Kıbrıslı Türklerin Rum devletindeki olası hakları
Anastasiadis’in ve Kıbrıslı Rum siyasi parti liderleri ile Rum Kilisesi Başı Başpiskopos Hrisostomos’un, 49 yıldır sürdürülmekte olan müzakereler sonunda Kıbrıs adasında kurmayı planladıkları (üniter Rum) devlet şeklinde ağızları dola dola söyledikleri “Kıbrıslı Türklerin hakları AB standartlarında ve müktesebatında belirtildiği gibi olacak”, tanımının günümüz Rum politik anlayışına çevirisi “Kıbrıslı Türklerin hakları aynen Yunanistan hudutları içindeki Batı Trakya bölgesinde yaşayan Müslüman azınlığın hakları ile tıpa tıp aynı olacak” şeklindedir.
Kıbrıslı Rumların bize layık gördükleri vatandaşlık hakları, AB müktesebatında belirtilen azınlık hakları olacak ve Batı Trakya’da yaşayan soydaşlarımızın haklarından daha fazla olmayacak, ama bol bol eksiği olacak.
Bu yılki azınlık haklarındaki kırpmanın siftahı Batı Trakya’daki Türk okullarından 9 tanesinin daha kapatılması oldu.
İskeçe ve Gümülcine’de iki lisede bu yıl Yunanistan Eğitim Bakanlığı’nın kararıyla Türkçe ders saatlerinin azaltıldı ve buna ilaveten de 2010 yılında başlatılan uygulama çerçevesinde öğrenci sayısının yetersiz olması gerekçesiyle dokuz “Türk okulu” daha kapatıldı.
İskeçe ve Gümülcine’de yaşayan Türkler – ki Yunan hükümeti bu soydaşlarımızın Türk olduklarını kabul etmemekte ve kendilerini Müslüman azınlık olarak tanımlamaktadır- hükümetin azınlıklara yönelik eğitim konusundaki kararlarında Türk azınlığın görüşünü dikkate almadığını ve “Ben yaparım oldu” politikasını izlediğini belirtmekteler, haklı olarak da isyanları oynamaktalar.
Rodop-Meriç illeri SÖPA mezunu Öğretmenler Derneği “böylesi bir karar alınırken ailelere ve velilere danışılmadığını” belirterek “Devlet okulları için uygulanan ve öğrenci sayısı dokuzu tutmayan okulların kapatılmasını öngören yasanın, farklı statüye sahip azınlık okulları için de uygulanmasıyla okullarımızın kapatılması hepimizi derinden üzmüştür” açıklaması ile eğitimdeki bu taraflı uygulamayı ve acıklı tabloyu gözler önüne sermiştir.
Bu uygulamanın aynısını KKTC hükümeti, Karpaz’daki Rum okulu için yapsa, Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan şikayet etmedikleri devlet Başkanı, AB ülkeleri, AB komisyonu, BM genel Sekreteri ve ilgili ilgisiz merci kalmazdı.
Batı Trakya’da iki azınlık orta öğretim kurumundan biri olan İskeçe’deki Muzaffer Salihoğlu Azınlık Lisesi’nde ortaokul ve lise seviyesinde okul binasına ve Türkçe öğretmenine ihtiyaç var ve Yunan hükümeti bu konuda kılını bile kıpırdatmamakta.
İskeçe ve Gümülcine’deki iki lisede Türk öğrenciler maalesef çok zor şartlar altında eğitim görmekteler. Özellikle Muzaffer Salihoğlu Lisesi’ndeki Türk öğrenciler binanın bodrum katındaki sınıflarda sağlıksız bir ortamda ders yapmaktalar ve teneffüslerde okul bahçesine sırayla çıkmak zorunda kalmaktalar yersizlikten dolayı.
Bina sorunu ise hat safhada. Bu nedenle bazı sınıflarda öğleden sonra akşam saatlerine kadar ders yapmak zorunda kalınmakta. Şehir dışından gelen birçok Türk öğrenci ulaşım zorluğu ve benzer nedenlerle derslere katılamamakta ve Yunaca eğitim yapan devlet okullarına gitmek zorunda kalmakta. Bu nedenle de Türk okullarına giden ve gitmek isteyen Türk öğrenci sayısı da gittikçe azalmakta.
Yunanistan hükümeti maalesef, Türkiye’nin bu konudaki mali yardım, bina yapımı, öğretmen gönderimi desteğini de, bölgede yaşayan Türklerin uzun vadede kimliklerini kaybetmesi ve asimilasyona uğraması planı ile reddetmekte.
Kıbrıs adası bir gün, aramızda yaşayan ve fırsatta Rumların çıkarına çalışan Rum destekçileri sayesinde Rumların egemenliği altına girerse, Kıbrıslı Türklerin hakları da “AB standartlarında ve müktesebatında belirtildiği” kadar, aynen Yunanistan’da uygulandığı gibi olacaktır. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
11 Kasım 2016
Kırımoğlu: “AB’nin garantisi garanti değildir”
Yurdagül Atun
AB’nin garantörlüğüne güvenmenin büyük bir hata olacağına vurgu yapan Kırım Tatar Meclisi eski Başkanı Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, tarihi bir gerçeği açıklayarak şu tavsiyelerde bulundu: “Kıbrıslı Türkler, AB garantörlüğü’ne güvenmesin. Hatırlarsanız, 1994 yılında Budapeşte Anlaşması imzalandı. İngiltere Rusya ve Amerika garantörlerdi. Bizim toprak bütünlüğümüzü koruyacaklardı. Garantörlerden birisi toprağımızı aldı, kendi toprağına ekledi. Diğerleri de hiçbir şey yapmadı. AB’nin garantisi hiçbir zaman garanti değildir.”
Kırım Tatar Meclisi eski Başkanı Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, Kıbrıs Türkü’ne önemli mesajlar verdi.
Türkiye’nin garantörlüğünün sürmesi gerektiğine vurgu yapan Kırımoğlu, “Kırım Türkü hala daha eza içindedir. Mecburi Rus vatandaşı olmanızı istiyorlar, can güvenliği tehlikede, evlerde arama yapıyorlar. Serbest konuşma yoktur, can güvenliği yoktur. Türkiye gibi bir desteğimiz olsaydı bunları yaşamazdık” dedi.
Türkiye’nin ada üzerindeki garantörlüğünün kaldırılmasının vahim sonuçlara yol açabileceğine dikkat çeken Kırımoğlu,“Müzakereleri takip ediyoruz. Kıbrıs adasında bir anlaşma olması gerekmektedir ancak bu anlaşma adadaki huzuru bozmamalı, tersine sorunu çözmelidir. Rumların taleplerine bakılırsa anlaşma mümkün görünmemektedir” şeklinde konuştu.
Sadece ülkesi Kırım’ın değil, bağımsızlık mücadelesi veren tüm ülkelerin sembolü olan Kırım Tatar Meclisi eski Başkanı Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu Haberal Kıbrıslı Gazetesi’ne çarpıcı açıklamalarda bulundu. Kırım Türkleri’nin tarih boyunca büyük mezalimlere maruz kaldıklarını anımsatan Cemiloğlu, tarihten ve bu örneklerden ders alınması gerektiğine vurgu yaptı.
“Kıbrıs’ta bir anlaşma şart ama…”
“Kıbrıs sorunu çok uzun yıllardır devam ediyor. Artık burada bir anlaşma olmalı ama ben bir anlaşma olabileceğine inanmıyorum. Çünkü Rumların şartları Türk toplumu için çok uygun değil. Türkiye’den gelenlerin gönderilmesi, Türk askerinin gitmesi, toprak tavizi gibi saçma şeyler konuşuluyor. Böyle bir anlaşma olamaz. Daha önceki mülakatımda söylediğim gibi, Türkiye’nin garantörlüğünün kalkması, Kıbrıs Türklerini Kırım Tatarlarının akıbetine uğratır. 1963’te neler olduğunu gördük. Türkiye askerini göndermemiş olsaydı bugün bu adada Türk kalmayacaktı. Tarihteki örnekler unutulmadı” şeklinde koşuşan Kırımoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “1960 Anayasası Kıbrıs Türkleri için iyi bir Anayasaydı. Kıbrıslı Türklerin veto hakkı vardı. Annan referandumunda da Türkler Evet demişti. Bundan birkaç yıl önce Rum yetkililerle konuşmuştum, ‘ada birleşsin diyorsunuz ama siz razı olmadınız’ demiştim. Bana dedikleri ‘şartlar işimize gelmedi, bizim için uygun değildi!’ Sizin için uygun olan Kıbrıs Türkleri için uygun olmaz. Türkiye burada garantör olarak uluslararası kaidelere göre davrandı. Bazıları Kırım’ı Kıbrıs’la karşılaştırıyor, bu doğru değil. Türkiye Kıbrıs’ı kendi toprağına eklemedi, anlaşın diyor. Kapıyı açık bırakıyor.”
“İngiltere- Amerika-Rusya 1994 yılında Kırım’a garantör oldu”
AB’nin garantörlüğüne güvenmenin büyük bir hata olacağına vurgu yapan Cemiloğlu, “bu yüzyılda garantörlük olmaz” diyenlere, tarihi bir gerçeği açıklayarak şu tavsiyelerde bulundu: “Türkiye’nin garantörlüğü anlaşmalarda var. Türkiye tamamen yasal haklarını kullanıyor. AB garantörlüğünün Kıbrıslı Türkler açısından ne derece korucuyu olduğunu şu örnekle anlatabiliriz; Birçokları ‘bu devirde garanti anlaşması mı olur diyor ama1994 yılında Budapeşte Anlaşması imzalandı. İngiltere Rusya ve Amerika garantörlerdi. Bizim toprak bütünlüğümüzü koruyacaklardı. Garantörlerden birisi toprağımızı aldı, kendi toprağına ekledi. Diğerleri de hiçbir şey yapmadı. AB’nin garantisi hiçbir zaman garanti değildir.”
Yurdagül ATUN
Batı dünyası bir türlü bileğini bükemediği, silah ve askerle yenemediği Türkleri yenebilmek için farklı yollar düşünmeye başlar ve ilk adımı 1303 yılında atar. Dönemin Papa’sı VIII. Bonifacius, Roma’da “Studium Urbis”i yani Roma’nın ilk üniversitesini kurar. Bu üniversitenin çalışma alanlarından bir tanesi de Türklerin zayıf ve kuvvetli taraflarının tespit edilmesidir. (Roma Üniversitesi- http://en.uniroma1.it/sapienza/about-us/our-history)
Bu bölüm işe Türklerin dillerini, dinlerini, adetlerini, geleneklerini ve göreneklerini incelemekle başlar. Amaç, Türklerin zayıf ve kuvvetli yönlerini öğrenmek, zaaflarını tespit ederek, üstlerine bu açık kapıdan giderek yenmektir. Tespit edecekleri “Türkleri yıkma stratejisi”nden yola çıkarak yeni bir politika ve taktik geliştirmek ve Türk coğrafyasında rahat bir çalışma ortamı sağlayarak uzun vadede Türkleri içten kemirerek yıkmaktır. (Y. Koçak, Tiran, 2015:s.35-7)
Günümüzden tam 7 asır önce, 14. yüzyılda Papa VIII. Bonifacius’nun tohumlarını attığı bu strateji ve uygulamanın yolundan Fener Patrikhanesinin Patriği V. Gregorius da gider. 1821 yılında Yunanistan’da yaşanan isyanın elebaşı olduğu ortaya çıkan Patrik V. Gregorius’un evinde; isyanla ilgili belgeler ve Osmanlının amansız düşmanı olan Rus Çarı Alexandra’ya yazılmış çeşitli istihbarat mektupları ele geçirilir.
21 Nisan 1821 tarihinde Patrikhanenin kapısında asılan Patrik Gregorius’un Rus Çarı Alexandra’ya yazdığı mektuplarında da Türklerle baş edebilmek için yapılması gerekenleri aşağıdaki şekilde sıralar;
“Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak; mümkün değildir. Çünkü: Türkler; çok sabırlı ve dayanıklı insanlardır. Gayet mağrurdurlar ve izzet-i nefis (onur) sahibidirler. Bu özellikleri; dinlerine bağlılıklarından, kadere rıza göstermelerinden, geleneklerinin kuvvetinden, padişahlarına, kumandanlarına büyüklerine itaat duygularından gelir.
Türkler: zekidirler. Kendilerini; doğru yola sevk edecek liderleri olduğunda da daha da çalışkandırlar. Gayet; kanaatkardırlar. Onların bütün meziyetleri: hatta kahramanlık ve bağlılık duyguları; geleneklerine olan bağlılıklarından ve ahlaklarının kuvvetinden gelir.
Türkleri yıkmak için önce bağlılık duygularını kırmak ve manevî bağlarını parçalamak gerekir. Bunun da, en kısa yolu: milli ve manevî değerlerine uymayan, yabancı fikir ve davranışlara, onları alıştırmaktır.
Türkler; dış yardım kabul etmezler. Haysiyet duyguları, buna engeldir. Eğer; geçici bir süre görünürde kuvvet ve kudretleri varsa da; Türkler mutlaka dış yardıma alıştırılmalıdırlar.
Maneviyatları sarsıldığı gün; Türkleri kendilerinden şeklen çok kuvvetli, kalabalık ve güçlü kuvvetler önünde zafere götüren; asıl kudretleri sarsılacak ve o zaman Türkleri yıkmak, mümkün olabilecektir.
Bu nedenle; Osmanlı Devletini yıkmak için, yalnızca savaş Meydanlarındaki zaferler yeterli değildir. Ve hatta; bir tek bu yolda yürümek, Türklerin gerçekleri anlamalarına neden olabilir. Yapılacak iş; Türklere bir şey hissettirmeden, bünyelerindeki tahribatı tamamlamaktır.”
1303’de başlatılan “Türkleri topsuz tüfeksiz yenmek ve yıkmak strateji”sinin aradan 5 asır geçtikten sonra İstanbul’da uygulanmak istendiğini, şimdi de KKTC’de bin bir zorlukla açılması başarılmış ve öğrenci sayısı çığ gibi büyüyen, yarışmalarda ve sınavlarda her zaman devlet okullarının önüne geçen İlahiyat Koleji’nin kapatılması şeklinde uygulamaya konduğunu görmekteyiz. Hedef belli; Kıbrıslı Türklerin manevi duygularını öldürmek, birlik ve beraberliği sağlayan tutkalı söküp atmak ve uzun vadede Rumların ve dolayısı ile de AB’nin yönetimi altına sokmak.
Maneviyat eğitimimizin önemini çok iyi anlamamız gerekmektedir. Bugün KKTC’nin yıkılması için çalışanların “Bayramlarda dahi camiye gitmeyen, dinimizden ve Kuran-ı Kerimden öcü gibi korkan, hiçbir süreyi bilmeyen ve hiçbir dini vecibeyi yerine getirmeyen kişiler” olması da bir tesadüf değil maalesef.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
7 Kasım 2016
İsviçre’de 29+ Tuzağı benzerine düşülmemeli
Anastasiadis’in kimlerle İsviçre’deki Mont Pelerin görüşmesine gideceği, ekibinde kimlerin olacağı yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başladı. Rum tarafında ne kadar Kıbrıs Rum Kilisesinin güvendiği siyasi ve bürokrat varsa, hangi partiyi desteklediklerine bakılmaksızın ekipte yer alıyor.
Anastasiadis’in danışmanları ve müzakere heyeti üyeleri Polis Poliviu ve Kipros Hrisostomidis, Müzakereci’nin destek grubu başkanı Panayotis Dimitriu, üyeleri Nikos Kleanthus ve Tumazos Çelebis, Başsavcılık adına Nikos Kiriaku, Mülkiyet Çalışma Grubu Başkanı Erato Kozaku Markulli ve Tapu yetkilisi Andreas Haciraftis.
Hangisinin kim olduğunu, neye inandığını söyleyeyim ki. Markulli’nin babası, 1963-74 ,döneminde Limasol’un EOKA Başkanı. Bayan Markulli d.plomatik görevi süresince Türklerin elini sıkmamakla ünlü. Batılı diplomatların kendisine taktığı lakap da çok ilginç “Kara Cira”. (Cira Rumcada –kadın- demektir). Kleanthus Larnakalı ve aşırının da aşırısı sağcı, Hrisostomidis, Kıbrıslı Türkler seslenerek “Ya Güney Kıbrıs’ta oturursun ve azınlık haklarına sahip olarak yaşarsın, ya da Güney’de bıraktığın mallarına sahip olamazsın” diyebilecek kadar fanatik Helen milliyetçisi. (5 Mayıs 2005).Buna ilaveten de “Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni daha fazla gecikmeden tanıması gerekir. Süngü minare AB’ye giremez” (4 Ağustos 2005) diyecek kadar da patavatsız ve kendini sözü dinlenmesi gereken adamdan sayan birisi.
Anastasiadis’in başkanlığındaki Rum ekibinin Mon Pelerin’de ardışıklı üç stratejisi var.
Birincisi, Akıncı ve ekibinin, “5’li Konferansın saati, günü, tarihi ve yeri belirlenmedikçe İsviçre’de Toprak konusunu tartışmayız” koşulunu kırmak,
İkincisi, konuyu toprak konusuna getirip, bağlayıcı olmayacağı iddiasıyla, hangi köylerin ve yerlerin verileceğinin dile getirilmesini sağlamak,
Üçüncüsü, Türk tarafının 5’li Konferans talebini reddetmek veya da ucu hale getirerek savuşturmak ve belirsizliğe sokmak.
Rumlar bu tür siyaset oyunlarını eskiden beri uygulamaktalar. Bunun en sonuncusu 2004 yılında masaya konan ve Referandum ile oylanan Annan Planı ve ondan bir evvelki de 1992 yılında masaya konan Gali Fikirler dizisiydi.
Türkler tarafından kabul edilmeği halde, müzakere süreci içinde başımıza kalan “Toprak da yüzde 29+” kavramı, 1992 yılında New York’ta BM Genel Sekreteri Butro Butros Gali başkanlığında yapılan ve adı da “Gali Fikirler Dizisi” olan müzakerenin kazığıdır.
Kıbrıs sorununa çözüm bulmak amacıyla 18 Haziran 1992’de New York’ta başlayan görüşmede, BM Genel Sekreteri Gali bu turda kendi adıyla anılan bir Harita sundu. Bu haritaya göre Türk tarafına %28.2 oranında bir toprak bırakılmakta, Maraş ve Güzelyurt dahil 37 Türk köyü Rumlara verilmekte, Karpaz’da da bir Rum kantonunun oluşturulmaktaydı. Buna ilaveten de on binlerce Rum’un Kuzey’e dönmesi öngörülüyordu.
15 Temmuz 1992’de başlayan 2.turda ise BM Genel Sekreteri, kapsamlı bir çözüm planı olan “Gali Fikirler Dizisini” (Set of Ideas on an Overall Framework Agreement on Cyprus) diye anılan çözüm planını sundu (www.kktcb.org/upload/pdf/5795.pdf).
KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş bu planın 91 maddesini kabul ederek, diğerlerini müzakere etmek istedi. Harita konusunda ise, ancak bir paket anlaşma çerçevesinde toprakta % 29(+) oranına inebileceğini açıkladı.
Gali Fikirler Dizisini ve haritayı dönemin Rum lideri Yorgo Vailiu, Rum Ulusal Konseyi’nin baskısı ile reddetti. Her hangi bir paket anlaşma çerçevesi çizilmedi, olmadı ve imzalanmadı ama “Türkler yüzde 29+ toprak düzenlemesini kabul etti” kavramına Rumlar 4 elle sarıldılar ve o günden sonra her toplantıda bu oran masada önümüze kondu.
Akıncı ve ekibi, Mont Pelerin’de yapılacak toplantıda böylesi bir tuzağa tekrardan düşmemeli, 5’li Görüşme saati, yeri, tarihi ve gündemi kesin olarak belirlenmeden asla “Toprak” konusuna değinmemelidir. Geçmişte içine düşülen tuzak bir ders olarak önümüzde durmaktadır.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
4 Kasım 2016
Kıbrıslı Rumlar 21 Aralık 1963 tarihinde adanın tümünü ele geçirmek ve Kıbrıslı Türkleri aynen Girit’te yaptıkları gibi adadan sürmek ve yok etmek için saldırılara başladıkları vakit kendilerini aslan, Kıbrıslı Türkleri de bir lokmada yutulacak tavuk gibi görüyorlardı dört misli nüfusa ve devlet olanaklarına sahip oldukları için.
Makarios kendini muzaffer bir komutan ve bölgenin en güçlü lideri, Türkiye’yi ve Batı dünyasını da dikkate alınmayacak kuruluşlar olarak addediyordu. Türkiye’nin adada soykırım altında kırılan Kıbrıslı Türkleri bu mezalimden kurtarmak için harekete geçemeyeceğinden, BM’de politik üç beş protesto yaptıktan sonra yerine oturacağından adı gibi emindi. Bu nedenle de 1960 Anayasasında var olan EK 1, Garantiler ve İttifak Anlaşması onun için çok önemli değildi. Nasıl olsa güçlü olan kendisi, zayıf olan da Kıbrıslı Türkler ve Türkiye’ydi. Her zaman güçlü olanın kuralları geçerliydi ve güçlü olan neyi isterse onu yapmakta serbestti.
Makarios’un, Rum siyasilerin, RMMO komutanı ve subayları ile Kıbrıs Rum halkının görüşleri aynen bu şekildeydi 15 Temmuz 1974 tarihinde Yunanistan’ın adayı ilhak etmek için Kıbrıs’ta yaptığı darbeye kadar. Darbe ve darbe sonrası 20 Temmuz 1974 tarihinde gerçekleşen “Mutlu Barış Harekatı” Kıbrıslı Rum siyasilerin ve Kıbrıs Rum halkının bu inanışını kökünden yıktı ve değiştirdi.
Bizden dört misli fazla nüfusa sahip oldukları için kendilerinin yenilmez ve karşı konulamaz bir ordu olduklarını zannederek BM Barış Gücü’nün ada bulunmasına rağmen, her istedikleri vakit Kıbrıslı Türklerin gözünü korkutmak, sindirmek ve öldürmek amaçlı zayıf ve korumasız Kıbrıslı Türklere saldırmayı bir marifet sayan ve ele geçirdikleri köylerde ellerinde Türk Bayrakları ile gösteriler yapan Rum Milli Muhafız Ordusunun, Türk Ordusu karşısında nasıl ayakları kıçlarına vura vura kaçtıklarının gözleri ile gören canlı bir göz şahidiyim ben.
1974 Mutlu Barış Harekatı ile kendilerinden daha güçlü orduların olduğunu ve Türkiye’nin de gerek gördüğü anda uluslararası haklarını kullanarak adaya müdahale edebileceğini gören ve yaşayan Kıbrıslı Rumlar, o gün bu gündür Türkiye’nin Garantörlüğünü ve garanti Anlaşmasını dillerine dolamaya başladılar. Biliyorlar ki Rum Milli Muhafız Ordusu asla Türk Ordusunun karşısında duramaz ve tutunamaz. Bu nedenle de Türk ordusu adadan gitmediği müddetçe de adanın tümüne hakim olmaları sadece pembe bir düştür ve pembe bir düş olarak kalmaya da mahkumdur.
Makarios’un 1977’de ölümünden sonra başa geçen Kyprianu’dan başlamak üzere başa geçen her Rum Başkanın Kıbrıs Rum halkına verdiği ilk söz, Türkiye’nin garantörlüğünün ve garanti sisteminin kaldırılması, Türk askerinin adadan tümüyle gitmesi ve Türkiye’den gelen kardeşlerimizin tümü ile geri gönderileceği yönünde çalışmak oldu.
Anastasiadis’in, hepimizi enayi yerine koyarak öne sürdüğü gerekçe “Bir AB devletinin garantörünün AB dışından olamayacağı, bu nedenle de Türkiye’nin garantörlüğünün kaldırılması, Türk askerinin de geri gitmesi” şekline dönüştü. Bu söylemini de her platforma dile getiriyor artık, özellikle de müzakerelerin devam ettiği bu süreçte.
Anastasiadis bu işe şimdi AB’yi de bulaştırdı ve Avrupa Birliği Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini de Kıbrıs’a yaptığı ziyarette “Kıbrıs için en iyi garantinin AB olduğunu” dile getirdi. Anastasiadis niye acaba bize AB’nin kurucusu ve lokomotifi olan Almanya’nın garantörünün AB dışındaki bir devlet olan ABD olduğundan hiç bahsetmiyor, gerçekten de çok merak ediyorum.
Bu konuda ABD Başkanı Barak Obama’nın resmi bir açıklaması var.
the WHITE HOUSEPRESIDENT BARACK OBAMA, The White House, Office of the Press Secretary, For Immediate Release June 07, 2011
Fact Sheet: U.S.-Germany Security Cooperation
https://www.whitehouse.gov/the-press-office/2011/06/07/fact-sheet-us-germany-security-cooperation
sayfasındaki bu açıklama ABD ile Almanya arasında Güvenlik anlaşması olduğunu ve Almanya’da 51,000 kişilik bir ABD ordusu bulunduğunu ortaya koymakta.
ABD’nin Almanya’nın garantörü olduğu konusu Detlef Junker’in derlediği, “The United States and Germany in the Era of the Cold War, 1945-1990”, A HANDBOOK Volume 1: 1945-1968, University of Heidelberg, GERMAN HISTORICAL INSTITUTE, Washington, D.C. and Cambridge UNIVERSITY PRESS adlı kitabın 7. Sayfasında da yer alıyor.
AB dışındaki bir ülkenin AB’nin temel direği olan Almanya’da USEUCOM, USAFRICOM, USAREUR, USAFE adlı askeri merkezleri (military Headquarters) ve ordusu olacak ama KKTC’de Türk askeri olmayacak diyor Kıbrıslı Rumlar. Üstüne de bu tutarsızlığı, bu saçmalığı utanmadan, sıkılmadan ortaya atıp savunuyorlar… Pes doğrusu.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
31 Ekim 2016