1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasında yer alan Garanti ve İttifak Anlaşmasını, Türkiye’nin Garantörlüğünü ve Uluslararası kurallara göre adada bulunan Türk Silahlı Kuvvetlerinin varlığı konularını göz göre göre, bilinçsizce dürttük ve zedeledik.
Daha geçen yılki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin bitmesinden birkaç hafta sonra resmi ağızdan “Garantiler Tabu değildir” açıklaması ile güya ileriye doğru bir adım attığımızı zannederek kendimize fena bir gol attık. Benim kişisel değerlendirmeme göre büyük bir politik ve stratejik hata oldu bu açıklama. Aynen “Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü” ile aynı mantıkta ve eşdeğerdi maalesef.
Yıllar önce biz Kıbrıslı Türkler soykırıma uğradığında Batı dünyasının bizlere attığı politik kazıktan sonra Kıbrıs Cumhuriyeti’ne el koyan Rumlar, 1 Mayıs 2004 tarihinde Avrupa Birliğine kabul edilirken 16 Ağustos 1960 tarihinde resmen yürürlüğe giren Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasını, içeriğinde Türkiye’nin garantörlüğünü barındıran Ek I, Garantiler ve İttifak Anlaşması ile birlikte, Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasını olduğu gibi kabul etmişti. Günümüzde halen, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, Avrupa Birliği müktesebatı içinde Birincil Hukuk olarak yer almakta.
Almanya’nın Stratejik garantörünün Amerika Birleşik Devletlerinin olduğu AB’nin Birincil Hukukunda yer aldığı gibi, Türkiye’nin de 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Garantörü olduğu aynı kıstaslarda ve eşit geçerlilikte 1 Mayıs 2004 tarihinden beridir AB’nin Birincil Hukuku içinde yer alıyor. Zaten dönemin AB Komiseri Olli Rehn de 2009 yılının Ocak ayında yaptığı resmi açıklamada, Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyetinin garantörü olmasının AB’nin kurallarına ve müktesebatına aykırı olmadığını belirtmişti.
Müzakere ekibimizin, ikide birde “AB üyesi bir ülkenin garantörü AB dışından bir ülke olamaz” ve “Garantörlük kavramı 21. Yüzyılda geçerliliğini kaybetmiştir” diyen Rumların oyununa geldikleri kesin. Belli ki hiç araştırma yapmışlar. Avrupa Birliği ile Rumlara müzakerelerde yapıcı gözükmek için de seçimin hemen sonrasına “garantiler tabu değildir” mesajını vermiş, arkasından da Türkiye’nin garantisini konuşmaya başlamışlar.
Şimdi müzakere heyetinin Garantiler konusunda geldiği aşama 15 yıllık bir geçiş döneminden sonra Türkiye’nin, Kıbrıs adası üzerinde olan garantisinin tekrar gözden geçirileceği ve kaldırılabileceği şeklinde.
Garantileri tartış ve 15 yıla bağla, nüfus oranını ilelebet kalacak şekilde 4 Rum’a 1 Türk olarak kabul et, KKTC topraklarının beşte birinden fazlasını Rumlara iade etmeyi onayla, tazminatla kapatılabilecek toprak konusunda mülkiyetin sahipliliği hakkı olarak ilk sözün ve kararın 1974 yılında 6 yaşında olan bir çocuğa kadar geri gidebileceğini kabul et, binlerce Türk ailesinin göçmen olacağının altyapısını oluştur, 4 özgürlüğün uygulanabileceğinin, yani Rumların çalışmak, yerleşmek, mülk edinmek ve iş kurmak için KKTC’de yaşayabileceklerinin altına imzanı at, Kıbrıslı Türklerin yegane hayatta kalma garantisi olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kıbrıs adasından ayrılmasını onayla ve 60 bin Rum’un bize göre Türk Devleti, Rumlara göre Türk Eyaleti içine yerleşmesini tasdikle ve bunun adını da “Müzakereler iyi gidiyor” koy!
