Bir dönem işlevsiz Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin önce Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanlığı görevini sonra da Dışişleri Bakanlığı görevini yapan Erato Kozaku Markulli, geçen hafta sosyal medya üzerinden yayınladığı mesajında, 14 Ağustos 1974’te EOKAB militanları tarafından gerçekleştirilen katliamlar için Kıbrıslı Türklerden özür diledi, biz de inandık.
Bayan Erato Kozaku Markulli’nin, tescilli bir Türk düşmanı olduğunu tüm meslektaşları dile getirmektedir. Bugüne değin hiçbir Türk Temsilcinin elini sıkmaması ile ünlüdür. Yabancı diplomatlar arasındaki lakabı da “Kara Cira”dır.
15 Kasım 1983 tarihinde ilan edilen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni dünya siyasetinden silmek için 18 Kasım 1983 tarihinde BM Güvenlik Konseyini acilen toplantıya çağıran ve insanlığı yüz karası olan 540 No.lu kararı aldıran ve “Hiçbir BM üyesi ülke KKTC’yi tanımayacaktır” diye başlayan BM GK konseyi kararını bizzat yazarak İngiltere BM GK temsilcine veren, o dönemde işlevsiz Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin BM daimi temsilcisi olarak görev yapan Erato Kozaku Markulli’dir.
Babası Kardiyolog Dr. George Kozakos 1960-1974 yılları arasında EOKA’nın Limasol sorumluluğu görevini fiilen yapmış, 10 Şubat 1964 gecesi Limasol’da yaşayan Türklere EOKA milis kuvvetleri tarafından yapılan ve 3 gün 3 gece süren saldırıyı fiilen idare etmiş kişidir.
Şimdi Markulli, çıkmış utanmadan Muratağa, Atlılar ve Sandallar’da 126 çocuk ve kadın ile Taşkent’ten 85 sivil erkeğin öldürülmesinin aydınlatılması ve suçluların adalet önüne getirilmesi için Kıbrıs Rum tarafının geçmiş 42 yılda hiçbir çalışma yapmadığını söyleyerek özür dilemekte, “Kıbrıs’ta yaşanan trajedilerin” ardındaki gerçeğin etkin bir şekilde ortaya çıkarılması için hakikat komitelerinin kurulmasının zamanının geldiğini dile getirmekte ama 1963-1974 yılları arasında Kıbrıslı Türklere yaşattıkları soykırıma hiç değinmemekte.
Aklınca Kıbrıs’taki olayların 1974 yılında başladığını vurgulayan Markulli, 1964 Şubatında Arpalık köyünde yaptıkları katliamdan, 15 Kasım 1967 tarihinde Geçitkale ve Boğaziçi’nde üzerine mazot döküp canlı canlı yakarak şehit ettikleri kardeşlerimizden ve benzeri katliamlardan asla bahsetmeyip özür dilemeyi aklına getirmiyor …
Akıllarınca Anastasiadis ve avaneleri, yüz yıl evvel Girit’te oynanan oyunun aynısını Kıbrıs’ta da sahneleyecek veya sahneletecekler.
17 Nisan 1897’de Yunanistan’a savaş açan Osmanlı devleti, Atina’ya girmek üzereyken aynen 1974 Barış harekâtında olduğu gibi Yunanistan’daki “Deli Yanni” hükümeti düşmüş ve yerine Rallis Hükümeti gelerek Osmanlı Devletinden mütareke istemişlerdi. Avrupalı devletler ve Rusya araya girmemiş olsaydı, Osmanlı ordusu Atina’yı da alıp, Yunanistan’ı bir kez daha topraklarına katmış olacaktı. Yapılan barış görüşmeleri sonrasında Yunanistan Osmanlı devletine dört milyon Osmanlı altını, evleri yıkılıp dökülen Türklere de yüz bin Osmanlı altını tazminat ödemişti.
Barış Antlaşmasından sonra hala daha sorunların ve Türklere saldırıların devam ettiği Girit’te “Türk askeri adadan giderse adada barışı sağlanacaktır” iddiaları ortaya atılmış ve İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya’nın baskıları sonucunda da 18 Aralık 1897’de bir antlaşma imzalanarak Girit’e Muhtariyet verilmiş, Osmanlı askeri de adadan çekilmek hazırlığına başlamıştı.
