KKTC ve Türkiye’de İzini Bırakan Babam Hakkı Atun

KKTC ve Türkiye’de İzini Bırakan Babam Hakkı Atun

KKTC ve Türkiye’de İzini Bırakan Babam Hakkı Atun

 

Rahmetlik Babam Prof. Dr. İbrahim Hakkı Atun bundan tam 7 sene evvel ebediyete göç etti. Kendisi gitti ama Kurucusu olduğu Van 100. Yıl Üniversitesi, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, Elazığ Veteriner Enstitüsü, Pendik Veteriner Enstitüsü gibi bilim yuvaları ve KKTC’nin Üniversiteler adası olmasının fikrini ortaya atması ve kıvılcımını çakması gibi eserleri bu dünyada kaldı. Belli ki uzun bir müddet daha kalmaya da devam edecek.

 

Prof. Dr. Hakkı Atun

Prof. Dr. Hakkı Atun

Herkesin babası kendine kıymetli ve özel ancak benim babam yokluk yıllarının Kıbrıs’ında, canını dişine takarak tek başına yollara düşmüş bir adam… Kıbrıslı bir Türk olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin yatılı bursunu kazanıp üniversite eğitimi için Kıbrıs’tan çıkıp Türkiye’ye gittiği yıl 1936. Yol ve ilk aylardaki geçim parasını karşılamak için, Karpaz bölgesinin imamı ve hocası olan babası (dedem), rahmetlik Mehmet Rifat Efendi birkaç hayvanını satarak cebine üç beş kuruş koymuş. Uzun bir gemi yolculuğu, sonra da kara trenle Ankara’ya ulaşmaya başarmış babam bu çetin yolculuğun sonunda.  Gemi, köy rammisi (otobüsü) gibi, her durağa uğrayarak Türkiye’ye haftalar sonra varabilmiş.

 

Şansa bakın ki Ankara Üniversitesi’nde eğitime başlayan babam, Atatürk ile karşılaşma şansına sahip olmuş, hem de birkaç kez. Yatılı okul dışındaki yaşam giderlerini karşılayabilmek için çeşitli işler yapmış babam. Kravat, çorap, cüzdan ve kemer imal etmiş, eski bisikletleri alıp, yenileyerek satmış. İkinci Dünya savaşı çıkınca Türk Silahlı kuvvetlerinde Teğmen olarak Edirne’de, Bursa’da ve Kırıkkale’de görev yapmış. Savaş bitince ABD’nin açtığı burs sınavlarını kazanarak ABD’ye gitmiş ve yüksek lisansını orada tamamlamış.

 

Kısa bir müddet sonra ünlü Squibb firması Laboratuvar şefi olan babama firma, “Kal bizde çalış” önerisi ile yüksek bir maaşlı iş teklifinde bulunmuş. Babamın “yatılı okudum Türkiye Cumhuriyeti devletine borcum var” demesi üzerine “biz borcunu sonuna kadar öderiz, merak etme” yanıtını almışsa da “Ben ABD’de kalırsam benden sonra Türkiye’de üniversite tahsili yapmak isteyen Kıbrıslı Türklere beni bahane edip belki bir daha burs vermezler” düşüncesi ile bu teklifi nazikçe geri çevirmiş ve Türkiye’ye geri dönmüş. Bu dönüş başarı basamaklarının da kapısını açmış babama.

 

Elazığ Veteriner Kontrol Araştırma Enstitüsü

Elazığ Veteriner Kontrol Araştırma Enstitüsü

1952 yılında sonradan adı “Elazığ Veteriner Kontrol Araştırma Enstitüsü”nü (EVKAE) olarak değiştirilmiş olan “Elazığ Bakteriyoloji ve Seroloji Enstitüsü”nü sıfırdan kurmuş babam. (Enstitünün müzesinde gururla seyrettim babamın bronz bir levha üzerine basılmış resmini ve o dönemde satın aldığı mikroskopları ve çağdaş tıbbi laboratuvar aletlerini.) Mikrop ve virüslerin resmini çekebilmek için Laika marka fotoğraf makinesi kullanmış babam daha 1952 yılında. EVKA Enstitüsü kurulduğu günden itibaren Doğu Anadolu’nun, daha doğrusu Ortadoğu’nun en önemli araştırma enstitüsü olmuş. Halen daha bu sıfatı gururla taşımakta.

 

O dönemde birkaç parça laboratuvar aletinin uluslararası patentini de almış babam. Bunlardan en ünlüsü “Atun pensi.” Laboratuvarda kullanılan bir çeşit cam tüpün tutulması, ısıtılması, başka solüsyonlarla karıştırılması ve ayrıştırıcı alete konması için kullanılıyordu bu pens. Halen kullanılıp, kullanılmadığını tıp mesleğinde olmadığım için bilemiyorum.

 

Doğu Anadolu’ya en önemli armağanlarından bir tanesi de Türkiye’ye özgü “Şap” hastalığının doğru teşhisi ve enstitüde gerekli aşılarının üretilmesi. O dönemde bir ilk olmuş Türkiye Cumhuriyeti’nde aşı üretmek, özellikle de Şap (Antrax) aşısı.