Güzel hoş da, bütün bunlardan sonra dünya ve Türk tarihine “Yıllarca kan ve gözyaşı döküp, göçmenliği en acı bir şekilde yaşadıktan sonra kurmayı başardığı devletini lav edip, üzerinde yaşadığı topraklardaki egemenliğini de çöpe atıp bir başka milletin boyunduruğu altına, azınlık olarak girmeyi kabul eden halk” olarak geçmeyi acaba hangimiz kabul edeceğiz ve nasıl kabul edeceğiz, gerçekten çok merak ediyorum. 2004 yılındaki “Annan Planı” döneminde yaşadığımız gibi gene ABD ve Avrupa Birliği, Dolarları ve Euroları KKTC’de saçarak ajanları vasıtası ile aramızdaki hainleri satın alıp, aptalları, kaypakları ve akılsızları kandırmaya çalışacaklar, KKTC’yi tarihin karanlıklarına gömmek ve Kıbrıs adasını Rumların hakimiyeti altına sokmak için…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
16 Aralık 2016
Cenevre’de 9-10-11 Ocak’ta yapılacak toplantıya Akıncı, Anastasiadis ve Eide katılacak ancak
12 Ocak’ta yapılacak Türklerin “Beşli”, Rumların “Çoklu” dediği toplantıya daha kimlerin katılacağı belli olmadı.
KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’nın artık bir yol haritası var demesinin nedeni Türklerin “Beşli”, Rumların “Çoklu” dediği toplantının yerinin ve tarihinin belli olması. Ama önümüzdeki günlerde KKTC’nin bu toplantıya katılım statüsü küçük bir krize neden olacak. Zira Türkler KKTC’yi taraf olarak ortaya koyup, toplantıya “Beşli” derken, Rumlar KKTC’yi taraf olarak kabul etmemekte. Kıbrıs Cumhuriyetini temsilen Rum Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis katılmak ve Kıbrıs Türk tarafının diplomatik katılım seviyesini aşağıya çekmek için de KKTC’nin Rum delegasyonu altında masaya oturmasını talep edecek.
Bu şekilde de 1974 yılından beridir Türkiye tarafından muhatap kabul edilmeyen Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti, Türkiye Cumhuriyeti ile aynı statüde olduğunun kayda geçmesi ve masaya Türkiye’nin kabul ettiği, muhatap aldığı ve tanıdığı bir devlet olarak yalnız başına ve KKTC olmaksızın oturmanın yollarını arayacak. Bu durumda Rum Dışişleri bakanı Katsulidis, KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın muhatabı olarak Beşli (Dörtlü) toplantıya katılmak isteyecek. Bu şekilde de Kıbrıslı Türkleri Kıbrıs Cumhuriyetinin içindeki ayrılıkçı toplum olarak takdim etmek ve muhatap almamak yönünde ısrarlı olacaklar, bu doğrultuda elden gelen her tür girişimi yapacak, zorluğu da çıkaracaklar.
Eğer bu talepleri kabul edilmezse ikinci alternatif olarak da “ya bu toplantı Dörtlü, Türkiye-İngiltere-Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti şeklinde olur, ya da bu toplantıya AB ve BM Güvenlik Konseyi üyeleri de (Rusya, ABD, Fransa ve Çin) katılır, KKTC Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bir alt parçası olarak masaya oturur” yönünde isteklerde bulunacaklar.
Benim görüşüme göre, üzerinde 12 Ocak’ta yapılması konusunda mutabakat sağlanmış olan “Beşli” veya “Çoklu” toplantı, Rumların “sadece Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti katılsın, Kıbrıs Türk tarafı (KKTC adını belirtmeden) Kıbrıs Cumhuriyeti içinde yer alsın” girişimleri ile krize girecek ve toplanamama tehlikesi ortaya çıkacak.
9-10-11 Ocak toplantısında halen açık olan 6 başlık ve bu başlıklar içindeki üzerinde mutabakata varılmamış 50 konu tartışılacak. Bu üç gün içerisinde söz konusu 50 konu üzerinde mutabakata varılması çok zor. Ki 48 yılda varılamayan mutabakata 3 gün içinde varılmak istenmekte.
Deneyimlerime göre benim tahminim Beşli Konferans’ın Rumların KKTC ile aynı statüde masaya oturmak istemeyecekleri nedeni ile toplanamama tehlikesi atlatacağı, bir şekilde ara yol bulunup toplansa bile tam ve Kıbrıs sorunun kesin çözümüne yönelik bir sonucun alınamayacağı yönünde.
