ELAM ve Türkiye
YURDAGÜL ATUN
Rahmetli Rauf Denktaş, Türkiye ile KKTC arasında gerginlik yaratmak isteyenlere karşı uyarmış, “Anavatana dil uzatmak kahpeliktir” demişti bir röportajında.
Ben o kelimeyi “terbiyesizliktir” kelimesiyle değiştirmiştim başlıkta, yumuşatmak amaçlı.
Türkiye’ye karşı olan sessiz hınç, 10 yıldan bu yana dile geldi.
Hem de her geçen gün biraz daha artarak…
Ülkede olan her terslikten Türkiye’yi sorumlu tutmaya başladık. Trafik kazasından, dövizin yükselmesine kadar.
Hatta ayağı taşa takılsa Türkiye’den bilenler…
Ne turizm yatırımı, ne üniversite öğrencilerinin adaya kattığı ekonomik ivme takdir ediliyor.
“Oteller Kıbrıslı çalıştırmıyor!” bahanenin biri mesela…
“Peki sen yabancı işçinin yaptığı işi yapıyor musun” deyince cevap “ben üniversite bitirdim!”
Bundan birkaç yıl önce üst düzey bir görevde bulunmuş arkadaşımızın söylediği gibi tam da: “Biz Kıbrıslılar doğuştan müdür doğarık. Kala kala müsteşar ve Bakan olmak kalır bize…”
Öfkenin sınırı yok. Hatta ve hatta ELAM’ın ırkçı faşistleriyle Türkiyelilerin yaptığı darbı aynı kefeye koyacak kadar…
(Bunu asla tüm Kıbrıslı Türklere mal etmiyoruz. Anavatana yürekten bağlı, geçmişin tüm acılarından ders alarak dostunu düşmanını bilen Kıbrıslı Türkler, bu saydıklarımızdan çok daha fazla.)
Merhum Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın torunu ve iki arkadaşının Türkiyeli 6 kişi tarafından darp edilmesi herkesi derinden üzdü.
Ancak bazıları hiçbir şekilde kabul edilemeyecek bu olayı, Türkiye’ye çalım atma vesilesi haline getirip, “ELAM yapınca sesiniz çıkıyordu, ELAM’ın yaptıklarından ne farkı var” diyebildi 10 yaşındaki çocuğun bakış açısıyla.
Oysa öyle çok fark var ki…
ELAM, Kıbrıslı Türklere olan hıncından saldırıyor, bu magandaların yaptığı tamamen bireysel.
ELAM saldırınca ceza almıyor ama bu kişiler tutuklandı.
Saldırgan ELAM’lılar hiçbir şekilde bu adadan gönderilmez ama bu kişiler deport edilebilir.
Dörde bir oranının, yani adada çoğunluk olmanın gücünü tüm kurumlarda içselleştiren ve bu hakimiyetle, kendilerini adanın sahibi olarak gören Rumlar, son 70 yılda hiçbir Türkü haklı çıkarmadıkları gibi, hiçbir Rum’a da ceza vermediler.
1955-1974 yılları arasında, Rum’dan şikayetçi olup mahkemeleşen hiçbir Türkün davayı kazanmadığını ve kapıların açıldığı 2003’ten bu yana Güney Kıbrıs’a geçen Türklere karşı gerçekleştirilen olayların faillerinin hiç ceza almadığını görmek, iki olayın birbiriyle mukayese kabul etmeyeceğini ortaya koyuyor.
Yani, dünyanın her yerinde bu tür olaylar oluyor ancak bizi güvene veya güvensizliğe iten, bu olayların yargıdaki karşılığı.
Özetle, Geçmişten gelen yaraların bir kısmını sarsak da, yaşanan ağır travma, sonuçlarını geleceğe yayarak yavaş yavaş ortaya seriliyor. Günah keçisi de, her zaman olduğu gibi en yakınlarımız oluyor.
***
Tecavüz bize özgü mü?