 

Bu başarı, dönemin Tarım Bakanı rahmetlik Nedim Öktem’in gözünden kaçmamış, Başbakan rahmetlik Adnan Menderes’in de kulağına gitmiş ve Bölge Müdürü olarak tayini İstanbul Pendik Veteriner Enstitüsüne çıkmış. Babam, tayini “İstanbul Pendik Veteriner Enstitüsüne” çıkınca bu sefer fırsat bu fırsat deyip “İstanbul Tıp Fakültesine” öğrenci olarak yazılmış ve tıp eğitimine başlamış. Hocası bile şaşkınlıktan dilini yutmuş, kemikleri, doğru ve eksiksiz tanımlamasından dolayı…

 

Bir sonraki aşamada, kariyerindeki başarısından ve araştırmacı olmasından dolayı Ankara’ya tayini çıkmış, Ziraat Bakanlığı şube müdürü olarak. Tanıdığı yok, hiç kimsesi yok, politikaya hiç bulaşmamış, hiçbir siyasiyi tanımıyor ama basamakları da çalışkanlığı ile ardı ardına tırmanıyor rahmetlik babam.

 

Bu ara kardeşlerini, kardeş çocuklarını (yeğenlerimi) ve köylülerini üniversite tahsili yapmaları için bir bir Türkiye’ye çağırıyor, evinin kapısını ardına kadar açıyor ve elden geleni yapıyor. Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO) babamın farkına varıyor ve o günden sonra da babamın yurt dışı seyahatleri başlıyor. En çok da İtalya’ya gidiyor. Benim için bu seyahatlerin en güzel yanı, babamın getirdiği kucak dolusu oyuncaklar…  O dönem hiçbir arkadaşımda olmayan hediyeler almanın havası çocuk dünyasında başka oluyor…

 

Babamı İngiliz Sömürge Yönetimi de rahat bırakmıyor ve 1950’lili yıllarda Kıbrıs’la mesleki ilişkisi bayağı artıyor. Kıbrıs’taki bir salgın hastalık nedeni ile adaya çağrılan babam önce Lefkoşa’daki Laboratuvarın başına getiriliyor, sonra da adanın tüm ilçelerinde görev yapmaya başlıyor. Bu işi gerçekte yıllar sonra bana yaradı. Neredeyse Kıbrıs’taki tüm Türk liselerinde okuduğum için, 1980-2012 yılları arasında devletimizde görev yapan müsteşarlar, müdürler ve üst düzey bürokratların büyük bir çoğunluğu benim lisedeki sınıf arkadaşlarım oldu.

 

Kıbrıs’ta Cumhuriyetin ilan edildiği 1960 yılının yazında babam Larnaka’da görev yapıyordu. İngiliz Sömürge Yönetiminin lojman olarak verdiği evimizin hemen yanı başında Larnaka Polis karakolu yer almaktaydı. Karakolu ziyarete gelen İngiliz, Rum ve Türk siyasiler çıkışta bize de uğrarlardı. Bu nedenle Makarios, Glafkos Klerides ve Vassos Lissaridis gibi Rum siyasilerle de tanışma fırsatım oldu çocuk yaşlarda. Vali Sir Hugh Foot evimize gelmiş miydi hiç hatırlamıyorum ama gelen giden İngiliz yetkili sayısı bayağı fazlaydı. Babamı el üstünde tutuyorlardı hep. Saygıları çok yüksekti.

 

Irak’taki General Kasım hükümeti Türkiye’den ve Dünya Sağlık Teşkilatı’ndan salgın hastalık uzmanı isteyince babama Irak yolu gözüktü ve ertesi yıl babamın tayini Irak’a, Bağdat Üniversitesine çıktı. Laboratuvarın ve Patoloji bölümünün başkanı oldu. Irak’ı kasıp kavuran bir hastalığın tam teşhisini koyması ve Fransa’daki Pastör Enstitüsü ile iş birliği içinde aşısını üretmesi kendisine tüm kapıları açtı Irak’ta. Yazın ziyarete gittiğimde Irak’ın önde gelen siyasilerini ve sivil kişilerini evimizde görmek benim için hiç sürpriz olmadı. Iraklı siyasilere ilaveten Bağdat’ta yaşayan Türkmenlerin ve Türk kolonisinin ileri gelenleri de hep babamı arayıp sorarlar, evimize uğrarlardı.

 

Türkiye ile Irak arasındaki su krizi ve Saddam’ın yumuşak bir darbe ile iş başına gelmesi Irak’taki Türk kolonisi ile tüm batılı kuruluşların yetkililerinin Irak’ı terk etmesinin başlangıcını oluşturur ve Babam Irak’tan ayrılmak zorunda kalır.

