Anastasiadis, Cumhurbaşkanı Akıncı’nın ve müzakere ekibinin sözüm ona “Ne pahasına olursa olsun çözüm yanlısı” olmasını tepe tepe kendi çıkarları için kullandığı kesin.
Dr. Derviş Eroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı döneminde ağzına almaya cesaret bile edemediği konuları bir bir Akıncı’ya ve müzakere ekibinin önüne koyup, karşılığında hiçbir ödün vermeden hepsini kabul ettirmiş. Bunlardan en acısı, en can yakıcısı olanlar “garantörlüğün tartışmaya açılması”, “Dört Rum’a bir Türk” oranının kabul edilmesi, “Türk silahlı Kuvvetlerinin adadaki varlığı”nın sona erdirilmesi, “KKTC tapularının değil, Rum mülk sahibi”nin ilk söz hakkına sahip olacağı, “Dört Özgürlüğün” daha ilk günden uygulamaya konacağı ve bunlara benzer diğer -aleyhimize olacak- tavizlerin kabul edilmesi.
Geçmişi bildiğim ve unutmadığım ve de Rumların kafa yapısını, mantalitelerini ve uzun vadeli düşünce ve hedeflerinin ne olduğunu bildiğim için yukarıda belirttiğim tavizlerden bir tanesinin gerçekleşmesinin bile beni endişeye düşürecekken, tümünün kabul edilmesi Kıbrıslı bir Türk olarak geleceğimize karanlık bakmama neden olmaktadır.
Bırakın bunların tümünün kabul edilmesinin geleceğimizi karartacağını ve felaketleri başımızdan eksik etmeyeceğini, bir tanesinin kabulü bile yaşayacağımız felaketlerin başlangıcını oluşturacaktır.
Kıbrıs adasının 1878 yılının 1 Temmuz günü İngilizlere fiilen kiralanmasından sonra kendilerinin Hristiyan olmaları nedeni İngilizlerden Kıbrıs adasının Yunanistan’a devredilmesini isteyen ve bekleyen Yunanlılar ve Rumlar, İngilizlerin bu düşüncelerine sıcak bakmamaları nedeni ile 1905 yılında strateji değiştirmişlerdi. Rum Ortodoks Kilisesinin kalbi olan Çikkos Manastırının maddi desteği ile Girit’te uyguladıklarını Kıbrıs’ta da uygulamanın planlamasını yapan Rumlar, Ekonomik, Mülkiyet ve silahlı olmak üzere üç koldan Türklere saldırı başlatmışlardı.
İngilizlerin sıkı denetimi, 1920’lerdeki ekonomik buhran, I. ve II. Dünya savaşları nedeni ile Yunanistan’dan gerekli silah ve askeri yardımını alamayan Rumlar, o dönemim koşulları altında diğer iki seçeneğin üstüne gitmeyi tercih etmişlerdi. Ekonomiye tümüyle sahip olmanın yollarını ararken, Çikkos manastırının parasal desteği ile de Türklere ait topraklara tefecilik yoluyla el koymaya başlamışlardı.
Kıbrıslı Türklere ait topraklar nerede olursa olsun, verimine, toprak verimliliğine ve kıymetine bakmaksızın rayiç fiyatının iki veya üç katını vererek Türk topraklarını satın almayı teklif ederken, malını satmayı reddedenlerin topraklarını da daha çok tefecilik yolu ile zorla ele geçirmeye çalışıyorlardı.
Toprağını tefeciye kaptıran veya da benzer bir yöntemle kaybeden Türkler de, artık Kıbrıs adasında bir gelecek görmedikleri için bir bir adayı terk etmek zorunda kalmışlardı. 1957 yılının Kasım ayında kuruluş temelleri atılan ve 1958 yılının Ağustos ayında kuruluş çalışmalarını tamamlayan Türk Mukavemet Teşkilatı’nın (TMT) hayata geçmesi ile -TMT’nin Kıbrıs Türk halkına verdiği güven ve destekle- Rumların ekonomik saldırıları durdurulabildi.