Bu anlaşmanın 3.cü maddesi olan “Müslümanların emniyeti temin edildikten sonra Türk askeri adadan çekilecektir” ibaresi uyarınca, Avrupa Birleşik Devletleri adaya, Müslümanların emniyetini temin etmek üzere donanmasını göndermiş ve Türk askeri de adadan çekilmişti. Avrupa Birleşik Devletleri, Yunan Kralının ikinci oğlu Prens Yorgi’yi “Fevkalade Komiser” olarak Girit idaresinin başına getirmiş ve kısa zaman içinde de Türklere yapılan saldırılar ve katliamlar sonucunda Girit’te bir tek Türk kalmamış ve Girit de Yunanistan’a ilhak edilmişti.
Anastasiadis başkanlığındaki Kıbrıs Rum Yönetimi, bu filmi aradan geçen yüz yıl sonra gene, sırtını Avrupa Devletlerine dayayarak sahneye koymak istemekte. Bu nedenle de koro halinde tüm siyasiler 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nın içinde yer alan Türkiye’nin garantörlüğünü istememektedirler. Ama biz bu filmi 100 sene evvel gördüğümüz için yutmak gibi bir niyetimiz yok artık.
Kıbrıslı Türkler, 1963 olaylarını, 21 Aralık 1963 ile 16 Ağustos 1974 tarihleri arasında yaşanan soykırımı, Rumlar tarafından kalleşçe ve barbarca öldürülen binlerce masum insanımızı, yakılan ve yıkılan yüzlerce evimizi ve köyümüzü unutmuş değildir. Bizleri Rumların mezaliminizden kurtaran anavatanımız Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) olmuştur. Kıbrıslı Türklerin, Kıbrıslı Rumlara en küçük bir güveni yoktur ve Kıbrıslı Türklerin büyük bir çoğunluğu da Rumlarla iç içe yaşamak istemediğini artık yüksek sesle dile getirmektedirler.
Kıbrıslı Türkler, Kıbrıs’ta hiçbir zaman Rumların hayal ettikleri şekilde 1974 öncesine dönüşü ve Rumların egemenliği altındaki bir devlet içinde azınlık olarak yaşamayı kabul etmemektedirler ve asla da kabul etmeyeceklerdir….
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
2 Eylül 2016
Ana bilim dalım Mühendislik olmasına rağmen “Tarihe”, özellikle de “Politik Tarihe” çok meraklıyım. Bu merak 28 yaşında Milletvekilliği seçimlerini kazanıp Meclise girdiğim gün adeta kafama taş gibi düşmüştü. Daha ilk günlerde, Meclisteki tuvaletlerin yerini bile öğrenmemden öncelikli olarak aklımda çakan ilk şimşek, Parlamenter sistemlerde, kısaca “icra hükümetinin Meclisin içinden oluştuğu” sistemlerde Politik tarihi öğrenmeden milletvekilliği görevinin hakkının verilemeyeceği düşüncesi oldu. Sonraki yıllarda rahmetlik Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş’ın, eski deyimle “rahle-i tedrisatı”ndan geçtim, yani onun öğrencisi olup politik eğitimimin, özellikle Kıbrıs konusundaki temel bilgilerini kendisinden bizzat aldım ve “Uluslararası Politika” adlı bilim dalının içinde alaylı olarak balıklama girdim. Bu giriş, birkaç on yıl sonra da ikinci doktoramı Uluslararası Politika dalında almamın kapısını açtı bana ve sağlam bir zemin oluşturdu bu daldaki eğitimim boyunca.
