayasal hakları, adına “Gereklilik Yasası” (Law of Necessity) koydukları ve Temsilciler Meclisinde sadece Rum milletvekillerinin oyları ile, BM’nin akredite ettiği mevcut Anayasaya tamamen aykırı bir yöntemle kabul edilen sıradan bir yasa ile ortadan kaldırarak, Kıbrıs Cumhuriyetine tek taraflı olarak el koymuşlardı.
Bu nedenle de yazılarımda 1960 yılında ilan edilen Kıbrıs Cumhuriyetinden “1960 Kıbrıs Cumhuriyeti”, bu devletin anayasasından da “1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası” olarak bahsetmekteyim.
Ben bu “1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası”nı neredeyse tüm ekleri ile birlikte ezbere bilmekteyim, İngiliz döneminde Rumlara peşkeş çekilen, evraklarda Rumların yaptıkları sahteciliklerle kaybettiğimiz topraklarımıza karşılık İngiliz Sömürge Yönetiminin, Kıbrıs Türk halkına verdiği bir buçuk milyon Sterlin’in gerekçelerini, kullanış amacını ve içeriğini belirten “EK U”da dahil olmak üzere.
Bu, Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken ilan edilen, BM tarafından akredite edilerek kayıtlara geçirilen, içinde Kıbrıslı Türklerin de eşit siyasi hakları ile kuruculuğunun yer aldığı 1960 Kıbrıs Anayasası içinde Deniz Kuvvetleri ve Hava Kuvvetleri ile ilgili herhangi bir bölüm yok. Yani 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Deniz Kuvvetleri ile donanması, Hava Kuvvetleri ile savaş filoları bulunmamakta. Kıbrıs Cumhuriyetine karşı gerçekleştirilecek herhangi bir silahlı saldırıda Garantörler, Ek I’e göre müştereken veya da münferiden kendi Kara, Deniz ve Hava kuvvetleri ile karşı koymakla yükümlüler. Bunun da garantisini vermişler.
Sadece anayasasının 129’uncu maddesi gereğince yüzde 60 Rum, yüzde 40 Türklerden oluşacak 2000 kişilik bir “Kıbrıs Ordusu” yer almakta Anayasa içinde.
Garip olan, eski tabirle de “Gayrı yasal” olan Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin “Deniz Kuvvetleri”ne sahip olması. Kıbrıslı Türklerin onay vermedikleri, Temsilciler Meclisinde Kıbrıslı Türk Milletvekillerinin kurulması için olumlu oy kullanmadıkları bu sözde “Deniz Kuvvetleri”ni kim kurdu, niye kurdu, kime karşı kurdu acaba.
Kime karşı kurulmuş olduğunu anlayabilmek için çok zeki olmak gerekmiyor. Makarios hükümetinin askeri gücü olan “Rum Milli Muhafız Ordusu”nun (RMMO) bir kuruluşu “Rum Deniz Kuvvetleri”. Üstelik dün, bugün de kurulmuş değil. 1964 yılında Türkleri adadan temizlemek ve adayı Yunanistan’a bağlamak için karada Kıbrıslı Türklere karşı başlatılan silahlı saldırıları denizden de takviye etmek için 1964 yılının Mart ayında kuruldu. 6-9 Ağustos 1964 tarihleri arasında Erenköy’e saldıran RMMO ve Yunan Tümenine takviye olarak denizden de Erenköy’ü bombalamıştı torpido botlar. Yunanistan’dan RMMO’ya takviye olarak gönderilen bu askeri gemileri, TSK’nın kahraman pilotları tek tek avlamış ve batırmışlardı. Sadece birtanesi batmadan torpido botu karaya oturtmayı başarmıştı.
Umman Sultanı Kabus 20 Nisan 2012 tarihinde tatil için, ondan 3 yıl sonra da 5 Kasım 2013 tarihinde Umman Sultanlığı Savunma Bakanı Seyid Bedir Bin Suud Bin Hareb El-Busaid Kıbrıs Rum tarafını ziyaret etmişlerdi. Savunma Bakanı El-Busaid yemeden, içmeden, ağırlamadan ve pohpohlanmaktan o denli memnun kalmıştı ki Umman’a dönüşte Sultan Kabus ile görüşüp, 2 hafta evvel Kıbrıs Rum Yönetiminin “yasal olmayan” Deniz Kuvvetlerine 61 metre uzunluğunda ve saatte 15 deniz mili hız yapabilen, 1,000 tonluk (DWT) açık deniz karakol gemisi hediye etti.
Bu gemi kime karşı kullanılacak. Elbetteki Bizler Kıbrıslı Türklere karşı, aynen 6-9 Ağustos 1964 tarihleri arasında Erenköy’e saldıran RMMO Deniz Kuvvetleri gibi.
Sonra da tamı tamına 10 tane “garagöz” Cumhurbaşkanı Akıncı’nın kapısının önüne gidip “Masaya Dön” çağrısı yapıyor.
Prof. Dr. Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
Türkiye-Rusya ve bölgesel denge
Kütüphanemdeki Erhan Afyoncu’nun Osmanlı İmparatorluğu, J. Von Hammer’in Osmanlı Tarihi- Devlet-i Aliye ve Ord. Prof. İ. Hakkı Uzunçarşılı’nın 6 Ciltlik en kapsamlı Osmanlı tarihi olduğunu varsaydığım “Büyük Osmanlı Tarihi” kitaplarına çabucak bir göz attım.