Bu toplantıda Türkiye’yi zorlayacak herhangi bir karar çıkamaz. Bilinenin ve Batı basınında Rumların elinde koz olduğu ve güçlü pozisyonda bulunduğu şeklinde yansıtılan bilgilerin aksine bu masada ve Kıbrıs konusunda eli güçlü olanın Türkiye olduğu ortaya çıkacaktır. Kıbrıs konusu da Türkiye’nin istediği gibi çözülecek veya da tamamen “Çözülemedi” olarak kapanacak ve KKTC ile Türkiye yeni bir yol haritası belirleyecektir.
AB’nin garantörlüğü hiç bir zaman geçerli olabilecek bir garanti değildir. AB’nin yerleşik ve süreğen bir ordusu bulunmamaktadır. Koalisyon gücü adı altında birleşmeye çalışmaktadırlar. Olası bir anlaşmadan sonra Rumların Türklere saldırması durumunda da Rumları durdurmak şeklinde bir müdahalede bulunacakları iddiası ise tamamen gerçek dışıdır. Makarios’un 1963 yılında yaptığı gibi hem Türklere saldıracaklar, hem de yasal devlet statüsü altında Türkler isyan etti gerekçesini öne süreceklerdir…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
12 Aralık 2016
2013 yılının Şubat ayında seçilmiş olan ve Derviş Eroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı döneminde her fırsatta yalan dolan bahanelerle masadan kaçan Rum lider Anastasiadis, 2015 yılının Nisan ayında Mustafa Akıncı’nın Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra -kulağına fısıldananlar her ne idiyse- adeta masaya yapıştı ve kalkmaz oldu.
Anlaşılan önünde, her ne pahasına olursa olsun çözüme istekli bir Türk lider ve yanında da acemi sayılacak bir müzakere ekibi görünce kolları sıvadı ve “bu fırsat bir daha ele geçmez” mantığı ile müzakereleri devam ettirme çabası içinde girdi.
Rumların ve Yunanlıların ezelden beridir bir tek hedefleri bulunmakta Kıbrıs ile ilgili. Şu veya bu şekilde Kıbrıs adasının tümünü ele geçirmek ve de adanın tümü üzerinde egemenlik kurmak, Türkleri de asla egemenlik haklarına ortak etmemek.
Uzun bir zamandır ABD ve Avrupa Birliği, içimize yerleştirdiği piyonlarıyla ve 2004 yılında Referandumu yapılan Annan Planı döneminden beri parayla, hibe adlı rüşvetlerle ve çeşitli türlerde kişisel veya ailesel menfaatler sağlayarak elde etmeyi başardıkları satılmış kişilerle, el ele, omuz omuza, yaptıkları plan içeriğince, bir bütün halde saat gibi çalışarak KKTC’yi yıpratmaya ve zayıflatmaya çalışmaktalar. Hedefleri de KKTC sınırları içinde kaos ve kargaşa yaratmak, bu sayede Kıbrıs Türk halkının dikkatini müzakerelerin gidişatından uzak tutmak ve de bir an evvel müzakereleri Rumların lehine sonuçlandırmak.
İki gün evvel gerçekleştirilen genel grevin gerçekte nedeni ile pek bağı yoktu. Amaç kaos yaratmak, sanki de iç savaş varmış havasını vermek, medyayı ve basını greve yoğunlaştırarak Kıbrıs Türk halkını KKTC’den bıktırmak ve Rum’un boyunduruğu altına girmesinin kapılarını aralamak.
Cumhurbaşkanı Brüksel’de görüşmeler yapmakta, Ocak ayının 9’unda da “Beşli Konferans” yapılarak müzakerelerin sonuçlanma aşamasına gireceğinden bahsetmekte. Sayın Akıncı’ya göre “Özgürlüğümüzden, Güvenliğimizden ve eşitliğimizden asla vaz geçilmemiş ve asla da vaz geçilmeyecekmiş.” Bu sözler pek inandırıcı gelmiyor bana.