 

Aklında o yıllarda yeni açılmış olan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi vardır. Ankara’ya gider ve Hacettepe Tıp Fakültesine başvurusunu yapar. Dünya Sağlık Teşkilatı ise tayinini Hindistan’a çıkarmıştır. Karar vermekte acele etmez. Hacettepe Üniversitesi’nin vereceği kararı beklemeyi tercih eder Hindistan’a hemen gitmek yerine. Prof. Dr. İhsan Doğramacı o yıllarda Hacettepe Tıp Fakültesini ve Hastanesini kurmuş, öğretim üyesi ve görevlilerini seçerken de bayağı titizlenmekte, Tıp Fakültesini ve Hastaneyi yüksek standartta başlatıp devam ettirebilmek için. Ortalama olarak başvuruda bulunan her 30 kişiden sadece bir tanesini uygun görmekte kurduğu üniversite ve hastaneye.

 

Prof. Dr. İhsan Doğramacı o yıllarda Hacettepe Tıp Fakültesini ve Hastanesini kurmuş, Tıp Fakültesini ve Hastaneyi yüksek standartta başlatıp devam ettirebilmek için Öğretim üyesi ve görevlilerini seçerken de bayağı titizlenmekte, Ortalama olarak başvuruda bulunan her 30 kişiden sadece bir tanesini uygun görmekte kurduğu üniversite ve hastaneye.

 

Babam da Doğramacı’nın bu titizliğinden haberdar ancak başvuruyu yaptığı sabah daha üniversite hastanesinden ayrılmadan Prof. Dr. İhsan Doğramacı kendisini odasına davet eder ve “ününüz sizden evvel buraya ulaştı. Yarın Patoloji bölümünün başkanı olarak görevinize başlıyorsunuz, odanız hazırlanmıştır” diyerek başvurusunu onaylar.

 

Iraklı bir Türkmen olan Prof. Dr. İhsan Doğramacı’nın önünde, babamın Irak’ta o güne değin bilinmeyen bir tavuk hastalığının nedenlerini araştırması, virüslerini tespit etmesi ve hastalığın tanısı koyduğu araştırmanın raporu ile Kıbrıs’ta 1961 yılında kan bankası müdiresi Melihat Hacıburgul ile birlikte ilk kez Kıbrıs’taki Rumların ve Türklerin kan dağılımı araştırması vardır. (Kıbrıslı Rumların kan grubunun Yunanistan’la değil Türkiye’yle uyuştuğunu ortaya koyan bu akademik tıbbi araştırma yayınladığı vakit çok dikkat çekmiş ve Rumlar tarafından örtbas edilmeye çalışılmıştı.)

 

Hacettepe Tıp Fakültesi patoloji bölümü başkanı olan babam Patoloji bölümünün kuruluşunda büyük emek sarf eder ve aktif olarak çalışmasına önemli katkılarda bulunur. Türkiye’de tüberküloz (verem) hastalığının çeşitlerinin tespit edilmesinde ve aşılarının hazırlanmasında önemli rol oynar.

 

20 Temmuz 1974 tarihinde başlayan Mutlu Barış Harekatında babam Kıbrıs’tadır. Tıp eğitimindeki bilgilerini kullanarak Mağusa hastanesinde yaralıların tedavisine gönüllü olarak koşar. Mutlu Barış Harekatı’nda arşiv niteliği taşıyacak birçok değerli fotoğraflar çeker ve Mağusa’da yaşanan olayları ölümsüzleştirir.

 

Mutlu Barış Harekatı sonrasında Ankara’ya dönüşünde Kıbrıs Türk Kültür Derneği’nin Ankara’daki Genel Sekreteri olarak 1975 yılının ilkbaharında Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Bülent Ecevit’le Kıbrıs’ta oluşturulan Türk bölgesinin geleceği ile ilgili görüşmeler başlatır. 1975 yılının Eylül ayında Başbakan Ecevit’e bir yazı göndererek KKTC’de kurulacak sanayinin üniversitelerden oluşacağını söyler ve KKTC’nin üniversiteler ülkesi olması için çalışmaların hemen başlatılmasını talep eder. Dönemin Başbakan Yardımcısı Turan Feyzioğlu Kıbrıs’ın nüfusu az olmasından dolayı bu öneriye olumsuz baksa da İbrahim Hakkı Atun düşüncesinde ısrar eder ve kararlılıkla girişimlerini devam ettirir.

 

Babam Hakkı Atun’un mektubu ile başlayan Kıbrıs’ın üniversite eğitimi merkezi olması süreci, kararlı tutumu ile nihayet olumlu bir sonuca ulaşır. Türkiye Cumhuriyeti ile Kıbrıs Türk Federe Devleti yetkilileri bu fikri fiiliyata geçirmeye karar verirler ve imzalanan bir protokol ile süreç başlar. T.C. hükümeti KTFD bütçesine yeterli parayı aktarmasından sonra günümüzde Doğu Akdeniz Üniversite’sinin olduğu yere Yüksek Teknoloji Enstitüsü kurulur.  Ve yıllar içinde Yüksek Teknoloji Enstitüsü üniversiteye dönüşür ve Doğu Akdeniz Üniversitesi adını alır.