Yabancı bir dili, o dili anadilleri olarak konuşanlar kadar iyi bilmek büyük bir avantaj gerçekte. Dünya üzerinde neredeyse tüm konuların İngilizce yazılması benim için büyük bir avantaj oldu, yabancı dilimin İngilizce olması nedeni ile. Her gün BM Güvenlik Konseyi Daimi Üyesi olan ülkelerin önemli gazeteleri ile Ortadoğu’daki lider konumundaki ülkelerin önemli gazetelerinin ön sayfalarına muhakkak göz atarım. Bu olmazsa olmaz ritüeldir benim için ve okuduklarımı değerlendirip dünyada neler olup bittiğini anlamaya çalışırım, tabii kendimce, kendi boyutlarımda ve kendi bilgi seviyemce.
Anlaşılan o ki, zaman zaman insanoğluna rahatlık batıyor ve daha iyi olmak hayali ile agresifleşiyor, gününü de boşu boşuna zehir ederek hem kendine hem de etrafına ve çevresine büyük zarar veriyor.
Tarih bunun örnekleri ile dolu. I. Dünya Savaşı’nda yaklaşık 15 milyon kişi öldü, 20 milyon kişi de yaralandı. Toplam parasal kayıp ise o günün parası ile 185 Milyar Dolar oldu. Bunların yüzde 95’i asker, yüzde 5’i sivildi. II. Dünya Savaşı’nda ise 65 milyon insan öldü ve bunların sadece yüzde 33’ü asker, yüzde 67’si ise sivildi.
Bu savaşların ne elde edildi; Kocaman bir hiç.
Kim karlı çıktı. Hiç kimse. Savaşı başlatmayan ve sonradan dahil olan ABD ve Rusya, savaş sonrasında dünyayı bölüştüler. Biri yaklaşık 40 sene sonra dağıldı, diğeri de dağılmak için kendini zorluyor, elden geleni de yapıyor. Hem de öylesine bir uğraşıyor ki, dur durak yok, illaki batacak ve dağılacak.
Bizler, Kıbrıslı Türkler benzeri bir düşünceyi küçük boyutlarda geçen yüzyılın ortasında yaşadık. 1960 yılında Kıbrıs adasında ilan edilen Cumhuriyette çoğunluk olan Rumlara, adada 3.5 yıl süren Türklerle ortak yaşam ve huzur fena halde battı. Önce adanın mutlak hakimi olmanın, sonra da adayı Yunanistan’a katmak hayalinin peşine düştüler. 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasının bize verdiği bütün haklarımızı tek taraflı kararlarla ortadan kaldırıp adanın tek hakimi oldular ve bize 10 yıl gibi uzun bir süre acımasız bir soykırım uyguladılar. Sonra da adayı Yunanistan’a katmak isteyince, adanın üçte biri ellerinden uçtu gitti. Ne idaresi kaldı ellerinde, ne mülkiyeti, ne de egemenlikleri. Şimdi kaybettiklerini geri almak için her yolu deniyorlar, egemenliklerini bir kısmını sırf bu yüzden Avrupa Birliğine bile devrettiler. Eğer Rumların bu agresif düşünceleri olmasaydı, binlerce insanımız ölmez, Kıbrıs da son yarım asırdır barışın sürdüğü, insanların huzur içinde yaşadığı bir ada olurdu.
Günümüzde Ortadoğu da aynı konumda ve aynı sıkıntıları yaşıyor yıllardır. Tansiyon da gittikçe yükseliyor bölgede. Dünyanın şimdilik devleri konumundaki ABD ve Rusya tarafından içine bir çomak sokulmuş ve durmadan karıştırılıyor. Her an geniş boyutta bir savaş çıkması da kaçınılmaz oldu artık. Rusya ile ABD’nin Suriye’de karşı karşıya gelmeleri de an meselesi. Çıngar kopacak ya, bakalım ne vakit…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
29 Ağustos 2016
Kıbrıs adasının kuzeyinin Türkiye tarafından istila ve işgal edildiği 1974 yılından beridir her Rum siyasinin ağzındadır. Kendilerine özgü İngilizce telaffuzları ile “Okkupeyşon ve inveyjon” diyerek girerler konuya sanki de Kıbrıs’ta tüm olaylar 1974’de başlamış gibi. 1974 öncesini de asla ağızlarına almazlar, utanmasalar Rumlarla Türklerin memnun, mesut, mutlu ve geleceğe parlak bir biçimde bakarak birlikte yaşadıklarını iddia edecekler ama gerçekler hiç de öyle değil.