Buna sebep, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın Türkiye-Rusya Üst Düzey İşbirliği Konseyi’nin altıncı toplantısına katılmak için Rusya’ya gitmesiydi.
Osmanlı İmparatorluğu tarihine göz atmamın bir başka nedeni de Cumhurbaşkanı’nın beraberinde Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak. Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ. Savunma Bakanı Fikri Işık, Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arştan, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik ile Türk Ordusunun en yüksek rütbeli subayı Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve Milli İstihbarat Teşkilatı’nın en üst makamında görev yapan Müsteşar Hakan Fidan’ın olmasıydı.
Rusya’nın dünya tarihinde yer alması Dokuzuncu yüzyılın sonlarında başlar. Aradan geçen yaklaşık bin yıllık süreç içinde Osmanlı Devleti ve Rusya arasında hiç böylesine üstü düzey siyasi bir görüşme ve işbirliği olmamış. İşte benim dikkatimi çeken de görüşmenin bu yönü.
1950-1960 yılları arasında Türkiye’de iktidarda olan Demokrat Parti 1954 ve 1957 seçimlerinde halkın büyük bir desteğini alırken, Başbakan Adnan Menderes ve bana göre Dışilişkiler dâhisi olan Fatin Rüştü Zorlu, Batı dünyasının Türkiye’yi “sesi sedası çıkmayan, itiraz etmeyen ve kendileri ne isterse yapmak zorunda olan bir devlet konumunda tutmak istedikleri”nin farkına varmışlar ve yüzlerini yavaş yavaş Rusya’ya doğru döndürme girişimi başlatmışlardı.
Türkiye 1955 yılı Nisan ayında Endonezya’nın Bandung kentinde Asya-Afrika zirvesine katıldı. Bu bir ilkti ve NATO üyesi başka bir devlet yoktu zirvede. Aynı yılın haziran ayında Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Fatin Rüştü Zorlu’nun 300 milyon dolarlık bir kredi temin etmek üzere ABD’de uzunca bir süre kaldıktan sonra Türkiye’ye elleri boş olarak dönmesi Batı ile Türkiye’nin arasının açılmasının başlangıcını oluşturdu.
Türkiye’nin Batı’dan beklediği kadar ekonomik yardım alamaması, Türkiye-Rusya ilişkilerinin iyileşmesini sağladı ve 1960 yılının başından itibaren Sovyet Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkiler de yumuşama başladı. Sovyetler Birliği ile Türkiye arasında Başbakanlar düzeyinde ziyaret 1960 yılı Nisan ayının 11’de gündeme geldi, mutabakat sağlandı ve Temmuz ayında yapılması kararlaştırıldı.
Yıllardır Türk halkını komünizm tehlikesinin varlığına inandıran, Rusya’yı öcü gibi tanıtmak için elden geleni ardına koymamış olan Batı, Demokrat Parti’den kurtulmak ve Türkiye-Rusya ilişkilerinin gelişmesini önlemek için adına aynı yılın Mayıs ayında TSK içindeki yandaşlarına “Devrim” dedikleri askeri bir darbe yaptırarak, Batı’ya baş kaldırmayı ve Türkiye’yi kimseye muhtaç olmadan kendi ayakları üstünde durdurma çalışmalarını başlatan DP hükümetini yıkmışlardı.
Aklıma 15 Temmuz 2016 öncesi Türk-Rus ilişkileri ve 24 Kasım 2015 günü yaratılan uçak krizi geldi. Uçak krizinin Türkiye-Rusya ilişkilerini bozması yeterli bulunmamış olmalı ki, buna ilaveten, Türkiye-Rusya ilişkilerini tamamen koparmak için 15 Temmuz 2016 günü, 27 Mayıs 1960 tarihinde yapılmış askeri darbenin benzerine teşebbüs edilmesi yarım asır önceki senaryonun gene sahneye konduğunu göstermekte.
Ama bu seferki, geçmişten çok farklı. Türkiye, Batı’ya muhtaç, iyi çocuk ve ne olursa olsun, ne yapılırsa yapılsın ses çıkarmayan müttefik adıyla yıllarca kandırılmış bir ülke değil artık. Bölgenin lideri, figüran değil senaryo yazan bir ülke. Beğenilse de beğenilmese de “Küresel aktör”lerden de bir tanesi.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’la Kremlin’de gerçekleştirdiği zirve öncesinde “Askeri kurumlarımız ve istihbarat teşkilatlarımız düzeyinde bu kadar güven içeren ve etkili bir diyalog kurulmasını kimse beklemiyordu. Moskova böyle olduğu için çok memnun. İlişkilerimizin hak ettiği seviyeye çıkması için aktif biçimde çalışıyoruz” demesi, bence Türk-Rus ilişkilerinin ne denli derin ve güçlü olduğunu ortaya koyuyor…
Batı’nın yıllardır çömez gözüyle baktığı, “başına vur, lokmasını al” diye gördüğü uysal Türkiye yok artık…
Prof. Dr. Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
17 Mart 2017