Olası bir referandumda her iki taraftan “Evet” çıkması ve yeni bir devletin kurulması akabinde, dört özgürlüğün başladığı gün, Türk tapuları geçerli olsa ve de Kıbrıs Türk Devletinde mülkiyetin yüzde yetmiş beşten fazlası Türklere ait olsa bile, Rumlar gene Çikkos Manastırının parasal desteği ile özellikle Girne başta olmak üzere her yerde, müthiş bir mülk satın almak girişimi başlatacaklardır. aynen Filistin’de Yahudilerin Arap topraklarını satın alarak, mülkiyette çoğunluğu sağladıkları gibi, Rumlar da Türklerin elinden mülklerini bir şekilde satın almaya veya da tefecilik oyunları ile ele akıl uçuklatan fiyatlar teklif ederek Kıbrıs Türk Devletindeki toprakları ele geçirmek için her yolu deneyeceklerdir….
Bizler Kıbrıslı Türklere kurulan tuzakların kokusu ile tehlike çanlarının sesi, şimdiden çıkmaya başladı. “Garantörlüğün tartışmaya açılmasını”, “Dört Rum’a bir Türk” oranını, “Türk silahlı Kuvvetlerinin adadaki varlığı”nın sona erdirilmek istenmesini, “KKTC tapularının değil, Rum mülk sahibi”nin ilk söz hakkına sahip olacağını ve “Dört Özgürlüğü” hep birlikte reddetmeliyiz….
Tüm okuyucularıma, 2017 yılının sağlık, mutluluk ve başarılar getirmesini, Türkiye’miz ve KKTC’mizde de hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
http://www.twitter.com/ataatun
2 Ocak 2017
Yıllardır biz Kıbrıslı Türkleri, katilimiz olan kişilerle, yani Rumlarla ortaklık kurmaya zorlamaktalar. Ortadoğu’da, aynı dili kullanan, aynı dinden olan, aynı tarihi paylaşan, aynı geçmişe sahip insanlar egemenlik uğruna, yönetim uğruna, özgürlük uğruna birbirlerini boğazlarken, kardeşler birbirlerinin canlarını alırken, bilemediğim hastalıklı beyinler, zorla biz Kıbrıslı Türkleri, yıllarca bize soykırım uygulamış, hayır etmememiz için elinden geleni ardına koymamış Rumlarla, sözüm ona ortak bir devlet kurmak için elden geleni yapmakta.
Bırakın silahlı saldırıları, yoldan aldıkları Türkleri canlı canlı kuyulara atıp üzerlerine sönmemiş alçı dökerek işkence ile şehit etmelerini, ellerindeki her imkanla bizlere soykırım uyguladı Rumlar. 1960-1963 yılları arasında Maliye Bakanlığı Rumların elinde olduğundan, Kıbrıslı Türklerin de kurucu ortağı olduğu 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Türk yerleşim bölgelerine bir tek kuruşluk yatırım yapmadılar, Türklerden her tür vergiyi toplamalarına rağmen.
1963-1974 döneminde ise Türk bölgelerine yatırım yapılmasını bırakın bir kenara, Türklerin can korkusu ile terk ettikleri bölgeler yerle bir edildi, adadaki Türk varlığını haritadan silmek için. Baf şehrinde Cami-i Cedid yani Yeni Cami’nin yerle bir edilip, yerine park yeri yapılması gibi…
Bu soykırım yılları içinde Türkiye’den gönderilen para, yiyecek ve giyecek ile yaşamlarını sürdürmeye çalışan Kıbrıslı Türklerden, gümrük, harç, ücret gibi dolaylı vergilerle para tahsil eden Makarios hükümeti bunların hepsini yine Kıbrıslı Türklerin insanca yaşamlarına katkı koymak yerine, Kıbrıslı Türkleri yok etmek için silaha yatırdı. İşte, Karaoğlanoğlu Şehitliği yanındaki “Açık hava Müzesinde” teşhir edilen silahlar, Kıbrıslı Türklerinden zorla sağılan paralarla gene Kıbrıslı Türklere karşı kullanmak amacı ile alınmış olan silahlardır.