Babam Prof. Dr. Hakkı Atun bu özverili çalışmasından sonra “Kıbrıs adasının üniversiteler adası olmasının fikir babası” olarak kayda geçer ve anılmaya başlanır.

 

Patoloji bölümündeki başarıları kendisine Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesinin (kurucu) Dekanlığını getirir. Birkaç yıl sonra da dönemin Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı kendisini  “Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi”ni kurmakla görevlendirir.

Prof. Dr. Hakkı ATUN Konferans Salonu

Prof. Dr. Hakkı ATUN Konferans Salonu

Yüksek Öğrenim Kurumu’nun (YÖK) kararından sonra Van Üniversitesini kurmak için yola çıkar ve Doğu Anadolu’nun en iyi üniversitesi olan Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’ni kurarak Kurucu Rektörü olur. Bu görev bir başka gururdur babam için. Hürriyet Gazetesi’nin yazdığı gibi “Elinde bir ibrikle” Van’a gider ve üniversiteyi sıfırdan yaratarak kurar. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi babamın KKTC’ye dönmesinden sonra vefalı davranır ve adını Konferans salonuna vererek ölümsüzleştirir.

 

1984 yılında, KKTC Cumhurbaşkanı rahmetlik Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş kendisinden Doğu Akdeniz Üniversitesi mütevelli heyetine girmesini ve Teknoloji Enstitüsünden Üniversiteye geçişine yardımcı olmasını ister. Bu talep üzerine KKTC’ye kesin dönüş yapan babam, önce Doğu Akdeniz Üniversitesi Vakıf Yönetim Kurulu üyeliğine sonra da başkanlığına seçilir, Cumhurbaşkanı rahmetlik Rauf R. Denktaş’ın da akdemi konusunda danışmanı olur.

 

Yakın DFoğu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hakkı ATUN

Yakın Doğu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hakkı ATUN

Babam Prof. Dr. Hakkı Atun, 1988 yılında Cemaat Meclisi’nin üst katında ilk açılış konuşmasını yaptığı “Yakın Doğu Üniversitesi”nin de bilahare Rektörlüğüne atanır.

Başarıları yurt dışında da dikkat çeker ve babam Prof. Dr. Hakkı Atun 1988 yılının sonunda yayınlanan “Dünya Bilim Adamları” biyografisinde hakkı ile yerini alır…

 

Başarılarla dolu yaşamı 2009 yılının 13 Kasımında yatağında gece uyurken sessizce son bulur. Vefalı sevenlerinin katıldığı görkemli bir törenle Gazimağusa’da ebedi istirahatgahına defnedilir.

Allah’ın rahmeti üzerinden hiç eksik olmasın, mekanın Cennet’te nurlar içinde yat baba, seni çok özledim.

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

13 Kasım 2016

13 Kasım 2016
Okunma
bosluk

Kıbrıslı Türklerin Rum devletindeki olası hakları

Kıbrıslı Türklerin Rum devletindeki olası hakları

Kıbrıslı Türklerin Rum devletindeki olası hakları  

 

Anastasiadis’in ve Kıbrıslı Rum siyasi parti liderleri ile Rum Kilisesi Başı Başpiskopos Hrisostomos’un, 49 yıldır sürdürülmekte olan müzakereler sonunda Kıbrıs adasında kurmayı planladıkları (üniter Rum) devlet şeklinde ağızları dola dola söyledikleri “Kıbrıslı Türklerin hakları AB standartlarında ve müktesebatında belirtildiği gibi olacak”, tanımının günümüz Rum politik anlayışına çevirisi “Kıbrıslı Türklerin hakları aynen Yunanistan hudutları içindeki Batı Trakya bölgesinde yaşayan Müslüman azınlığın hakları ile tıpa tıp aynı olacak” şeklindedir.

 

Kıbrıslı Rumların bize layık gördükleri vatandaşlık hakları, AB müktesebatında belirtilen azınlık hakları olacak ve Batı Trakya’da yaşayan soydaşlarımızın haklarından daha fazla olmayacak, ama bol bol eksiği olacak.

 

Bu yılki azınlık haklarındaki kırpmanın siftahı Batı Trakya’daki Türk okullarından 9 tanesinin daha kapatılması oldu.

 

İskeçe ve Gümülcine’de iki lisede bu yıl Yunanistan Eğitim Bakanlığı’nın kararıyla Türkçe ders saatlerinin azaltıldı ve buna ilaveten de 2010 yılında başlatılan uygulama çerçevesinde öğrenci sayısının yetersiz olması gerekçesiyle dokuz “Türk okulu” daha kapatıldı.

 

İskeçe ve Gümülcine’de yaşayan Türkler  – ki Yunan hükümeti bu soydaşlarımızın Türk olduklarını kabul etmemekte ve kendilerini Müslüman azınlık olarak tanımlamaktadır- hükümetin azınlıklara yönelik eğitim konusundaki kararlarında Türk azınlığın görüşünü dikkate almadığını ve “Ben yaparım oldu” politikasını izlediğini belirtmekteler, haklı olarak da isyanları oynamaktalar.

