Prof. Dr. Ata Atun
1973 Ekiminde yapılan Yom Kippur Savaşının ilk dört gününün sonunda Birleşik Arap Orduları İsrail ordusunu 3 cephede de yenmişti. Rusya Birleşik Arap ordularını desteklerken, ABD de İsrail ordusunu desteklemekteydi.
Savaşta, Mısır ordusu güneyden Süveyş kanalının Doğusundaki Barlev hattını geçerek Tel Aviv’e doğru, Suriye Ordusu da kuzeyde ele geçirdiği Golan tepelerinden aşağıya inerek Kudüs’e doğru ilerlemeye başladı. Doğuda da Irak ordusu Kudüs’e doğru ilerliyordu. Önlerinde kendilerine karşı koyacak bir İsrail birliği bile kalmamıştı. Libya da Birleşik Arap Ordusuna her tür maddi ve askeri yardımı yapmaktaydı.
Yenilginin açık olarak yaşandığı 4. günün sonunda İsrail Başbakanı Golda Meir, ABD Başkanı Richard Milhous Nixon’u arayarak Birleşik Arap Ordusunun tüm cephelerde İsrail ordusunu yendiğini ve 1187’de bölgede yaşanan Hittin Savaşı sonrasında Hristiyan ordusunun denize döküldüğü gibi İsrail ordusunun da denize döküleceğini, İsrail’in haritadan silineceğini belirterek nükleer başlıklı füzelerle, atom bombasını kullanmak için izini istedi.
ABD Başkanı nükleer başlıklı füzelerin kullanılmasını reddederek konvansiyonel askeri destek vereceğini belirtti. Kıbrıs’taki Akrotiri (Ağrotur) İngiliz Üssü’nden Tel Aviv yakınıdaki Ben Gurion Havaalanına ve sahildeki Dov Hoz havaalanına hava köprüsü kurup her tür askeri ve mali desteği vermeye başladı. Amerika’nın desteğiyle savaşın gidişatı değişti ve Yom Kippur Savaşı ABD destekli İsrail ordusunun zaferi ile sonuçlandı.
Yom Kippur zaferinden sonra İsrail ve ABD, birlikte İsrail’in haritadan silinmesini önleyecek tedbirler üzerinde çalışmalar başlattılar. Bu çalışmanın sonucunda ilk adımda Birleşik Arap Ordusunu oluşturan Mısır, Irak, Suriye ve Libya’nın bir daha bir araya gelmemeleri ve güçsüzleştirilmeleri için iç savaş çıkartma kararını aldılar.
Bu kararın ilk etabında ABD’nin arabuluculuğu ve baskısıyla Mısır Başkanı Enver Sedat, İsrail Başkanı Menahem Begin ile Davos’ta görüştürüldü. Ardından Mısır-İsrail dostluğu başlatıldı ve Mısır -İsrail lehine- devreden çıkarıldı.
Uzun vadeli arazi çalışması bittikten sonra da “Arap Baharı” adlı iç ayaklanmalarla Libya, Irak ve Suriye içten parçalatılarak iyice güçsüzleştirildi ve neredeyse Birleşik Arap Ordusunu oluşturmaları imkansız hale getirildi.
Orta Doğu’yu iyice parçalamak ve güçsüzleştirmek isteyen ABD, eski başkan Woodrow Wilson’un 1919’da yayınlattığı harita içeriğince bu süreç içinde Türkiye ve İran’ı da parçalamaya çalıştıysa da bunu başaramadı.
Yani, İsrail’in Filistin’e saldırısı, açık bir soykırım uygulaması, Filistin devletini yok etmek istemesi ve ABD’nin desteği ile İran’ı da bu savaşın içine çekme gayreti, gerçekte uzun vadeli Orta Doğu’yu parçalama senaryosunun kapanış bölümü.
Bu olayların sonucunda nelerin olacağı ve nelerin yaşanacağı az buçuk belli olmaya başlasa da dünyanın siyasi tarihine baktığımızda, uzun vadede bu işten zararlı çıkacak olan ABD gözükmekte.