Hatırlatalım; 17 Nisan 1964 tarihinde Yunanistan’dan gönderilen bir Yunan Tümeni Kıbrıs’a ayak basar ve bu tümen 1 Mayıs 2004 tarihine kadar adada varlığını yasalara aykırı bir şekilde devam ettirir. (To Vima Gazetesi, Tarih 7 Şubat 1999, General Karusos’un ifşaatları) Güya bu Tümen 8 Aralık 1967 tarihinde adayı terk etmiştir ama arka kapıdan tekrar adaya girerek varlığını devam ettirmiştir. (Kathimerini Gazetesi Şubat 1999, Yunanistan’da Amerikan karşıtlığı)
Bu konuda mailgate sayfasında çıkan yazı gerçekleri tüm çıplaklığı ile gözler önüne seriyor. (http://mailgate.dada.net/soc/soc.culture.greek/msg93017.html)
Yazınn bir paragrafı bire bir çeviri ile aynen şu şekilde… “…Bu “gayri ciddi ordu” 1965’teki ilk istila girişimini geri püskürttü (G.Papandreu hükümeti) bu “kötü“ politikacılar da, Kıbrıs’a koca bir tümen taşıdılar – ki cunta bunu geri çekmiş olmasıydı Kıbrıs hala bütün ve hür olacaktı. Tümeni niçin mi geri çekti cunta? Çok basit, çünkü uluslararası geçerliliği yoktu ve çünkü ABD öyle yapmasını dikte etti. Siyasiler de geri çekebilirlerdi ama karşılığında bazı karşılıklar bazı garantiler de alacaklardı. Cunta şartsız geri çekti…”
Tüm bu Yunan Tümeni’nin Kıbrıs’ta varlığını teyit eden yazı ve ifşaatlardan çok daha önemli bir şey var: BM Genel Sekreterinin S/8322 sayı ve 3 Ocak 1968 tarihli Raporu. (Appendix 18, WITHDRAWAL OF GREEK MAINLAND TROOPS FROM CYPRUS, Paragraph 25 of the U.N. Secretary-General’s Report S/8322 of 3 January 1968 to the U.N. Security Council.)
Bu raporunda BM Genel Sekreteri “Anavatan Yunanistan’ın askeri birliğinin Kıbrıs’tan geri çekilmesi” başlığı ile konuyu tamamen resmileştirmiş ve kayıtlara da geçirmiş.
Yıllardır adada Yunan Tümeni’nin varlığını saklamak için her tür sahtekarlığı yapan Rumlar, bu yıl 6 Ağustos 1964 günü başlayan Erenköy çarpışmaları sırasında bölgedeki Türk köylerini denizden bombalayan ve 8 Ağustos 1964’te Türk uçakları tarafından bombalanarak batırılan Yunanistan’dan gönderilmiş “Faethon” isimli devriye botunda ölen 6 Yunan askeri ve 1 Rum askeri için resmi anma töreni düzenlendi. Bu törene katılmak maksadıyla Yunanistan’dan Güney Kıbrıs’a giden Faethon kaptanı Dimitrios Mitsaços’in öyküsü ise yürekler acısı.
Türk Hava Kuvvetlerine ait jetlerin Erenköy çarpışmaları sırasında bölgedeki Türk köylerini denizden bombalayan Faethon devriye botunu nokta ateşi ile batırdıktan sonra kurtulmayı başaran Kaptan Dimitrios Mitsaços sol elinden fena bir şekilde yaralanır. Zorla kıyıya çıkmayı başaran Kaptan Mitsaços’u Rumlar istemeye istemeye alırlar ve BM askerleri ve gözlemcileri tarafından adada Yunanistan’dan gönderilen askerlerin varlığı saptanmasın diye Lefkoşa Genel Hastanesine götürüp tedavi ettirmeden, Kaptan’ın bütün itirazlarına rağmen eline gerekli tedaviyi yapmadan apar topar Yunanistan’a gönderirler. Göndermeye gönderirler ama Kaptan Mitsaços’un eli de bu gecikmeden dolayı kangren olur ve kesilir. Yunanistan’daki Albaylar Cunta’sının devrilmesinden sonra da Yunanistan hükümeti ile Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetine Atina Mahkemesinde dava açar ve kazanır….