Yunanistan basınını tararken ilginç bir veri gözüme çarptı. Yunan Adli Tıp Şirketinin verilerine göre Avrupa Birliği’nde (AB) her yıl 16 milyon 700 bin kadın fiziksel şiddet ve cinsel istismara maruz kalıyor ve Yunanistan’da her yıl 5 bin kadın tecavüze uğruyormuş. Bu 5 bin kadının sadece 150’si adalete başvurmuş. Diğerleri sessiz kalmış. Tüm bunların yanında Yunanistan’daki adli tıp uzmanlarının eksikliğinin de, olayları ortaya çıkarmada güçlük yarattığı ifade edilmiş haberde.
Tecavüz, cinayet, darp, terör, hırsızlık tüm dünyanın ortak sorunu ancak nedense bazı ülkeleri itibarsızlaştırmaya yönelik plan doğrultusunda hareket eden egemen medya, terörü İslamiyete, tecavüz gibi suçları İslam ülkelerine monte etmenin peşinde.
“Türkiye’de tecavüz arttı” iddiaları da bu hinliğin ürünü. Evet; tecavüz tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de hep vardı ama bunları duyuracak iletişim araçları yoktu. (Ya da çok çeşitli değildi.) Tecavüz hep vardı ama toplumun sosyolojik yapısı bunların deşifresinden kaynaklanan problemleri tolore edecek kıvamda değildi. Tecavüz hep vardı ama devlet bu denli sahip çıkmıyordu mağdurlara. Tecavüz hep vardı ama tecavüze uğrayan yalnız kalıyordu alnına sürülen karayla. Tecavüz hep vardı ama utanç yanlış kişilerde konuşlandığından ağzını açamıyordu mağdurlar. Tecavüzü ve diğer suçları asla ve asla tasvip etmemiz mümkün değil. Suç işleyen, suçu nispetince en ağır cezaları alsın lakin, meseleye bir de bu yönüyle bakmamız, 80 milyonluk ülkede yaşananları, 10 milyonluk ülkede yaşananlarla karşılaştırmamız gerekiyor şayet dürüst isek…
YURDAGÜL ATUN
Hristi terörist
2 şubat günü Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Almanya Başbakanı Merkel, Külliye’deki 2.5 saatlik görüşmenin ardından ortak açıklama yaparken, soru-cevap kısmında ‘İslamist terör” ifadesini kullanan Merkel’e Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tepki göstermesi gerçekte boşuna değil.
Dünya tarihine bakıyorum da, terörist olan da, soykırım yapan da hep Hristiyanlar olmuş günümüze değin. Gerçekte “İsevi Terör” ve “Hristi Teröristler” demek daha çok yakışacak aşağıdaki tarihi olaylara.
Almanlar kendilerini pazarladıkları gibi çok da masum değiller.
1891 yılında Almanlar hammadde ve iş gücü amacıyla Namibya’ya gittikleri vakit bölgenin zengin yer altı madenlerini ele geçirmek için bölge halkı Herero ve Nama halkını yok etmekten hiç çekinmediler. 1904’e kadar Almanların bölgede yaptıkları soykırım neticesinde yaklaşık 132 bin kişiyi katlettiler. Herero’ların nüfusu toplamda yüzde 80, Nama’ların ki ise yüzde 50 azalarak, kala kala geriye sadece 15.000 sağ kalabildi.
Şansölye Merkel’in dedeleri o denli acımasızdılar ki, Namibya da İngilizcesi “Grand Game” yani “Büyük Oyun” anlamına gelen bir oyun icat etmişlerdi. Bu oyunda ortadaki sahaya salınan ve koşmaları emri verilen Namibya halkı üzerine, gözleri kapalı Alman generalleri ve askerleri tarafından silahla ateş edilmekteydi . En çok Namibyalı vuran asker, ortaya konan parayı kazanmaktaydı. Buna ilaveten acımasız Alman askerleri, Namibyalı genç kızları ve kocalarına öldürdükleri kadınları seks kölesi yapmışlardı.
Günü gelince, Almanların Namibya’da yaptıkları masaya kondu ve 1985 yılında Birleşmiş Milletler tarafından soykırım olarak nitelendirilebileceği ifade edildi.
Şansölye Merkel’in dedelerinin Namibya’da yaptıklarına ilaveten babalarının da 1939 – 1945 yılları arasında Almanya’da Nazi kamplarında, fırında yakılarak küle dönüştürülen 2.5 milyon Yahudi’nin katlettikleri daha dün gibi herkesin hala hafızasında cap canlı durmakta. ŞAnsçlye Merkel, dedelerinin ve babalarının yaptıklarını göz ardı ederek kalkmış bir de “İslami Terör”den bahsetmekte, neredeyse tamamı Müslüman olan bir ülkede.