Tek kutuplu dünya, -birçok ülkede ABD’ye karşı duyulan nefret ve düşmanca duygular nedeni ile- hızla iki kutuplu dünyaya doğru ilerlerken, ABD ve Avrupa Birliği mali ve askeri güç kaybına uğramaya başlayacak gibi. Benim öngörülerime göre, dünya ticareti dolar hakimiyetinin dışına kayacak, 1973 Yom Kippur savaşından sonra ABD’nin piyonu ve kulu haline gelen İsrail de varlığını sürdürmekte zorlanacak.
Dileğimiz Anavatan Türkiye’mizin ve adamızın bu olacaklardan çok fazla etkilenmemesi…
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
Prof. Dr. Ata Atun
Avrupa Birliği (AB) üyesi 27 ülkenin devlet ve hükümet başkanları Çarşamba günü Belçika’nın başkenti Brüksel’de düzenlenen Bahar Zirvesi’nde bir araya geldiler. İki gün süren zirvenin gündemini ağırlıklı olarak Ukrayna’ya yönelik askeri yardımın genişletilmesi, Avrupa savunma sanayinin güçlendirilmesi, İsrail’in Gazze’de uyguladığı insanlık dışı soykırım ve AB’deki çiftçilerin desteklenmesine yönelik olası tedbirler oluşturdu. Masaya AB-Türkiye İlişkileri veya Kıbrıs konusu ile ilgili görüşülmek üzere herhangi bir talep, öneri ve metin konmadı.
Yunanistan ve Kıbrıs Rum tarafı, gündemin içine Türkiye-AB ilişkileri ile ilgili bir paragraf sokmak için çok uğraştılar. Bu paragrafın içinde de Kıbrıs konusuna, müzakerelerin AB’nin zorlaması, baskısı ve tehdidi ile başlatılmasına da yer verilmesi için canla başla çalıştılar. Çalmadıkları kapı, yüzlerini sürmedikleri etek bırakmadılar ama olmadı.
Ağlaya zırlaya AB’nin Kıbrıs sorununda daha aktif, daha proaktif bir varlık göstermesi ve rol oynamasını için talepte bulundularsa da kimse kendilerine yüz vermedi.
Şimdiki hedefleri de Nisan ayında yapılacak Zirvenin gündemine Türkiye-AB ilişkilerini sokmak ve zirve sonunda yayınlanacak bildiri içinde, AB’nin Kıbrıs konusuna ilgisinin yer alması. Bu yöntemle müzakerelerin kendi istekleri ve talepleri doğrultusunda resmi olarak yeniden başlatılması için AB’nin katalizör olmasını hedefliyorlar.
Avrupa Birliğinin korsanca ve insan haklarına aykırı bir davranış düşüncesi veya da uygulaması da Nisan Zirvesinde yer alacak. AB’nin ince ince dokuyup uygulamaya koyacağı bu düzenbazlığa göre AB’de dondurulan Rus mal varlıklarından yılda en az üç milyar Euro gelir elde edilebilecek ve bu meblağ Ukrayna-Rusya çatışmasında Ukrayna’ya silah temini için harcanacak. Bu yöntemle bu yıl içinde Ukrayna’ya 5 milyar Euro’luk bir katkı yapılması planlanmakta. Uygulamanın basit dille açıklaması, Rusları AB’deki fonlarından elde edilecek gelirlerin, Rusya’ya karşı kullanılacak silahların alımı için kullanılacağı.
Bunun çok tehlikeli ve iki tarafı keskin bir kılıç olduğu zaman içinde ortaya çıkacak. AB dışındaki hiçbir devlet veya şirket, bundan böyle AB’deki yatırımlara ve fonlara “bir gün benim de parama el koyar bu korsanlar” düşüncesi ile yatırım yapmayacak. Bununla birlikte gerileme dönemine girmiş olan AB’nin çöküşü tetikleyecek.
Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi AB’nin bu uygulamasına müdahale etmedikleri ve veto kullanmadıkları için, BM Güvenlik Konseyinde kendilerine yıllarca kayıtsız, koşulsuz destek vermiş olan Rusya’nın kara listesinde, üst sıralarda yer alacaklar. Zaten Rusya, Ukrayna çatışmasında Ukrayna’nın yanında yer aldıkları ve Rusya’ya AB’nin uyguladığı ambargolara katıldıkları için kendilerine kırgındı ki şimdi bu kırgınlık küskünlüğe dönüşecek gibi.
Yunanların ve Kıbrıs Rumlarının çabaları, Nisan Zirvesinde Türkiye-AB ilişkilerinin gündeme alınması ve Kıbrıs müzakerelerine ait bir paragrafın da zirve sonucunda yer alması ancak
Rumlar, Kıbrıs adasını ele geçirmek, Türk askerinin adadan ayrılmasını sağlamak ve Kıbrıs Türklerini egemenlikleri altına almak için bu stratejilerini AB’ye kabul edildikleri 1 Mayıs 2004 gününden beri uygulamalarına rağmen iki ileri bir geriden başka hiçbir başarı elde etmiş değiller.
Anlamak istemedikleri, artık AB içinde saygınlıklarının kalmadığı, güven erozyonuna uğradıkları ve AB’nin geri kalan üyelerinin Yunaların ve Kıbrıs Rumlarının hatırına Türkiye’yi kırmak ve gücendirmek istemedikleridir.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
Prof. Dr. Ata Atun
The European Union’s pressure on the Greek Cypriot Administration on the issue of golden passports has started to yield results. The Greek Cypriot Administration will no longer be able to hand out the so-called “Golden Passport” to anyone for its political and financial interests, because the Greek Cypriot Administration made an important change in December regarding naturalization. From now on, those who will be naturalized will first have to be able to speak, read and write Greek at level B1 according to international foreign language exam criteria. Depending on the situation, the slightly lower A2 level may also be accepted. It is not yet clear what this special “situation” is or will be.
According to the amendment to the Citizenship law, which was published in the Official Gazette after the House of Representatives adopted the draft law approved by the Council of Ministers, a foreigner applying for citizenship of the so-called “Republic of Cyprus” can be naturalized on the condition that he or she has knowledge of the Greek language at level B1, as set out in the Common European Framework of Reference for Languages, based on language certificates at the level mentioned in the Decree.
In addition to this, they will also be required to have “adequate knowledge of the basic elements of the contemporary political and social reality of the so-called “Republic of Cyprus”” and to pass an exam on this subject. This exam will be prepared, conducted and evaluated by a committee consisting of staff from the Greek Ministries of Education and Justice.
If the candidates who will take the exam say, “Between 1963 and 1974, the Greeks attacked the Turkish Cypriots in order to ethnically cleanse the island of Cyprus, mercilessly killed hundreds of Turks, burned down their homes, looted their property, confiscated their livestock and crops, and forced the Turkish Cypriots to migrate en masse,” they will fail definitely. He/she can never become a citizen.
If he/she says, what the members of the committee, all of whom are Greek Cypriots, want to hear and denigrates the Turkish Cypriots and Turkey, he/she will pass this so-called “History and Culture Exam” with a hundred percent.
But there is lawlessness and suspension of human rights involved. According to the Constitution of the so-called “Republic of Cyprus”, the valid official languages are Greek and Turkish, yet this amendment law does not include a sentence such as “being able to speak, read and write Greek or Turkish at B1 level”. The requirement is limited to knowing only and only “Greek”. The constitutional rights of Turkish Cypriots, which are clearly stated in the 1960 Constitution of the Republic of Cyprus, have not been taken into consideration at all. When have they ever been taken into consideration, and they will be taken into consideration this time too. If anything, the rights of the Greeks are the only valid ones.