Karaoğlanoğlu Şehitliğine yolunuz düşerse, şehitlikten çıktıktan sonra 1974 Mutlu Barış Harekatında Rum Milli Muhafız Ordusundan (RMMO) ele geçirilen silahların, araç ve gereçlerin sergilendiği “Açık Hava Müzesi”ni de ziyaret edin lütfen.
Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların ortaklaşa kurdukları Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilan günü olan 16 Ağustos 1960 tarihi ile Mutlu Barış Harekatının son günü olan 15 Ağustos 1974 tarihleri arasındaki 14 yılda dünyanın çeşitli kredi kuruluşlarından, Kıbrıslı Türklerin yüzde 30 oranında kurucu ortağı olduğu 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’ne Kalkınma amaçlı gönderilmiş paraların, hibelerin ve kredilerin Kıbrıslı Türklere verilmeyen yüzde 30’luk kısmı ile alınmış olan silahlardır bunlar.
Bu inceleme gezisi esnasında bu ateşli silahların, zırhlıların, tankların, topların, tüfeklerin, havanların ve diğer askeri silahların kime veya da kimlere karşı kullanılmak üzere, kimin parası ile satın alındığını düşünün, beyninizin içinde bir beyin fırtınası yaratıp sorgulama zinciri kurun. Yıllardır bizi her tür baskı yöntemi ile ortak bir devlet kurmaya zorladıkları Rumların, yani katillerimizin, bizler Kıbrıslı Türkleri yok etmek için aldıkları ve acımasızca bize karşı saldırılar başlattıkları 21 Aralık 1963 tarihi ile egemenliğimizi ve özgürlüğümüzü kazandığımız Mutlu Barış Harekatının bitim tarihi olan 15 Ağustos 1974 arasındaki dönemde yoğun bir şekilde ve de kalleşçe bizlere karşı kullandıkları silahlardır bunlar. Tek bir hedefleri vardı Rumların bu tarihler arasında, “Türkleri yok etmek.”
Ben gerçekten şimdi anlayamıyorum, Cumhurbaşkanımız niçin bu katillerle Dört Rum’a Bir
Türk oranında nüfus anlamasını kabul etti. İleriki yıllarda gene nüfus çoğunluğu olduklarına güvenip bizlere saldırmalarına zemin hazırlamak için mi?
Niye katillerimizin adına “Dört Özgürlük” denen, ada içinde serbestçe “Dolaşım, Yerleşim, İş Kurmak ve Çalışmak” önerisini kabul etti. Kontrolsüz bir şekilde KKTC topraklarına yerleşsinler ve ellerine fırsat geçince topluca bize saldırabilsinler diye mi?
Neden Türkiye’nin garantörlük hakkının kaldırılması ile TSK’nın adadaki varlığının son bulmasını kapısını araladılar, Rumlar bizleri keserken ve katlederken, aynen 1963-1974 döneminde olduğu gibi kimseler müdahale edemesin diye mi?
Ben Rum lider Anastasiadis ile KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı arasında varılan, güvenliğimizi tehlikeye atan bu ve benzeri mutabakatların hiç birini, kim ne derse desin asla kabul etmiyorum…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
30 Aralık 2017
Rum lider Anastasiadis ve şürekası, -günümüz Türkçesi ile arkadaşları, ortakları ve goygoycuları-, yıllardır Türkiye’nin, 1960 yılında ilan edilen ve Kıbrıslı Türklerin de “Kurucu Ortak” olarak yer aldıkları Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Anayasası’nda yer alan “Ek I, Garanti ve İttifak Anlaşması” içeriğince garantör olmasının “artık çağ dışı olduğu” iddialarını dile getirerek, kaldırılmasını talep etmekteler. Bunun arkasından da Türk Silahlı Kuvvetlerinin derhal adayı terk etmesini istemekteler.
Akıllarınca bir senaryo kurmuşlar ve onu uygulamaya koyacaklar.