Bu davanın arkasından 20 Temmuz 1974 tarihinde gerçekleşen Mutlu Barış Harekatı’nda adaya ayak basan Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı çarpışmaları için Rodos üzerinden gönderilen Noratlas uçaklarının RMMO tarafından düşürülmesi sonucu ölen Yunan askerlerinin aileleri de dava açarlar ve kazanırlar…
Daha bunlar gibi onlarca belgeli örnek bulunmaktadır, “Yunanistan’ın Kıbrıs adasını işgali” ile ilgili olarak. Ama ne yazık ki bunların hepsi unutulmuş ve yerini Türk askerinin Kıbrıs Adasını “Okkupeyşon ve inveyjon”u almıştır….
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
26 Ağustos 2016
Amerika Birleşik Devletlerinde İleri Savunma Araştırma Projeleri Dairesi (The Defense Advanced Research Projects Agency), kısa adı DARPA olan bir kuruluş var. 1958 yılında Virginia’nın Arlington bölgesinde kurulmuş. Virginia eyaleti ABD’nin başkenti Washington’un içinde yer aldığı Washington District of Columbia Eyaleti’nin batı komşusu. Arlington, Askeri Mezarlığı, Ronald Reagan Havaalanı ve Pentagon ile ünlü. Zaten Washington’a gidiyorsanız Ronald Reagan Washington Ulusal Havaalanına inmek zorundasınız.
DARPA Amerikan Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri için zamanımızın ötesinden gelen akıl almaz buluşlara imza atıyor ve Amerikan Ordusunun kullanımına sunuyor. Bu yıl 11 Mayıs tarihinde Pentagon’un bahçesinde 60’dan fazla buluşunu gazetecilere, üst düzey askeri yetkililere ve devlet için çalışan şirketlere tanıttı, farklı farklı projelerin durumu ve geliştirme aşamasındaki farklı yerleri hakkında da detaylı bilgi verdi.
Her zaman yaptıkları gibi tamamen akıl uçuklatacak buluşların tanıtımını yaptılar Pentagon’un bahçesinde. Evimizde ve günlük hayatımızda kullandığımız birçok alet ve teknoloji, GPS, bilgisayarın birçok parçaları ve hizmeti, Fare, grafik arayüzler ve internet hep DARPA kökenli. Savaş teknolojisinin her yönünü geliştirmeyi amaçlayan DARPA teknisyenlerinin ve icatçılarının üzerinde çalıştıkları projeler kara operasyonlarından, su altı ve su üstü deniz harekatlarına, hava saldırılarında siber savaşlara kadar her şeyle ilgili. Bu teknolojinin bir kısmı, düşmanın tahmin edemeyeceği projeler olduğunda “Sürpriz Tohumları” olarak adlandırılıyor. Beyin fırtınası ekibinin çoğunluğu uçuk kaçık düşünenlerden oluşuyor. Akıllarına ne gelirse ortaya atıyorlar, mantığa biraz yakın olanın üzerinde mühendisler ve teknisyenler çalışmaya başlıyor.
Kertenkelelerden esinlenerek üretilen düz ve dikey duvara tırmanmaya yarayan malzeme çok ilginç. Yapıştır malzemeyi tırman gökdelene. “Geekskin” projesi adını, geko ya da ev keleri olarak bilinen ufak bir sürüngenden almış. Gerçekte İngilizcede, “Geekskin” diye bir kelime yok. Bunu da DARPA kendisi uydurmuş. Program kelerlerin ve örümceklerin biyolojik sistemlerinin sentetik olanını üreterek insanların ağır askeri teçhizatla tırmanma yeteneklerini arttırmayı hedefliyor. Sentetik olarak üretilen yapışkanlar, kelerlerin dikey ortamlarda kolaylıkla yürümesinden ilham almış. Geekskin, sert bir kumaş ve kauçuğa benzeyen bir madde ile birleştiğinde yapışkanlığı daha da artıyor. Cama başparmağın üzerine basılması ile yapıştırılan 1 santimetrekarelik küçük boyda bir Geekskin, 3 kg ağırlığı taşıyabiliyor. 50 santimetrekarelik, yani 5 x 10 cm.lik bir insan eli boyutundaki parça 150 kiloluk bir insanı rahatça taşıyor.