And they shamelessly expect miracles from Maria Holguin, the Personal Representative of the UN Secretary-General, and with the magic wand in her hand, to touch the parties in Cyprus and try every possible means and pray that the negotiations will start immediately from the place where in Crans Montana in 2017, the Greeks overturned the table – due to their maximalist demands and their Enosis dreams of annexing the island of Cyprus to Greece – in a way that, the map submitted at the meeting in 2017 in their pockets and the concessions made at that time will also be valid.
Going back to citizenship, many of the Greek fans among us do not speak Greek. If the citizenship of Turkish Cypriots is to be revised in terms of knowing how to “speak, write and read Greek” at an adequate level, then they will be disillusioned.
Oh, if you say vested rights!, we know how the Greeks took away all the rights of the Turks and did not even want to give them the right to breathe.
Prof. Dr. (Civ Eng), Assoc. Prof. Dr. (Int Rel) Ata ATUN
TRNC President Advisory Board Member
TRNC Republican Assembly 1st Term Deputy
Prof. Dr. Ata Atun
Altın pasaport konusunda Avrupa Birliğinin Kıbrıs Rum Yönetimine yaptığı baskılar sonuç vermeye başladı. Artık Rum Yönetimi siyasi ve mali çıkarları için peynir ekmek gibi adına “Altın pasaport” denilen Avrupa Birli pasaportunu önüne gelene dağıtamayacak, veremeyecek zira Kıbrıs Rum Yönetimi Aralık ayında vatandaşlığa kabul konusunda önemli bir değişiklik yaptı. Bundan sonra vatandaşlığa kabul edilecek kişiler uluslararası yabancı dil sınav kriterlerine göre öncelikle B1 seviyesinde Yunanca konuşabiliyor, okuyabiliyor ve yazabiliyor olmak zorunda olacaklar. Duruma göre biraz daha düşük olan A2 seviyesi de kabul edilebilecek. Söz konusu bu özel “durum”un ne olduğu veya ne olacağı şimdilik belli değil.
Bakanlar Kurulunun onayladığı Yasa Tasarısını Temsilciler Meclisinin kabul etmesinden sonra Resmi gazetede yayınlanan Vatandaşlık yasasındaki değişikliğe göre sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti” vatandaşlığı için başvuruda bulunan bir yabancı, Kararnamede belirtilen söz konusu seviyedeki dil sertifikalarına dayalı olarak, Avrupa Konseyi Ortak Dil Referans Çerçevesi’nde belirtildiği üzere B1 seviyesinde Yunanca dil bilgisine sahip olması koşuluyla vatandaşlığa alınabilecek.
Bu koşula ilaveten bir de sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin çağdaş siyasi ve sosyal gerçekliğinin temel unsurları hakkında yeterli bilgi sahibi olduklarını” bilmeleri ve bu konuda yapılacak sınavı geçmeleri gerekecek. Bu sınavı da Rum Eğitim ve Adalet Bakanlıkları personellerinden oluşacak bir komite hazırlayacak, yapacak ve değerlendirecek.
Eğer sınava girecek adaylar, “1963-1974 yılları arasında Rumlar Kıbrıs adasına etnik temizlik yapmak için Kıbrıs Türklerine saldırdılar, yüzlerce Türk’ü acımasızca öldürdüler, evlerini barklarını yakıp yıktılar, mallarını yağmaladılar, hayvanlarına ve zahirelerine el koydular, Kıbrıs Türklerini toplu göçe zorladılar” derse yandı. Asla vatandaş olamaz.
Tümü de Rum olan komite üyelerinin duymak istediklerini söyleyip, Kıbrıs Türklerini ve Türkiye’yi kötülerse yüz üzerinde yüz alarak bu sözde “Tarih ve Kültür Sınavı”nı geçmiş olacak.
Ama işin içinde, yasa tanımazlık ve insan haklarını askıya almak var. Sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti” Anayasasına göre geçerli diller Rumca ve Türkçe olmasına rağmen, bu değişiklik yasasının içinde “B1 seviyesinde Yunanca veya Türkçe konuşabiliyor, okuyabiliyor ve yazabiliyor olmak” gibi bir cümle yer almamakta. İstenilen koşul sadece ve sadece “Yunanca” bilmek ile sınırlanmış. Kıbrıs Türklerinin 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına açık ve net olarak belirtilen Anayasal hakları hiç dikkate alınmamış. Zaten ne vakit alındı ki, bu sefer de alınsın. Varsa, yoksa tek geçerli olan Rumların hakları.