Hristi teröristlerin yaptıkları sadece bunlar değil. Yukarıda yazdıklarım sadece Alman olan Hristi teröristlerin yaptıklarıydı.
1492 yılında bir Avrupalı olan Kristof Kolomb’un Amerika kıtasının ilk eşiği olan Arawaks’a ayak bastığı zaman yerli halkın nüfusu toplamda 8 milyondu. Yerli halk onları tanrı gibi kabul etmişti ama sahte tanrıların yaptıkları katliamlar sonucunda 8 milyonluk nüfusları 22 yıl içinde 28 bine düştü. Bu yüzkarası soykırım, İsevi teröristlerin yüzleşmeye cesaret edemedikleri kendi tarihleridir.
Günümüzde insanlık şampiyonu iddiasındaki Baltık ülkelerinin çokta masum olduklarını sakın düşünmeyin. Bölgenin yerli ahalisi olan olan Tater’lerin kızları, Norveç hükümetinin 1920-30 yılları arasında çıkardığı yasa ile zorla kısırlaştırıldı. Bununla da yetinmeyip Taterler üzerinde insülin ve elektroşok yöntemleri de uygulandı.
İngilizler ise İsevi teröristlerin başını çekenlerden. 1788-1938 yılları arasında sömürge için gittikleri Avusturalya’da, kasten salgın hastalık yayarak, yemeklerine zehir katarak ve ellerine geçirdiklerini acımasızca vurup öldürerek yerleşik halk olan Aborjinlerin kökünü kazıdılar. Bu soykırımdan geriye sadece, dağlara ve uzak yerlere kaçabilmeyi başaran 31 bin Aborjin kaldı.
İngilizler ve Amerikalılar 2ci Dünya Savaşı bitimin yakın Almanlardan intikam almak amacıyla 13-15 Şubat 1945 tarihleri arasındaki 3 günde, 722’si İngiliz, 527’si Amerikan ağır uçağı bombardıman uçağı ile toplamda 3900 ton bombayı Dresten şehri üzerine bırakıp şehri yerle bir etmişlerdi. Amerikan ve İngiliz basını ölü sayısını 25 bin olarak açıklarken, Alman basını 200 bin yaralı ve 500 bin ölü olarak açıklamıştı.
Ve günümüzün en büyük İsevi Teröristi ABD’nin Kızılderili katliamı hala hafızalarda ve kayıtlarda durmaktadır. 1945 yılında Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine “Atom bombası” atarak 135 bin kişinin ölümüne neden olduğu da unutulmuş değil. ABD’nin, suçsuz ve masum Irak’ı iftira atarak işgal etmesi ve neredeyse yarım milyon Irak’lının ölümüne neden olması ise günümüzün sıradan olayları arasında yer alıyor maalesef….
Bunları yapanların hepsi de “Hristi Terörist”… Bilmekte ve kullanmakta fayda var.
Prof. Dr. Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
10 Şubat 2017
Anastasiadis’tir, ne yapsa yeridir!
YURDAGÜL ATUN
Son liderler görüşmesinde yaşananlar, Anastasiadis’i tanıyanlar için hiç şaşırtıcı değil.
Kimseyi saymayan ve kafasına göre hareket eden Rum Yönetimi Başkanının kendini haklı çıkarmak için yalanlara tevessül etmesine de şaşırmıyoruz.