Kıbrıslı Türkleri, Türkiye’deki siyasileri ve yöneticileri, AB üyesi devletlerin yöneticilerini, ABD ve BM’deki karar verici kişileri “21. Yüzyılda garantörlük olmaz” diyerek kandıracaklar ve Türkiye’nin garantörlüğünü iptal ettirecekler. Sonra da Türk Silahlı Kuvvetlerinin adadan derhal gitmesini talep edecekler ve önce ayak oyunları ile sonra da, aynen Makarios’un 21 Aralık 1963 günü “Türkler isyan etti” yalanını dünyaya yaydıktan sonra Kıbrıslı Türklere saldırdığı gibi silahlı militanları ile Türklere saldıracaklar ve adanın tümü üzerinde egemenlik kuracaklar. Bunlar artık bayatlamış taktikler ve hikayeler. Kimseler yutmaz bunu.
Annan Planı’na “Hayır” demelerinin tek nedeni, Annan Planı’nın taraflarca onaylanmasından sonra Türklerin de egemenliğe ve yönetime ortak olacağı, mevcut Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin devamı olmayan yeni bir devletin kurulacağı ve en önemlisi de yeni devletle birlikte Türk Silahlı Kuvvetlerinin de adada kalacak olmasıydı. Makarios’un bundan 53 sene evvel yaptığı gibi yalan dolan bahanelerle Türklere saldırdıkları vakit, Türk Silahlı Kuvvetlerinin müdahale edeceği ve bu defa adanın tümünü kaybedecekleri olasılığının ortaya çıkacağı endişesi ile Referandumda “hayır” oyu kullandılar. Şimdi de ısrarla “garantilerin kaldırılmasını ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin adadan gitmesini” istiyorlar. Bu uğurda da akla gelen her yolu deniyorlar.
“21. yüzyılda garantörlük olmaz” iddiaları da, her haberin anında, sosyal medya aracılığıyla dağıldığı günümüzde hayli komik kaçıyor.
Daha geçen gün, 20 Aralık 2016 tarihinde Moskova’da Türkiye, İran ve Rusya arasında gerçekleştirilen toplantıdan sonra varılan “Uluslararası geçerliliği bulunan” ve BM’nin de onay verdiği anlaşmada Türkiye, Rusya ve İran, Suriye’nin toprak bütünlüğünün garantörleri oldular. Anlaşmanın 1. ve 5. Maddeleri, Anastasiadis’in inadına, aynen aşağıdaki gibi.
“1. İran, Rusya ve Türkiye, içerisinde pek çok etnik grubu barındıran, çok mezhepli, demokratik ve seküler bir devlet olarak Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliğini, bağımsızlığını, birliğini ve toprak bütünlüğünü tamamen destekliyor.
Bu uluslararası anlaşmanın altında Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, Rus mevkidaşı Sergey Lavrov’un ve İranlı mevkidaşı Cevad Zarif’in imzaları bulunmakta.
Anastasiadis’in “AB üyesi olmayan bir devlet, AB üyesi olan bir devletin garantörü olamaz” iddiası ve yalanı da, zaten başından beri, ABD’nin 1945 yılında Almanya’nın garantörü olması ve bunun halen geçerliliğini korumasından dolayı pek de inandırıcı bulunmuyordu.
Durum böyleyken, Sayın Akıncı’nın ve müzakere heyetinin, Anastasiadis’in “Türkiye’nin garantörlükten vaz geçmesi ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin adayı terk etmesi” yönündeki saçmalıklarını dikkate almaması gerekiyor.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
26 Aralık 2016
Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Nikos Anastasiadis, her zamanki yalanlarına dün bir tane daha ekledi. Evvelki gün yaptığı açıklamada, “En kısa zamanda çözümü isteyenler Kıbrıslı Rumlardır. 42 yıl geçti ve geçen zaman olumsuz olgular yarattı” diyerek hem Rum siyasiler arasında en çok yalan söyleyen Tassos Papasopulos’un yalan söyleme rekorunu egale etti, hem de tüm müzakere sürecini başından beri günbegün yaşamış olan bizleri de enayi yerine koydu.