 

Rodop-Meriç illeri SÖPA mezunu Öğretmenler Derneği “böylesi bir karar alınırken ailelere ve velilere danışılmadığını” belirterek “Devlet okulları için uygulanan ve öğrenci sayısı dokuzu tutmayan okulların kapatılmasını öngören yasanın, farklı statüye sahip azınlık okulları için de uygulanmasıyla okullarımızın kapatılması hepimizi derinden üzmüştür” açıklaması ile eğitimdeki bu taraflı uygulamayı ve acıklı tabloyu gözler önüne sermiştir.

 

Bu uygulamanın aynısını KKTC hükümeti, Karpaz’daki Rum okulu için yapsa, Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan şikayet etmedikleri devlet Başkanı, AB ülkeleri, AB komisyonu, BM genel Sekreteri ve ilgili ilgisiz merci kalmazdı.

 

Batı Trakya’da iki azınlık orta öğretim kurumundan biri olan İskeçe’deki Muzaffer Salihoğlu Azınlık Lisesi’nde ortaokul ve lise seviyesinde okul binasına ve Türkçe öğretmenine ihtiyaç var ve Yunan hükümeti bu konuda kılını bile kıpırdatmamakta.

 

İskeçe ve Gümülcine’deki iki lisede Türk öğrenciler maalesef çok zor şartlar altında eğitim görmekteler. Özellikle Muzaffer Salihoğlu Lisesi’ndeki Türk öğrenciler binanın bodrum katındaki sınıflarda sağlıksız bir ortamda ders yapmaktalar ve teneffüslerde okul bahçesine sırayla çıkmak zorunda kalmaktalar yersizlikten dolayı.

 

Bina sorunu ise hat safhada. Bu nedenle bazı sınıflarda öğleden sonra akşam saatlerine kadar ders yapmak zorunda kalınmakta. Şehir dışından gelen birçok Türk öğrenci ulaşım zorluğu ve benzer nedenlerle derslere katılamamakta ve Yunaca eğitim yapan devlet okullarına gitmek zorunda kalmakta. Bu nedenle de Türk okullarına giden ve gitmek isteyen Türk öğrenci sayısı da gittikçe azalmakta.

 

Yunanistan hükümeti maalesef, Türkiye’nin bu konudaki mali yardım, bina yapımı, öğretmen gönderimi desteğini de, bölgede yaşayan Türklerin uzun vadede kimliklerini kaybetmesi ve asimilasyona uğraması planı ile reddetmekte.

 

Kıbrıs adası bir gün, aramızda yaşayan ve fırsatta Rumların çıkarına çalışan Rum destekçileri sayesinde Rumların egemenliği altına girerse, Kıbrıslı Türklerin hakları da “AB standartlarında ve müktesebatında belirtildiği” kadar, aynen Yunanistan’da uygulandığı gibi olacaktır. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: AtaAtun1

11 Kasım 2016

 

10 Kasım 2016
Kıbrıslı Türklerin Rum devletindeki olası hakları için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Kırımoğlu: “AB’nin garantisi garanti değildir”

Kırımoğlu: “AB’nin garantisi garanti değildir”

Kırımoğlu: “AB’nin garantisi garanti değildir”

 

Yurdagül Atun

 

 

AB’nin garantörlüğüne güvenmenin büyük bir hata olacağına vurgu yapan Kırım Tatar Meclisi eski Başkanı Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, tarihi bir gerçeği açıklayarak şu tavsiyelerde bulundu: “Kıbrıslı Türkler, AB garantörlüğü’ne güvenmesin. Hatırlarsanız, 1994 yılında Budapeşte Anlaşması imzalandı. İngiltere Rusya ve Amerika garantörlerdi. Bizim toprak bütünlüğümüzü koruyacaklardı. Garantörlerden birisi toprağımızı aldı, kendi toprağına ekledi. Diğerleri de hiçbir şey yapmadı. AB’nin garantisi hiçbir zaman garanti değildir.

 

Yurdagül Atun ve M. Cemil Kırımoğlu

Yurdagül Atun ve M. Cemil Kırımoğlu

Kırım Tatar Meclisi eski Başkanı Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, Kıbrıs Türkü’ne önemli mesajlar verdi.

Türkiye’nin garantörlüğünün sürmesi gerektiğine vurgu yapan Kırımoğlu, “Kırım Türkü hala daha eza içindedir. Mecburi Rus vatandaşı olmanızı istiyorlar, can güvenliği tehlikede, evlerde arama yapıyorlar. Serbest konuşma yoktur, can güvenliği yoktur. Türkiye gibi bir desteğimiz olsaydı bunları yaşamazdık” dedi.