Nisan 2015 tarihinden beri Akıncı ve Anastasiadis arasında süren müzakerelerde kabul edilen “Dört Rum’a Bir Türk oranı”, Toprağın yüzde 28.2-29.2 arasına çekileceği, topraklarımızın beşte birinin Rumlara verileceği, Güzelyurt’un Maraş’ın ve Karpaz burnunda dört köyün Rumlara iade edileceği, içimize 60 bin Rum’un döneceği, iade edilecek topraklarımızın beşte birine 100 bin Rum’un yerleşeceği, Dört özgürlüğün (yerleşim, dolaşım, mülk edinme, çalışma) serbestçe uygulanacağı, mülkiyette ilk söz ve karar hakkının 1974 öncesi mülkün sahibine yani Rumlara ait olacağı, isteyen Rum’un sınırlama olmadan Türk Devletçiği içine yerleşip yaşayabileceği, Garantörlüğün Sayın Burcu’nun deyimiyle “Tabu olmayıp tartışılacağı” ve büyük bir olasılıkla da sulandırılacağı tavizlerinden sonra Sayın Akıncı’nın “Özgürlüğümüzden, Güvenliğimizden ve eşitliğimizden asla vaz geçilmeyiz” sözüne inanmak çok zor. Bana bu sözler çok doğru ve samimi gelmiyor.
Rumların ve Yunanlıların tek istekleri ve bu doğrultuda çabaları, daha 18. yüzyılın son çeyreğinden beri Kıbrıs’a hakim olmak. Şimdi bu hedeflerine ulaşmak için sorunu Avrupa birliği zeminine taşımaya çalışıyorlar aynen 19. yüzyılda yaptıkları gibi. Bundan iki asır önce Yunanistan konusunu Avrupa Devletleri içine taşımışlar ve Osmanlı devletinden koparılarak tarih sahnesine çıkmasını sağlamışlardı. Günümüzde de Kıbrıs için aynı oyunu sahneye koydular. Kendilerini asırlardır koruyup himaye etmiş olan Batılı büyük devletlerin destek ve yardımları ile sorunu kendi istedikleri şekilde çözme yolunda ve arzusundalar…. Tabii artık Türk Milleti olarak yersek!
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
9 Aralık 2016
Rumlar ve Yunanlılar ağız birliği etmişçesine, yıllardır 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası içinde yer alan Garanti ve İttifak Anlaşması ile Türkiye’nin garantörlüğünün kalkmasını ve Türk askerinin tümü ile adadan geri gitmesini istiyorlar. Bunun için de yasal ve yasal olmayan her yolu deniyor, Makyavel’in tavsiyeleri doğrultusunda da her tür girişimi yapıyorlar.
16 Ağustos 1960 tarihinden başlamak üzere 20 Temmuz 1974 tarihine kadar Türkiye’nin garantörlüğü sadece kağıt üstündeydi ve Rumlarla Yunanlılar, sırtlarını Rusya ve ABD’ye dayadıklarından hiçbir zaman Türkiye’nin askeri bir müdahale de bulunabileceğine ihtimal vermiyorlardı. Bu güvenceden dolayı da Türklere saldırı düzenledikleri her kanlı olaydan sonra Kıbrıslı Türkleri aşağılamak için “Bekledim de gelmedin” şarkısını çalarlardı Kıbrıs Radyo yayın Korporasyonunun Radyo ve Televizyon yayınlarında. Çoğunlukta oldukları Kıbrıs Cumhuriyetini de silah zoru ile geçirmiş olmalarından dolayı kendilerini adeta aslanlar gibi görürler, bizi de bir lokmada yiyip yutacakları tavşan zannederlerdi. Ama bir türlü gerçekleşemedi bu son. Tam tersine kolay lokma olarak gördükleri Kıbrıslı Türkler ve adam yerine koymadıkları Türkiye, sonradan kağıttan olduğu ortaya çıkan bu aslanı birlikte paramparça ettiler ve bu “kahraman Helen aslanı” arkasına bile bakamadan kaçıp gitmek zorunda kaldı bu diyarlardan.
Rumlar ve Yunanlılar 42 yıldır “Kahraman Helen Aslanı” olmayı düşlüyorlar Kıbrıs adasında ama önlerindeki Türkiye ve Türk Silahlı Kuvvetleri engelini de bir türlü aşamıyorlar. Adada Türk Silahlı Kuvvetleri olmasa, Türkiye’nin de 20 Temmuz 1974 tarihinde kağıt üzerinde yazı olmaktan çıkartıp fiiliyata dönüştürdüğü Garanti Anlaşması ve Garantörlük bulunmasa, Kıbrıslı Türkleri ezecek ve istediklerini yaptırtacak güce sahip olacaklar ama bunu son 42 yıldır nasıl gerçekleştireceklerini bir türlü bulamadılar. Ne ABD, ne Rusya, ne de Kıbrıs adasını destekleri ile tekrardan ele geçirmek hayalini kurdukları AB bir türlü dişlerini Türkiye’ye geçirip adadan uzaklaştıramadı.