Tassos Papadopulos, Rum Yönetimi Başkanlığı döneminde Kıbrıslı Türklerin gözlerinin içine baka ve yüzü de hiç kızarmadan “1963-1974 yılları arasında hiçbir Kıbrıslı Türk, Rumlar tarafından öldürülmedi” diyerek asrın yalanını patlatmıştı. Tassos Papadopulos’un Makarios Yönetiminin Kıbrıs adasındaki yaşayan Türkleri yok etmek için 1962 yılında hazırlattığı “Akritas Planı”nın mimarı olduğunu bilmesem, Rumların Türklere saldırdığı 21 Aralık 1963 tarihinden 4 Mart 1964 tarihine kadar 103 Türk köyünü yakıp yıktıklarını, evlerini yağmaladıklarını, tüm zahire ve hayvanlarına el koyduklarını ve yüzlerce kardeşimizi şehit ettiklerini kitaplar yazmasa, BM temsilcisi Ortega’nın yazdığı Raporda yer almasa kendisine inanacağım ama attığı yalanın tutar tarafı yok.
Makarios, 12 Şubat 1977 tarihinde BM Genel Sekreteri Kurt Waldheim başkanlığında rahmetlik Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf R. Denktaş ile Ledra Palas otelde Kıbrıs’ta Federal bir Cumhuriyet kurulacağına dair I. Doruk Anlaşmasını imzaladıktan sonra kahrından ölünce, yerine vekâleten Meclis Başkanı olan Spiros Kyprianou, ertesi yıl da seçimleri kazanarak Kıbrıs Rum Yönetimi Başkanı seçilmişti. Kabinesine Dışişleri bakanı olarak aldığı, sonraki dönemlerde de Ticaret, Sanayi ve Turizm Bakanlıkları görevinde bulunan Nikos Rolandis, Kyprianou ile “Türklerle anlaşma yapmaktan kaçındığı, müzakereleri uzattığı ve sonuçlandırmamak için elden geleni ardına koymadığı” sebepleriyle önce kavga etmiş, sonra da Bakanlık görevinden istifa etmişti.
Açık sözlü bir kişi olan Nikos Rolandis, 2013 yılında yaptığı açıklamada “1948’den başlayarak bugüne kadar Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik 15 inisiyatifi reddettik ve sonra kalkıp ödünler verdik diyoruz” diyerek bugüne değin müzakerelerde çözüme yaklaşılan her seferde, Rumların olumsuz yaklaşımı ve Türkleri kurulacak yeni devlete ortak etmemek için çeşitli bahaneler üreterek masadan kalktıklarını, çözüm önerilerinin her seferde Rumlar tarafından reddedildiğini dile getirmişti.
Rumlarda ve özellikle de Rum siyasilerde yalan çok.
Aynen, Kıbrıs sorununun 21 Aralık 1963 tarihinde Kıbrıslı Rumların, Kıbrıslı Türklere saldırması ile başladığını, BM Temsilcisi Ortega’nın 1964 tarihli Kıbrıs Raporunda belirttiği gibi 103 Türk köyünün yakılıp yıkıldığını, Türklerin taşınır ve taşınmaz mallarının yağmalandığını ve 25 bin Kıbrıslı Türk’ün göçmen olduğunu ağızlarına asla almadan, “Kıbrıs sorununun 20 Temmuz 1974 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kıbrıs adasına ayak basması ile başladığı” gibi her konuda kendi çıkarları doğrultusunda bir dizi yalan söyleyerek, Batı dünyasını ve dünya medyasını inandırmaya çalışmaktalar.
Bizler ise, bir dönem göreve gelen yeteneksiz ve ıskarta politikacılarımızın aldıkları ve uygulamaya koydukları “Milli mücadele tarihimizi tarih kitaplarımızdan çıkarmak” kararı nedeni ile günümüzde, geçmişini bilmeyen gençlere sahip olmanın acısını ve olumsuzluklarını yaşamaktayız maalesef. Şimdi bu gençlerimiz, kendilerine bu bilgileri aktaran bazı öğretmenlerimiz ve bir kesim insanımız, tarihi bilgi yoksunluğu ve bilgi eksikliği nedeni ile Rumların yıllardır söyledikleri yalanlara ister istemez kanmak durumunda kalmışlar ve Kıbrıs sorununun da 20 Temmuz 1974 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kıbrıs adasına ayak basması ile başladığı inancı içindeler.