 

Türkiye’nin ada üzerindeki garantörlüğünün kaldırılmasının vahim sonuçlara yol açabileceğine dikkat çeken Kırımoğlu,“Müzakereleri takip ediyoruz. Kıbrıs adasında bir anlaşma olması gerekmektedir ancak bu anlaşma adadaki huzuru bozmamalı, tersine sorunu çözmelidir.  Rumların taleplerine bakılırsa anlaşma mümkün görünmemektedir” şeklinde konuştu.

 

Sadece ülkesi Kırım’ın değil, bağımsızlık mücadelesi veren tüm ülkelerin sembolü olan Kırım Tatar Meclisi eski Başkanı Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu Haberal Kıbrıslı Gazetesi’ne çarpıcı açıklamalarda bulundu. Kırım Türkleri’nin tarih boyunca büyük mezalimlere maruz kaldıklarını anımsatan Cemiloğlu, tarihten ve bu örneklerden ders alınması gerektiğine vurgu yaptı.

 

“Kıbrıs’ta bir anlaşma şart ama…”

“Kıbrıs sorunu çok uzun yıllardır devam ediyor. Artık burada bir anlaşma olmalı ama ben bir anlaşma olabileceğine inanmıyorum. Çünkü Rumların şartları Türk toplumu için çok uygun değil. Türkiye’den gelenlerin gönderilmesi, Türk askerinin gitmesi, toprak tavizi gibi saçma şeyler konuşuluyor. Böyle bir anlaşma olamaz. Daha önceki mülakatımda söylediğim gibi, Türkiye’nin garantörlüğünün kalkması, Kıbrıs Türklerini Kırım Tatarlarının akıbetine uğratır. 1963’te neler olduğunu gördük. Türkiye askerini göndermemiş olsaydı bugün bu adada Türk kalmayacaktı. Tarihteki örnekler unutulmadı” şeklinde koşuşan Kırımoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “1960 Anayasası Kıbrıs Türkleri için iyi bir Anayasaydı. Kıbrıslı Türklerin veto hakkı vardı. Annan referandumunda da Türkler Evet demişti. Bundan birkaç yıl önce Rum yetkililerle konuşmuştum, ‘ada birleşsin diyorsunuz ama siz razı olmadınız’ demiştim. Bana dedikleri ‘şartlar işimize gelmedi, bizim için uygun değildi!’ Sizin için uygun olan Kıbrıs Türkleri için uygun olmaz. Türkiye burada garantör olarak uluslararası kaidelere göre davrandı. Bazıları Kırım’ı Kıbrıs’la karşılaştırıyor, bu doğru değil. Türkiye Kıbrıs’ı kendi toprağına eklemedi, anlaşın diyor. Kapıyı açık bırakıyor.”

 

“İngiltere- Amerika-Rusya 1994 yılında Kırım’a garantör oldu”

AB’nin garantörlüğüne güvenmenin büyük bir hata olacağına vurgu yapan Cemiloğlu, “bu yüzyılda garantörlük olmaz” diyenlere, tarihi bir gerçeği açıklayarak şu tavsiyelerde bulundu: “Türkiye’nin garantörlüğü anlaşmalarda var. Türkiye tamamen yasal haklarını kullanıyor. AB garantörlüğünün Kıbrıslı Türkler açısından ne derece korucuyu olduğunu şu örnekle anlatabiliriz; Birçokları ‘bu devirde garanti anlaşması mı olur diyor ama1994 yılında Budapeşte Anlaşması imzalandı. İngiltere Rusya ve Amerika garantörlerdi. Bizim toprak bütünlüğümüzü koruyacaklardı. Garantörlerden birisi toprağımızı aldı, kendi toprağına ekledi. Diğerleri de hiçbir şey yapmadı. AB’nin garantisi hiçbir zaman garanti değildir.”

 

Yurdagül ATUN

 

 

8 Kasım 2016
Kırımoğlu: “AB’nin garantisi garanti değildir” için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

KKTC’de İlahiyat Kolejine neden karşı çıkılıyor

KKTC’de İlahiyat Kolejine neden karşı çıkılıyor

 

Batı dünyası bir türlü bileğini bükemediği, silah ve askerle yenemediği Türkleri yenebilmek için farklı yollar düşünmeye başlar ve ilk adımı 1303 yılında atar. Dönemin Papa’sı VIII. Bonifacius, Roma’da “Studium Urbis”i yani Roma’nın ilk üniversitesini kurar.  Bu üniversitenin çalışma alanlarından bir tanesi de Türklerin zayıf ve kuvvetli taraflarının tespit edilmesidir. (Roma Üniversitesi- http://en.uniroma1.it/sapienza/about-us/our-history)

 

Bu bölüm işe Türklerin dillerini, dinlerini, adetlerini, geleneklerini ve göreneklerini incelemekle başlar. Amaç, Türklerin zayıf ve kuvvetli yönlerini öğrenmek, zaaflarını tespit ederek, üstlerine bu açık kapıdan giderek yenmektir. Tespit edecekleri “Türkleri yıkma stratejisi”nden yola çıkarak yeni bir politika ve taktik geliştirmek ve Türk coğrafyasında rahat bir çalışma ortamı sağlayarak uzun vadede Türkleri içten kemirerek yıkmaktır. (Y. Koçak, Tiran, 2015:s.35-7)

 

Günümüzden tam 7 asır önce, 14. yüzyılda Papa VIII. Bonifacius’nun tohumlarını attığı bu strateji ve uygulamanın yolundan Fener Patrikhanesinin Patriği V. Gregorius da gider. 1821 yılında Yunanistan’da yaşanan isyanın elebaşı olduğu ortaya çıkan Patrik V. Gregorius’un evinde;  isyanla ilgili belgeler ve Osmanlının amansız düşmanı olan Rus Çarı Alexandra’ya yazılmış çeşitli istihbarat mektupları ele geçirilir.