Askerlerin beynine yerleştirilecek bir çipin peşindeler günümüzde. Hedefleri savaşta kafasından yaralanan bir askerin hafızasında ne varsa çipe kaydetmek ve yaralandığı veya da unutkanlığın başladığı anda da gerekli hafıza kayıt bilgilerini çipten almak. Bunun tabii, sivil yaşamda da çok yoğun bir şekilde kullanılacağı, özellikle Alzheimer hastalarında ve -bilim adamları ile her sınıftan insanda başlayan- hafıza kayıplarında kullanılacağı kesin. Özellikle de bilim adamlarından yapılacak kayıtların herhalde pahası biçilemeyecek. Elli veya altmış senelik çalışma, araştırma, deneyim, bulgu ve bilgi çipin içine kaydedilecek veya da depolanacak, istendiğinde de insanlık için kullanılacak.
Pilotsuz uçak olan “Drone”lar gibi DARPA insansız denizatı yaptı ve adını da “Anti-denizaltı Sürekli Takip İnsansız Aracı” (ACTUV) koydu. Denizaltı avcısı 40 metre uzunluğunda ve 3,3 metre genişliğinde. 127 tonluk bu araç tek depo benzinle 10 bin deniz mili kat edebiliyor, düşman denizaltılarını keşfediyor, takip ediyor ve istendiğinde uçak gemilerinin etrafında da güvenlik çemberi oluşturuyor.
“Yukarı Düşen Yük” (UFP) projesi ise bir başka harika buluş. Deniz tabanına yerleştirilen silindirik bir konteynerin içinde insansız bir hava aracı, Drone yerleştiriliyor ve gerek duyulan denizde veya okyanusta, derinliğe bakılmaksızın denizin tabanına yerleştiriliyor. Gereksinim anında bir sinyal ile serbest bırakılan silindirik konteyner kendiliğinden deniz yüzeyine çıkıyor ve otomatik açılan kapağı havaya yukarı doğru bir paketlenmiş bir Drone fırlatıyor. Drone fırlatma ve yere düşüş süreci içinde kendi kendine açılıyor ve uçmaya ve keşfe başlıyor.
Bu yazdıklarım 60 yeni silahın ve buluşun sadece dört tanesi. Mekanik el, protez el, bir savaşta veya yürüyüşte piyade askerin sırtındaki 100 kiloluk çantayı askerin sırtına yük bindirmeden kendisi taşıyan sistem, askerin daha hızlı yürümesini sağlayan mekanik ayak desteği ve benzerleri, DARPA icatlarından sadece birkaçı…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
22 Ağustos 2016
14 Ağustos tarihinde Rusya Federasyonunun Su-34 ve Tu-22M3 bombardıman uçaklarının İran’ın Hamedan Hava Üssü’nden havalanıp Suriye’deki IŞİD ve El Nusra militanlarının Halep, Deyrizor ve İdlib’te konuşlandıkları stratejik yerleri bombalaması ve bu harekatta cephanelikler, eğitim kampları ve üç ayrı komuta merkezinin imha edilmesi, benim değerlendirmelerime göre, bölgedeki farklı politik bir gelişmenin habercisi.
Bu olay Rusya ile İran arasındaki yeni bir askeri uzlaşmayı ve Rusya’nın Suriye’de Beşar Esad rejimine yönelik verdikleri desteği gözler önüne seriyor. Belli ki Rusya ve İran’ın Ortadoğu’daki işbirliği bu yeni gelişme ile farklı bir boyuta taşınmanın eşiğinde. İşin içinde Türkiye-Rusya ilişkilerinin düzelmesi de var. Rusya belli ki Ortadoğu’ya yeni bir strateji ile yaklaşıyor ve yeni bir politika uygulayacak.