Bir de utanmadan, BM Genel Sekreterinin Kişisel Temsilcisi Maria Holguin’den mucizeler bekliyorlar ve elindeki sihirli değnek ile Kıbrıs’taki taraflara dokunarak müzakerelerin derhal 2017 yılında Crans Montana’da, -Rumların maksimalist istekleri ve de Enosis Kıbrıs adasını Yunanistan’a bağlamak hayaller nedeni ile -masayı devirdikleri yerden, ceplerindeki harita ve o dönemde verilmiş tavizlerin de geçerli olacağı şekilde başlatması için her yolu deniyorlar, dualar ediyorlar.
Vatandaşlığa dönecek olursak, aramızdaki Rum hayranlarının birçoğu Rumca bilmiyor. Eğer Kıbrıs Türklerinin vatandaşlıkları bu “Rumca konuşmayı, yazmayı ve okumayı” yeterli düzeyde bilmek konusunda revize edilip gözden geçirilecekse, bilin ki yandılar. Ha, kazanılmış hak derseniz, Rumların Türklerin elindeki tüm hakları nasıl aldığını, onlara nefes alma hakkı dahi vermek istemediklerini yaşadık, biliyoruz.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
Kıbrıs Rum tarafı, Kıbrıs sorununa çözüm getirmek konusunda sürdürülen müzakerelerde iki tane büyük hata yaptı.
Birincisi:
“Tanınmış Devlet” statüsünü elinden sıkı sıkı tutmak ve Kıbrıs Türkleri ile paylaşmamak için müzakereleri ucu açık bir şekilde neredeyse yarım asırdır sürdürmekle ilk hatasını yaptı.
Bu hatanın devamı olarak araya Avrupa Birliğini ve ABD’yi sokarak müzakereleri başlatmak ve bir elli sene daha sürdürmek için ağlamaya başlaması ve bıkmadan, usanmadan kapıları çalmaya devam etmesi ilgili tarafları bıkma noktasına getirdi.
İkincisi:
Yıllardır sırtlarını ABD ve AB’ye dayayarak Kıbrıs adasını tümden ele geçireceklerini ve fırsatını bulunca da Yunanistan’a bağlayacaklarını sanarak Kıbrıs Türklerinden gelen tüm talepleri reddetmeleri ve Kıbrıs Türklerini insanlık dışı izolasyonlara mahkum etmeleri oldu. Zannettiler ki Kıbrıs Türklerini ve Türkiye’yi yıldıracaklar ve Batı dünyasının baskıları ile adayı tümden ele geçirecekler. Günümüzde Kıbrıs Rumlarının bu düşünce ve hayalleri toptan çökmüş durumdadır.
Doğu Akdeniz, deniz tabanında barındırdığı “Doğalgaz ve Petrol” rezervleri nedeni ile artık çok önemli bir bölge haline geldi.
Bunun seneler önce farkına varmış olan AB ve ABD, Kıbrıs adasının mutlak hakimleri olmak için 1 Mayıs 2004 tarihinde sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti”ni Avrupa Birliği üyeliğine kabul ederlerken, adına “10. Protokol” dedikleri bir de nihai anlaşma imzalayıp yayınladılar. Bu nihai anlaşmanın içeriğine de “Kıbrıs adası, kuzey kısımlarında AB’nin müktesabatının şimdilik geçerli olmadığı bir Avrupa Birliği toprağıdır” maddesini de eklediler. Akıllarınca uygun bir zamanda Türk askerini ve Türkiye’yi adadan atacaklar ve adanın tümünü ele geçirerek, deniz tabanındaki hidrokarbon rezervlerinin sahibi olacaklardı.