Bundan iki yıl kadar önce “Anastasiadis’in yaptığı şımarıklığı Eroğlu yapsaydı…” başlıklı yazımda da, buna benzer bir hadiseyi kaleme almış, Anastasiadis’in toplantı odasında yaptıklarını, orada bulunan bir yetkilinin ağzından şu sözlerle anlatmıştım: ““Eroğlu’na, ‘Talat-Hristofyas nelerde anlaştı bakalım, işimize gelenleri alalım’ deyip durdu. Aynı şeyleri defalarca tekrar etti. Hatta bir ara zabıt tutan kişi bile durdu, bekledi. Çok gergindi. Yanındakilere kızdı. Mavroyannis’i ve Mavroyannis’in yanındaki bir kızı azarladı. Çantasını topladı. ‘Uyku vaktim geçti’ dedi. Her gün siesta yaparmış, o gün yapamamış! Sigaranın birini yaktı, birini söndürdü. ‘Bayram günü buluşalım’ dedi. (Birkaç gün sonra Ramazan Bayramıydı.) Türk tarafı ‘bayramda olmaz, Cumartesi olsun’ deyince, ‘Cumartesi benim dinlenme günüm, olmaz’ yanıtını verdi. Hatta dalga geçer gibi, ‘bayramları varmış!’ dedi. Sonrasında bir anda parladı, gözlüğü fırlattı, çıktı gitti…”
Bu tıynette biri Anastasiadis. Kendini masanın hakimi sanan, kimseyi saymayan, takmayan, umursamayan, “uykum geldi, sizin yüzünüzden uyuyamadım” diyecek kadar ciddiyetsiz…
Kapıyı çarpıp giden, Türk tarafının salonu terketmesinin ardından “ben sigara içmeye gitmiştim, gelecektim” diyecek kadar da pişkin.
Velev ki sigara içmeye çıkmış ve dönecek olsun. Arkadaşlarımızla otururken bile odadan ayrılacak olsak “müsaadenizle” deriz ki Anastasiadis, böyle bir toplantının ortasında kapıyı vurup, langır lungur çekip gidemez. Bırakın bağırıp çağırıp odadan çıkmasını, izin istemeden çıkması bile saygısızlık ve (Akıncı için) geri dönüş nedenidir.
Gelelim senaryosunu Nikos Anastasiadis’in yazdığı ‘Lier’s comedy’nin ikinci perdesine; BM Özel Sekreteri Eide, tüm bu olanları es geçip, Anastasiadis’in geri geleceğini, Türk tarafının çekip gittiğini söyledi cümle aleme. Zaten Akıncı ve ekibi çıkar çıkmaz BM’yi arayıp “çıktılar” raporu vermiş Akıncı’nın neden çıktığını söylemeden! Taşı çatlatacak sabrıyla ve ketumluğuyla meşhur Cumhurbaşkanı Akıncı’nın, “Eide olanların yarısını anlatmadı, yarısını da gizledi. Eide, gerçeklerin bir kısmını söyleyip diğer kısmını saklayarak kendine ait güveni sorgulatır hale gelmemeli” sözleri, bir patlamadan daha fazla şeyler ifade ediyor.
Peki Eide neden yalan veya eksik söyledi? Anlatalım; Şimdiye kadar gelen tüm BM yetkililerini gerek DNA’larında bulunan lobicilik becerileriyle, gerek yalanlarla, gerekse tehditlerle pıstıran ve “Türkleri de bir dinleyelim” diyen BM yetkilisini anında istenmeyen adam ilan eden Rum Yönetimi, son olayda da Eide’yi tehdit etmiş.
Zira Politis Gazetesi, “Anastasiadis Eide’ye kimin önce ayrıldığını söylemesi şeklinde şart koştu” başlıklı haberinde Rum Yönetimi Başkanı Nikos Anastasiadis’in, Eide’yi kabul etmek için, müzakerelerden ayrılanın Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı olduğundan bahsetmesi şeklinde Eide’ye şart koştuğunu yazdı.
Sadece Kıbrıslı Türkleri değil, tüm dünyayı parmağında oynatan ve lobicilikteki başarılarıyla haksızken haklı pozisyona geçmeyi başaran Rumlara kızmak değil, oyunu, onların taktikleriyle oynamak gerekiyor aslında. Kapıların açıldığı 2003’ten bu yana, Güney Kıbrıs’a giden birçok Türk’ün aracına zarar verildiği, birçok Türk darp edildiği halde, Güney’den Kuzeye geçen tek Rum’a zarar verilmemiş olmasını bile anlatmadık BM’ye. 15 ayda Kıbrıslı Türklere yönelik 7 vaka meydana geldiğini, Kıbrıslı Türklerin bu anlamda Rumlara güvenmediğini, geçtiğimiz günlerde Meclis’ten geçen “Enosis Plebisitinin okullarda kutlanması” gibi olayların Türkiye’nin garantörlüğünü olmazsa olmaz kıldığını açıklayamadık.
Velhasıl; Rumların, masadaki, “Türkiye’den gelen suyu” ve “ileri saat uygulamasını”, “dağdaki bayrağı” bahane edecek kadar mesnetsiz lafazanlıklarına ve şımarıklıklarına dur deyip, geçmişi konuşmaya başlamalı artık… “Türk askeri işgalci… Rum mallarını gasp ettiler” dediklerinde de Türkiye’nin neden gelmek zorunda kaldığı, köylerinden, evlerinden kovulan, ekonomik baskılara maruz bırakılan, devletin tüm imkanlarından mahrum edilen Kıbrıslı Türklerin alacağı tazminatlar konuşulmalı; ki Kıbrıslı Türklere yapılanlar ve uğradıkları zararlar Ortega Raporunda mevcut. 1974’ün, sebep değil sonuç olduğu anlatılmadıktan sonra bu şımarıklıkları çok yaşarız biz.
YURDAGÜL ATUN
Kıbrıs Rum tarafında sağın en sağındaki siyasi parti olan ELAM’ın (Ethniki Laiki Metopo – Ulusal Halk Cephesi veya Ulusal Demokratik Cephe) Rum Temsilciler Meclisine, 15 Ocak 1950 tarihinde Kıbrıs Rumları arasında yapılan ve yüzde 96 Evet oyunun çıktığı ENOSİS PLESİBİTİ’nin, yani Yunanistan’a Bağlanmak Referandumu’nun yıldönümünü her yıl anmak ve kutlamak önerisinin Rum Meclisinde kabul edilmesi, Kıbrıs’ın iki halkı arasındaki iplerin kopmasına yetti.
Kıbrıslı Rumlar her zaman ve her koşulda kendilerini adanın sahibi zannediyorlardı ve ne isterlerse de yapabileceklerini, yaptıkları konularda da hiç kimseye hesap vermek zorunda olmayacakları inancındaydılar. Bu nedenle de 4 Haziran 1968 günü Lübnan’ın başkenti Beyrut’taki Phoenicia Hotel’de başlayan Kıbrıs Müzakerelerini de “Ağa Baba” havasında sürdürüyorlardı. Kıbrıslı Türklere ada üzerinde ve yaşamlarında bahşedecekleri herhangi bir veriyi de lütuf olarak addediyorlardı. Maalesef halen daha aynı kafadalar ve Kıbrıs Rum Temsilciler Meclisinde kabul ettikleri ENOSİS PLESİBİTİ’nin yıldönümünü her yıl anmak ve kutlamak kararını, KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’nın BM Genel Sekreteri Guterres’e şikayet etmesini ve de Kıbrıs Türk halkının bu kararı kınamasını hayretler içinde karşıladılar.
Ne de olsa bugüne değin hep kendileri olmuştu Kıbrıs konusunu AB’ye taşıyan ve BM Genel Sekreteri ile Güvenlik Konseyine resmen şikayet edebilen. Kıbrıslı Türklerin hiç böyle bir hakları olmamıştı şimdiye dek ve bu nedenle de geçmişte Kıbrıslı Türklerin yaptıkları bu tür şikayet ve başvuruları hep sümenaltına süpürttürmeyi bir şekilde başarmışlardı. 1964 temmuzunda BM’nin Kıbrıs’a gönderdiği “Gerçekleri tespit etmek Komisyonu”nun (Fact Finding Mission) yayınladığı ve Kıbrıslı Türklere Rumlar tarafından yapılan vahşeti, yakılıp yıkılan Türk köyleri ile evlerini, yağmalanan Türklere ait hayvan ve zahireleri bir bir resimler ve tutanaklarla belgeleyen ORTEGA RAPORU’nu bile BM’nin arşivinde yok etmeyi, sitelerden kaldırtmayı başarmışlardı.
Bu nedenle de KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’nın, Kıbrıs Türk siyasi partilerinin tümünün ve Kıbrıs Türk halkının gösterdiği tepkiyi anlamaları ve değerlendirmeleri mümkün olmadı. Rum lider Anastasiadis pişkin bir şekilde “Türklerin 20 Temmuz Barış Harekatını ve 15 Kasım’da da KKTC’nin Cumhuriyet ilanını kutlamalar var. Biz buna tepki gösteriyor muyuz” gibi saçma sapan bir yanıt vererek üste çıkmaya ve haklı konuma geçmeye çabaladı.
Anlaşılan Anastasiadis, 18 Temmuz 1974 günü, 15 darbesinden canlı kurtularak adadan kaçmayı başarmış Rum Cumhurbaşkanı Makarios’un BM Güvenlik Konseyinde yaptığı konuşmayı ve “Kıbrıs adası Yunanistan tarafından işgal edilmiştir” sözlerini unutmuş. Darbecilerin hem Makarios taraftarlarını hem de solcuları toplu katliama tabi tuttuğunu ve masum Kıbrıslı Türk bebeklerin, kızların, annelerin, nenelerin ve dedelerin acımasızca katledildiği Atlılar-Muratağa-Sandallar katliamını da unutmuş.
Kıbrıs Türk tarafının, Rum lider Anastasiadis’in desteklediği Rum Meclisinin aldığı “ENOSİS PLEBİSİTİ’nı her yıl anma ve kutlama kararı”nın iptalini istemesiyle doruğa çıkan kriz, 20 aydır devam eden müzakere sürecini kopma noktasına gelmişti ki, dün “tek konu ve kriz” gündemiyle gerçekleşen Akıncı ile Anastasiadis arasındaki zirvede, Anastasiadis’in kapıyı vurup çıkması müzakerelere son noktayı koydu. Bundan sonra KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’nın artık müzakere masasına oturmaması gerekmekte.
Kıbrıs Rum Meclisinin aldığı “ENOSİS PLEBİSİTİ’nı her yıl anma ve kutlama kararı”nın Türkiye hükümetini ve T.C. Dışişleri Bakanlığını çok rahatsız ettiği kesin. T.C. Dışişleri Bakanlığı’nın, Rum tarafında hâkim olan ve Kıbrıs Türklerini Ada’nın ortak sahibi görmeyen zihniyette değişim olmadığı takdirde çözüm çabalarının sonuç vermeyeceğini kesin bir dille vurgulaması çok önemli. Bundan sonra Kıbrıs’ta, Rumlarla Türklerin ortak bir devlet kurmalarının hayal olduğu gerçeğinden yola çıkarak, KKTC hükümetinin ve Kıbrıslı Türklerin, Türkiye ile birlikte yeni bir yol haritasını hazırlamaları gerekecek.
Prof. Dr. Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
17 Şubat 2017
İngiltere Garantiler konusunda takiyye yapıyor
16 Ağustos 1960 tarihinde bağımsızlığı ilan edilen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Anayasasına göre söz konusu bağımsız devletin üç garantöründen bir tanesi olan İngiltere, “Güvenlik ve garantiler” konusunda açıkça takiyye yapıyor.
İngiltere açık ve net olarak “Ben, Garantörlükten vazgeçerim ama Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasında var olan haklarımdan vazgeçmem” diyor. Zaten İngiltere’nin bu koşulu, Annan Planı’nın giriş bölümünde yer alan ilk beş maddenin içinde “İngiltere’nin Egemen üsleri ve Anayasal hakları Annan Planı dışındadır” mealinde yer almaktaydı.
Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası Kısım II, Bölüm 1 (Part II, Section 1) bakın ne diyor;
İngiltere Hükümeti’nin hiç kimseden ve hiçbir yerden izin almasına gerek duymadan kendisine gerekli olduğu kadar kullanılabileceği yerler. Liste A (Schedule A)
Doğan Burnu (Cape Kiti), Poyraz Burnu (Cape Greco), Limasol limanı, Trodos dağı, Olympus tepesi, Zyyi köyünün (Terazi) Kuzeyi ve Batısı, Yaila dağı, Heraklis, Mağusa Limanı, Lefkoşa Havaalanı, buralara su sağlayan isale hattı.