Gerçekte İran’ın niçin Hamedan Hava Üssünü Rus silahlı kuvvetlerine açtığını merak ettim ve araştırmaya başladım. İlk durağım Al-Masdar haber sitesi oldu sonra da İran’daki iktidar ve muhalif medya kuruluşları. Olayın arkasındaki gerçekler farklı. Kazıyınca ortaya çıkıyor hemen.
İran ekonomisi, 16 Ocak 1979 tarihinde gerçekleşen, Farsçada “Engelābe Eslāmi” olarak tanımlanan, Türkçeye çevirisi “İslam İnkilabı” olan devrimden sonra geçen 37 yıl boyunca Batı dünyasından gördüğü kasti baskılar ve yaptırımlar yüzünden hep güdük kaldı. Şah’ın ülke dışına gönderilişini ve İran’ın Batılıların mandasından çıkarılarak İslami bir devlet haline getirilmesini bir türlü hazmedemeyen Batılı devletler, her zaman ve her koşulda İran’a karşı üstü kapalı müeyyideler ve yaptırımlar uygulamaktan hiç çekinmediler.
2006 yılında İran’ın nükleer faaliyetlerini içeren dosya ilk olarak BM Güvenlik Konseyi’ne götürüldü ve BM üyesi ülkelerin oylamasıyla da bu ülkeye uygulanan ambargolar tanındı. BM’de ambargoların süresi 4 kez uzatıldı.
2010 yılına değin adı konmamış bir şekilde İran’ın ihracatının sınırlandırılması, batılı şirketlerin İran petrol ve doğal gaz sektörüne yatırım yapmalarının engellenmesi, İran’ın uluslararası ticari ortaklarla iş yapmasının kısıtlanması ve İran bankalarının kara listeye alınması şeklinde İran’a yaptırımlar uygulandı. 2010 yılından sonra da İran’ın nükleer santral kurma isteği çarpıtılarak daha ağır bir yaptırım, dışlama, izolasyon ve ambargolarla İran’ın boğazı sıkılmaya başlandı. Hedef her ne kadar Batı basınınca İran’ın nükleer teknoloji elde etmesini önlemek için ambargoların ve yaptırımların konduğu şeklinde gösterildiyse de, gerçek aslında İran’da 1979 yılında işbaşına gelen Humeyni’nin hayata geçirdiği İran İslam Devletini yıkmak ve gene Batı güdümünde ve Batı’ya körü körüne bağlı bir rejimi iş başına getirmek.
İran ile Birleşmiş Milletler’in (BM) beş daimi üyesi ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa ve Almanya’nın oluşturduğu 5+1 ülkeleri arasında yürütülen müzakerelerde anlaşma sağlandığı açıklanınca 2016 yılının Ocak ayında tüm yaptırımlar, ambargolar ve izolasyonlar “güya” kaldırıldı. Avrupa Birliği (AB) İran’a petrol, ticaret, sigorta, bankacılık, deniz taşımacılığı gibi alanlardaki ambargoyu kaldırdığını açıkladı ama hepsi hikaye. Tam bir “Batı yakası hikayesi.”
İran’a ambargolar, yaptırımlar ve izolasyonlar aynen devam ediyor. İhracatı halen kısıtlı, Batı bankalarındaki paraları serbest bırakılmış değil. Yaptığı ihracatların parası halen İran’a ulaşmış değil. İran bankaları halen daha küresel sistemin dışında. ABD ise İran’ın ABD bankalarında bulunan 2 Milyar dolarına, 11 Eylül 2001 tarihinde New York’taki İkiz Kuleler saldırısında parmağı olduğu iddiası ile el koymuş durumda. Ortada İran’ı mahkum edecek ne bir belge var, ne mahkeme kararı ne de ispatlayıcı bir doküman.
Batı, İran’a karşı uyguladığı haksız yaptırımlar ve de kendisinin verdiği sözleri tutmaması nedeni ile İran’ı Rusya’nın kucağına kendisi zorla iteklemiş. Sıra bunun cezasını çekmeye geldi şimdi.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
19 Ağustos 2016