24 Şubat 2004 tarihinde başlayıp, 4 Nisan 2004 tarihinde biten Annan Planı görüşmelerinde ellerine bir fırsat geçirmişlerdi ama yaptıkları ince hesap nedeni ile 24 Nisan 2004 tarihinde her iki tarafta aynı anda referanduma sunulan bu plana “Hayır” demek zorunda kaldılar.
Gerekçelerini de uzun yıllar saklamayı başardılar ve Tassos Papadopulos’un referandumdan 2 gece evvel yaptığı televizyon konuşmasında halkına tavsiye ettiği “Devlet aldım, eyalet bırakmam” gerekçeli “Hayır oyu” talebine bağladılar neden hayır dediklerini.
Gerçekte Rumların çoğunluk olacağı, Kıbrıs Türk Devletinin toprağının yüzde 29+ kalacağı, Karpaz yarımadasında 4 Rum köyünün sahilleri ile birlikte özerk bir Rum bölgesine dönüşeceği, 1974 öncesi Rum arazilerinin üçte birinin otomatikman geri verileceği gibi benzeri Rumların lehine birçok maddenin yer aldığı Annan Planına Rumların “Hayır” oyu vermelerinin nedeni başka.
100 bin Rum’un geri verilecek topraklara döneceği, 60 bin Rum’un Kıbrıs Türk Devletçiğine yerleşmesi ve Rum mallarının üçte birinin iade edileceği süreçte kesinlikle bir iç savaş çıkacağını hesap eden Rumlar, ada üzerinde Türkiye’nin garantörlüğün devam edeceği ve adada Türk askerinin de bulunacağı nedeni ile -bu iç savaşı da 1974 yılında olduğu gibi kaybedeceklerini hesap ederek- Annan Planına “Hayır” dediler ve kendilerine yeni bir hedef koydular. Bu hedef, Türkiye’nin garantörlüğünün olmayacağı ve adada Türk askerinin de bulunmayacağı bir anlaşmanın yapılmasını sağlamak sonra da çıkacak bir iç savaşta Türkiye “Garantör” olmadığı bir toprağa müdahale edemeyeceği için de, adayı ve yönetimi tümden ele geçirerek Rumlaştırmak…
Gerekçe tamamen bu.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
5 Aralık 2016
Müzakerelerdeki ¼ oranının Rumlar lehine korunmasının ve toprak düzenlemesinin gerçek amacını sürekli yazıyoruz.
Rumların amaçlarının, Kıbrıslı Türkleri azınlık konumuna getirip, gençleri yurtdışına yönlendirip, bir süre sonra adanın tek sahibi olmak olduğunu, Rumların ENOSİS hayallerinin bitmediğini, Türkleri asla eşit ortak olarak görmediklerini bıkmadan usanmadan anlatıyoruz.
1960 ortaklık Cumhuriyetini İngiliz’i saf dışı etmek için kerhen kabul eden, sonrasında Kıbrıs Türkünü yurtdışına göndererek kurtulma planı yapan, bunun için ekonomik olarak köşeye sıkıştırdıkları Türklerin cebine para koyup, gelmemek şartıyla yurtdışına gönderen, kalan yaşlıların belli bir süre sonra öleceğini varsayıp, adayı Yunanistan’a bağlama yolundaki planı tıkır tıkır işleten, Yunanistan cuntanın aceleciliği yüzünden bu planları bozulan ve Kıbrıs Türklerinin adadan gitmesini beklemeden soykırım uygulamaya geçen, Türkiye’nin müdahalesi sonucu emellerine ulaşamayan Rumlar’ın asla ve asla bu emellerinden vazgeçmediğini, Türklerin idam fermanı olan Annan Planı’nı bu yüzden kabul etmediklerini, istediklerinin Kıbrıslı Türklerin azınlık statüsünde yaşamaları olduğunu hemen her yazımızda dile getiriyoruz.
Tarihin, ihtiyatsızlar için merhametsiz olduğunu, Rumlardaki Türk düşmanlığının bitmediğini, fırsat kolladıklarını, Türkiye’nin garantörlüğünün kalkması ve Türk askerinin adadan çekilmesi halinde ¼ olarak sabitledikleri Kıbrıs Türklerini yok etmeye kalkacaklarını, BM ve AB’nin tavırlarının onlardan yana olacağını, bir Türk ve bir Rumun mahkemelik olmaları halinde kesinlikle Türkün haklı çıkmayacağını anlatıyoruz dilimiz döndüğünce…
Bazılarına göre çözüm istemediğimiz için bunları söylüyoruz.