İngiltere Hükümeti’nin hiç kimseden ve hiçbir yerden izin almasına gerek duymadan işi bitene kadar kullanılabileceği yerler. Liste B (Schedule B)
Polimidya ve yanında atış alanı ve isale hattı, Larnaka’nın güneyindeki kullanılmayan havaalanı, Terazi köyünün (Zyyi) kuzeyi ve isale hattı, Mağusa’daki eski Lefkoşa yolu, Mağusa-Salamis yolunun üzeri ve batısı, Lefkoşa’nın kuzey batısında Lefkoşa-Girne yolu üzeri, Lefkoşa’da Metokia Sokağı, Larnaka’nın 5 mil güneyindeki sahil, Lefkoşa’nın batısı ve isale hattı, Mağusa’nın dışında Lefkoşa yolu üzeri.
İngiliz Hükümetinin, Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetinin izni ile kullanabileceği yerler. Liste C (Schedule C)
Aşağıda belirtilen İngiliz tesisleri ve diğer ilgili yerler.
Trodos dağındaki, Limasol’un varoşlarındaki ve isale hattı, Baf’ta Baf burnundan 2 mil uzaktaki, Ay İrini sahilindeki, Kissousa ve Kissousa su kaynağı, Akrotit’ye su taşıyan borular ve Anoyira tüneli, Limasol’da Baf yolu üzerindeki, Mağusa’da Peloponnesu sokağındaki, Steropis sokağındaki, Gladstone sokağındaki.
Bölüm 4
İngiltere, kara, deniz ve hava askeri birliklerini, askeri araçlarını ve her tür askeri teçhizatını, cephanesini istediği zaman serbestçe, Kıbrıs Hükümetinden izin almadan Kıbrıs’ın herhangi bir limanı, havaalanı, yolunu ve başka olanaklarını kullanarak Ağrotur’a ve Dikelya’ya veya da ikisi arasında hareket ettirebilir. (Bölüm 4, Madde 1.a)
İngiltere’ye ait her tür askeri uçak, Kıbrıs Hükümetinden izin almadan ve herhangi bir kısıtlama olmadan Kıbrıs hava sahası içinde uçabilir. (Bölüm 4, Madde 2)
Bölüm 4’de tanımlanan kullanım hakları, limanlarda, rıhtımlarda, iskelelerde ve benzeri yerlerde engelsiz bir şekilde kullanımı içerecektir. (Bölüm 5) Yeterli Kıbrıslı personel olmazsa, İngiltere gerekli personel, teçhizat, makine ve benzerini getirmekte hak sahibidir. (madde 5.2)
İngiltere’ye ait gemiler Kıbrıs limanlarına serbestçe girmek, gıda, su ve gerekli diğer malzemeleri almak hakkına sahiptir. (Bölüm 5.3)
İngiliz hükümeti Kıbrıs toprakları üzerinde serbestçe ve iniz almadan, mevcut ve yeni elektronik sistemleri, iletişim sistemleri kurmak, işletmek ve yayın yapmak hakkına sahiptir. (Bölüm 6.1)
İngiliz hükümeti, adadaki İngiliz hükümeti personeli ve aileleri için özel posta ve telgraf hizmeti vermek hakkına sahiptir. (Madde 6.4)
Madem İngiliz Hükümetinin askeri olarak ada üzerinde bu hakları var ve bunların değişmesi de olanaksız, garantörlükten vazgeçmesi herhangi bir fedakarlık olmayacak. İngiltere Hükümeti, Kıbrıs Cumhuriyeti anayasası ile alacağını çoktan -değişemez bir şekilde- almış. Adanın tümü üzerinde, tüm hava ve deniz limanlarında her tür askeri harekat hakkına sahip bu anayasaya içeriğince. Garantör kalsa ne yazar, kalmasa ne yazar.
Türkiye Cumhuriyeti sadece ve sadece İngiltere hükümeti hem garantörlükten, hem de benim bu yazımda bir kısmından bahsettiğim Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına ilave edilmiş A, B, C, D ve benzeri eklerde belirtilen haklarının tümünden vazgeçerse, garantileri konuşmayı kabul etmeli.
Özetle; İngiltere’nin tek taraflı olarak garantörlükten vazgeçerim demesi gerçekte İngiltere’nin ada üzerindeki sivil ve askeri haklarının hiç birisine halel getirmiyor.
Prof. Dr. Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
13 Şubat 2017