Artık bu ayıbı düzeltmenin ve de Rumların da yalan propagandalarının önüne geçmemizin zamanı geldi de geçiyor bile.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
23 Aralık 2016
Kıbrıs Rum Basını ballandıra ballandıra AB’nin, Cenevre’deki konferansa “taraf olarak” katılacağından bahsetmekte. Rum lider Anastasiadis’e yandaş gazetelerin yaptığı yayınlara göre Avrupa Komisyonu Başkanı Jean Claude Juncker, Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk ve Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini de 12 Ocak tarihinde Cenevre’de yapılacak, bize göre “Beşli”, Rumlara göre “Çoklu” konferansa katılacaklarmış.
Kıbrıs Rum tarafı, çözümün, AB normlarıyla mutlak uyumunun garanti altına alınması için AB’nin özlü müdahil olmasında ısrar etmekte ve Avrupa Komisyonu Başkanı Jean Claude Juncker’in de AB’yi temsilen katılımını talep ediyor.
Bunlara ilaveten yetmezmiş gibi Almanya da toplantıya katılmaya çok hevesliymiş. Ya Başbakan Angela Merkel katılacakmış ya da Merkel katılmazsa Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier katılacakmış adına şimdilik “Beşli” denen bu toplantıya.
Ocak ayında AB dönem Başkanlığını devralacak olan Malta da, “Benim başım kel mi?” deyip herhalde Cenevre’de yapılacak toplantıya katılmak isteyecektir. Kala kala o kalmıştı bir katılmayan, Malta da katılırsa AB ekibi tamam olacak.
AB ekibinin yanında, ABD ekibi ve BM ekibi de olacağından bu toplantının adı “Beşli Konferans” değil, “Yetmiş beşli Konferans” olur herhalde.
Anlaşılan ipini koparan Anastasiadis’in daveti ve girişimleri ile bu toplantıya katılıyor. İyi hoş da, bizim ne işimiz var bu toplantıda, madem Kıbrıs konusunun kaderini belirleyecek bu masaya, sözü dinlenecek etkin bir taraf bile olamayacak konumda oturacağız ve karşımızda da Kıbrıslı Rumlar, bütün haşmeti ile Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler, ABD, İngiltere ve Yunanistan olacak…
Sonra da bekliyoruz ki, Kıbrıs sorununun kaderini belirlemek ve sonlandırmak için Cenevre de yapılacak bu toplantıdan, BM’nin son 50 yılda oluşturduğu “Kıbrıs muktesebatı”na uygun “İki toplumlu, iki bölgeli, siyaseten eşit haklara sahip, her devleti (Rumlara göre Eyaleti) oluşturan toplumun özellikli (yüzde 75 ve üzeri) mülkiyet ve nüfus çoğunluğuna sahip olduğu, mevcut Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin devamı olmayan Federal yapıda yeni bir Devlet çıksın.
Bence Cenevre’den böylesi bir sonucun çıkacağını düşünenler hayal içinde yaşıyorlar.
KKTC’nin yok edilmesine onay verecek olanlar, Eide’nin “Bir gün gelecek, kuzeydeki Türk devletçiğinde Rumlar çoğunluğu oluşturan toplum haline gelecek” öngörüsünü unutmaması gerekmektedir.
Dünyadaki devletlerin tarihlerine baktığım vakit, kendilerinden başka bir milletin çıkarları ve yaşadıkları topraklar üzerinde egemenlik kurmaları için canla başla çalışmış, çabalamış ve kendi halkını satmış kişileri tarihlerinden sildiklerini veya da “hain” olarak tanımladıklarını gözlemlemekteyim. Yüzyıllarca farklı farklı milletler birbirlerinden habersiz bu kavramı böyle uygulanmışlar ve halen de uygulanmaktalar.
Buna karşın da farklı farklı milletlerin kendi tarihlerine şerefle geçirdikleri kişiler de hep, yaşadıkları topraklar üzerinde kendi egemenliklerini kurmak için canını ortaya koymuş insanlardan oluşmakta, boyun eğenlerden, satanlardan ve çıkardıkları yapay gürültüden medet umanlardan değil…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
19 Aralık 2016