Bazılarına göre de barış karşıtıyız!
Oysa 1974’ten sonra gelen huzurun bozulmaması, Kıbrıs Türkünün tekrar mezalime, aşağılanmaya uğramaması için çabamız.
Aşağıdaki yazı korkularımızın boş olmadığını gösteriyor bize…
Görünen köyün minareleri belli.
Aşağıdaki yazıyı yazan Yunanlı bir avukat. Lütfen üşenmeyin, özellikle son paragrafın altını çizerek okuyun. Eminim, çözüm masalı olarak yutturulan şeyin esasen yokoluşa götüren karanlık bir tünel olduğunu fark edeceksiniz.
****
Kıbrıslı Türklerin sonu yaklaşıyor mu?
Polina Aniftou, Lawyer, PhD candidate in Geopolitics
Birkaç ay önce Brüksel’de Yunan bir jeopolitika analistiyle Kıbrıs sorunu hakkında konuşuyorduk. İlk defa rahat ve keyifliydi: “Kıbrıs konusunda olacaklar hakkında endişelenme! Asıl endişelenmesi gereken artık Kıbrıslı Türklerdir” dedi. Yunan Dışişleri uzun bir süreden beri Kıbrıs ve Ege sorunları üzerine senaryolar üretmekteydi. Bu senaryolardan bir tanesi ise Kıbrıs sorunundaki açmaz, Akıncı’nın eylemsizliği ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın total hükümranlığından dolayı göç etmek zorunda kalacakları idi. En sonunda jeopolitika alanında beklediğimiz bir diplomatik çarpışmayı görebileceğiz: Erdoğan’ın Neo-Osmanlıcı dogması ile Yunan dış işleri bakanı Nikos Kocyas’ın vatansever sol dogmaları arasındaki çarpışmayı.
İsviçre’deki müzakereler hem sonuç olarak hem de maskelerin en sonunda düşmesi nedeniyle herhangi bir hayal kırıklığı yaratmadı. Kıbrıs Türk toplumu siyasi olarak artık temsil edilmiyor, Kıbrıslı Türklerin sesleri duyulmuyor ve herhangi bir liderleri de bulunmuyor. Var olan sadece güya yeniden yakınlaşma çabaları gösteren, panayırlarda gezerek ve siyaseten baş eğerek maaşlarını ceplerine indiren Türkiye’nin memurlarıdır. Bu köşede daha önce de yazdığım gibi Akıncı da kendisinin, ailesinin ve yakın arkadaşlarının çıkınını dolduracaktır.
Akıncı’nın siyaseten kim olduğunu ve Ankara ile ilişkisini 2000 yılında kuzeydeki banka iflaslarından biliyoruz. Kötü haber ise Akıncı sonrası dönemin daha da kötü olacağıdır.
Kıbrıslı Türkler, hakikaten ne düşünüyorsunuz? Yorulmadınız mı? Hakarete uğramış gibi hissetmiyor musunuz? Önümüzdeki beş yıl içerisinde sesinizi duyuracak bir yol bulamazsanız göç etmek zorunda kalma tehlikesinden korkmuyor musunuz?
Güneydeki siyasi platformlarda bu sorular üzerine uzun bir zamandır tartışıyoruz. Otuzlu yaşlardaki bizim nesil artık Kıbrıslı Türklerin kaderleri hakkında kafa yormuyor. Onlar için Kıbrıslı Türkler kendi eylemsizliklerinden dolayı günün birinde kaybolacaklardır. Güney Kıbrıs’ta milliyetçi kesim kadrolar yetiştirmektedir ve bu kadrolar büyük Helenizm hayaliye birkaç yıl içinde statükoyu sarsmaya hazır olacaklardır. Kuzeyde ise kadrolar kayboluyor çünkü onlara alan kalmamış. Zaman akıyor ve Kıbrıslılar olarak, geleceğe dönük kararlar almazsak, gelecek en azından siz Kıbrıslı Türkler için Kıbrıs’tan uzakta olacak. Ki bu senaryo şimdiden bayağı çalışılmış bulunuyor.
Yunancadan çeviren Dr. Serkan Karas