Türkiye’nin süreç içinde zayıflayacağı beklentisinin aksine bölgenin politik lideri haline gelmesi ve inanılmaz güçlü bir orduyu oluşturması AB’nin ve ABD’nin bütün planlarını bozdu.
Planların bozulması bir kenara, 1982 Deniz Hukuku Konferansı kararları doğrultusunda ilan ettiği “Mavi Vatan” olgusu içeriğindeki “Türkiye’nin Adalar Denizi ve Doğu Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölgesi” sınırları ve 2019 yılında Libya ile imzaladığı “Deniz Yetki Alanları” anlaşması, AB’nin ve ABD’nin Kıbrıs’tan ve sözde Kıbrıs Cumhuriyetinin Münhasır Ekonomik Bölgesi sınırları içinden elde etmeyi planladıkları doğalgaz ve petrol’ü çöp etti.
ABD’nin ve AB’nin Türkiye’ye, Kıbrıs konusunda taviz vermesi, adadan askerini ve elini ayağını çekmesi için yaptıkları baskılar, Türkiye’nin bu konuda dik durması nedeni ile boşa çıktı. ABD’nin her imparatorluğun varoluş sürecinde yaşadığı benzeri artık duraklama dönemine girmiş olması, AB’nin de gerileme dönemine adım atmış olması 20 sene evvel yapılmış, Kıbrıs adasını tümden ele geçirme planlarını tamamen bozdu ve rafa kaldırılmasına neden oldu.
Kıbrıs Türklerinin ve Türkiye’nin geçmiş yıllara kıyasla ellerinin daha güçlü hale gelmesi, Kıbrıs konusundaki dengeleri de bozdu ve Türklerin lehine dönüştürdü. 2020 yılında, KKTC Cumhurbaşkanlığı makamına Ersin Tatar’ın seçilmesi ve Cumhurbaşkanlığı seçimi propaganda döneminde de “Eşit, egemen, uluslararası tanınmış iki devletli çözüm” sözünü vermesi ve bunda ısrar etmesi, masanın üstüne “eşit egemenlik” kavramının konmasına ve siyasi literatüre girmesine yol açtı.
Artık Kıbrıs Türklerinin masaya oturması ve Garantör Türkiye’nin de buna “Evet” demesi için “Eşit, Egemen ve Uluslararası tanınmış bir KKTC” olgusunun yerine gelmesi gerektiğini Kıbrıs konusundaki tüm taraflar iyice anlamış durumda.
Tüm bunlara ilaveten Kıbrıs Rum tarafının geçen süre içinde narkotik trafiği, insan kaçakçılığı ve devlet düzeyinde dolandırıcılık olaylarına karışmış olması nedeni ile güven ve önem kaybetmesi, Kıbrıs müzakereleri konusundaki dengeleri iyice tersine çevirdi.
Yıllarca Kıbrıs Rumlarının ve AB’nin eli güçlü iken, artık eli güçlü olan taraf Türk tarafı haline dönüştü.
Bu nedenle de Kıbrıs konusuna çözüm bulmak amaçlı müzakerelerin başlaması için Kıbrıs Rumlarına, Kıbrıs Türklerinin gerçek ve insani haklarının verilmesi baskı yapılmaya başlandı. Siyasi Eşitlik ve Kosova, Tayvan düzeyinde tanınmışlık, uluslararası ilişkilerin, kültürel ve sportif etkinliklere katılım, uluslararası posta ve telefon sistemleri ile tüm uluslararası kuruluşlara KKTC olarak üye olunması için Rumlar üzerindeki baskılar her gün biraz daha artmakta.
Kıbrıs Rumlarının artık kaçabilecekleri bir köşe ve bu baskılara dayanabilecekleri güçleri pek kalmış gözükmüyor. Eninde sonunda, Kıbrıs Rumları ve Yunanistan,
AB’nin ve ABD’nin yapacakları baskılara ve yaptırımlara dayanamayıp, Kıbrıs Türklerinin ve Türkiye’nin ön koşullarını kabul edecekler ve müzakereler süre kısıtlaması koşulu ile başlayacak.