 

21 Nisan 1821 tarihinde Patrikhanenin kapısında asılan Patrik Gregorius’un Rus Çarı Alexandra’ya yazdığı mektuplarında da Türklerle baş edebilmek için yapılması gerekenleri aşağıdaki şekilde sıralar;

 

“Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak; mümkün değildir. Çünkü: Türkler; çok sabırlı ve dayanıklı insanlardır. Gayet mağrurdurlar ve izzet-i nefis (onur) sahibidirler. Bu özellikleri; dinlerine bağlılıklarından, kadere rıza göstermelerinden, geleneklerinin kuvvetinden, padişahlarına, kumandanlarına büyüklerine itaat duygularından gelir.

 

Türkler: zekidirler. Kendilerini; doğru yola sevk edecek liderleri olduğunda da daha da çalışkandırlar. Gayet; kanaatkardırlar. Onların bütün meziyetleri: hatta kahramanlık ve bağlılık duyguları; geleneklerine olan bağlılıklarından ve ahlaklarının kuvvetinden gelir.

 

Türkleri yıkmak için önce bağlılık duygularını kırmak ve manevî bağlarını parçalamak gerekir. Bunun da, en kısa yolu: milli ve manevî değerlerine uymayan, yabancı fikir ve davranışlara, onları alıştırmaktır.

 

Türkler; dış yardım kabul etmezler. Haysiyet duyguları, buna engeldir. Eğer; geçici bir süre görünürde kuvvet ve kudretleri varsa da; Türkler mutlaka dış yardıma alıştırılmalıdırlar.

 

Maneviyatları sarsıldığı gün; Türkleri kendilerinden şeklen çok kuvvetli, kalabalık ve güçlü kuvvetler önünde zafere götüren; asıl kudretleri sarsılacak ve o zaman Türkleri yıkmak, mümkün olabilecektir.

 

Bu nedenle; Osmanlı Devletini yıkmak için, yalnızca savaş Meydanlarındaki zaferler yeterli değildir. Ve hatta; bir tek bu yolda yürümek, Türklerin gerçekleri anlamalarına neden olabilir. Yapılacak iş; Türklere bir şey hissettirmeden, bünyelerindeki tahribatı tamamlamaktır.”

 

1303’de başlatılan “Türkleri topsuz tüfeksiz yenmek ve yıkmak strateji”sinin aradan 5 asır geçtikten sonra İstanbul’da uygulanmak istendiğini, şimdi de KKTC’de bin bir zorlukla açılması başarılmış ve öğrenci sayısı çığ gibi büyüyen, yarışmalarda ve sınavlarda her zaman devlet okullarının önüne geçen İlahiyat Koleji’nin kapatılması şeklinde uygulamaya konduğunu görmekteyiz. Hedef belli; Kıbrıslı Türklerin manevi duygularını öldürmek, birlik ve beraberliği sağlayan tutkalı söküp atmak ve uzun vadede Rumların ve dolayısı ile de AB’nin yönetimi altına sokmak.

 

Maneviyat eğitimimizin önemini çok iyi anlamamız gerekmektedir. Bugün KKTC’nin yıkılması için çalışanların “Bayramlarda dahi camiye gitmeyen, dinimizden ve Kuran-ı Kerimden öcü gibi korkan, hiçbir süreyi bilmeyen ve hiçbir dini vecibeyi yerine getirmeyen kişiler” olması da bir tesadüf değil maalesef.

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

7 Kasım 2016

6 Kasım 2016
KKTC’de İlahiyat Kolejine neden karşı çıkılıyor için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

İsviçre’de 29+ Tuzağı benzerine düşülmemeli … Prof. Dr. Ata ATUN

İsviçre’de 29+ Tuzağı benzerine düşülmemeli  … Prof. Dr. Ata ATUN

İsviçre’de 29+ Tuzağı benzerine düşülmemeli  

 

Anastasiadis’in kimlerle İsviçre’deki Mont Pelerin görüşmesine gideceği, ekibinde kimlerin olacağı yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başladı. Rum tarafında ne kadar Kıbrıs Rum Kilisesinin güvendiği siyasi ve bürokrat varsa, hangi partiyi desteklediklerine bakılmaksızın ekipte yer alıyor.

Anastasiadis’in danışmanları ve müzakere heyeti üyeleri Polis Poliviu ve Kipros Hrisostomidis, Müzakereci’nin destek grubu başkanı Panayotis Dimitriu, üyeleri Nikos Kleanthus ve Tumazos Çelebis, Başsavcılık adına Nikos Kiriaku, Mülkiyet Çalışma Grubu Başkanı Erato Kozaku Markulli ve Tapu yetkilisi Andreas Haciraftis.

 

Hangisinin kim olduğunu, neye inandığını söyleyeyim ki. Markulli’nin babası, 1963-74 ,döneminde Limasol’un EOKA Başkanı. Bayan Markulli d.plomatik görevi süresince Türklerin elini sıkmamakla ünlü. Batılı diplomatların kendisine taktığı lakap da çok ilginç “Kara Cira”. (Cira Rumcada –kadın- demektir).  Kleanthus Larnakalı ve aşırının da aşırısı sağcı, Hrisostomidis, Kıbrıslı Türkler seslenerek “Ya Güney Kıbrıs’ta oturursun ve azınlık haklarına sahip olarak yaşarsın, ya da Güney’de bıraktığın mallarına sahip olamazsın” diyebilecek kadar fanatik Helen milliyetçisi. (5 Mayıs 2005).Buna ilaveten de “Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni daha fazla gecikmeden tanıması gerekir. Süngü minare AB’ye giremez(4 Ağustos 2005) diyecek kadar da patavatsız ve kendini sözü dinlenmesi gereken adamdan sayan birisi.

 

Anastasiadis’in başkanlığındaki Rum ekibinin Mon Pelerin’de ardışıklı üç stratejisi var.

Birincisi, Akıncı ve ekibinin, “5’li Konferansın saati, günü, tarihi ve yeri belirlenmedikçe İsviçre’de Toprak konusunu tartışmayız” koşulunu kırmak,

İkincisi, konuyu toprak konusuna getirip, bağlayıcı olmayacağı iddiasıyla, hangi köylerin ve yerlerin verileceğinin dile getirilmesini sağlamak,

Üçüncüsü, Türk tarafının 5’li Konferans talebini reddetmek veya da ucu hale getirerek savuşturmak ve belirsizliğe sokmak.

 

Rumlar bu tür siyaset oyunlarını eskiden beri uygulamaktalar. Bunun en sonuncusu 2004 yılında masaya konan ve Referandum ile oylanan Annan Planı ve ondan bir evvelki de 1992 yılında masaya konan Gali Fikirler dizisiydi.

 

Türkler tarafından kabul edilmeği halde, müzakere süreci içinde başımıza kalan “Toprak da yüzde 29+” kavramı, 1992 yılında New York’ta BM Genel Sekreteri Butro Butros Gali başkanlığında yapılan ve adı da “Gali Fikirler Dizisi” olan müzakerenin kazığıdır.

 

Kıbrıs sorununa çözüm bulmak amacıyla 18 Haziran 1992’de New York’ta başlayan görüşmede, BM Genel Sekreteri Gali bu turda kendi adıyla anılan bir Harita sundu. Bu haritaya göre Türk tarafına %28.2 oranında bir toprak bırakılmakta, Maraş ve Güzelyurt dahil 37 Türk köyü Rumlara verilmekte, Karpaz’da da bir Rum kantonunun oluşturulmaktaydı. Buna ilaveten de on binlerce Rum’un Kuzey’e dönmesi öngörülüyordu.

15 Temmuz 1992’de başlayan 2.turda ise BM Genel Sekreteri, kapsamlı bir çözüm planı olan “Gali Fikirler Dizisini” (Set of Ideas on an Overall Framework Agreement on Cyprus)  diye anılan çözüm planını sundu (www.kktcb.org/upload/pdf/5795.pdf).  

KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş bu planın 91 maddesini kabul ederek,  diğerlerini müzakere etmek istedi. Harita konusunda ise, ancak bir paket anlaşma çerçevesinde toprakta % 29(+) oranına inebileceğini açıkladı.

 

Gali Fikirler Dizisini ve haritayı dönemin Rum lideri Yorgo Vailiu, Rum Ulusal Konseyi’nin baskısı ile reddetti. Her hangi bir paket anlaşma çerçevesi çizilmedi, olmadı ve imzalanmadı ama “Türkler yüzde 29+ toprak düzenlemesini kabul etti” kavramına Rumlar 4 elle sarıldılar ve o günden sonra her toplantıda bu oran masada önümüze kondu.

 

Akıncı ve ekibi, Mont Pelerin’de yapılacak toplantıda böylesi bir tuzağa tekrardan düşmemeli, 5’li Görüşme saati, yeri, tarihi ve gündemi kesin olarak belirlenmeden asla “Toprak” konusuna değinmemelidir. Geçmişte içine düşülen tuzak bir ders olarak önümüzde durmaktadır.

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: AtaAtun1

4 Kasım 2016

 

 

3 Kasım 2016
İsviçre’de 29+ Tuzağı benzerine düşülmemeli … Prof. Dr. Ata ATUN için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar