Hrisostomos ve Rumlar hayal içinde

Hrisostomos ve Rumlar hayal içinde

Osmanlı Devleti 1570-1571 yılları içinde Kıbrıs’ı fethettiği zaman, Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu sürgündeydi. Fetihten sonra Başpiskopos sürgünden Lefkoşa’ya getirildi ve Ortodoks Kilisesi’nin başına geçirildi. Kıbrıs Ortodoks Başpiskoposu’na ilk defa Bizans İmparatoru Zeno (İ.S. 474-491) tarafından verilen, ama Luzinyanlar döneminde kaldırılan kırmızı mürekkeple imza atmak ve asa taşımak hakkı, 1660 yılından itibaren Sultan Dördüncü Mehmed Han tarafından çıkarılan ferman ile yeniden tanındı ve Başpiskopos, Rumların sözcüsü olarak kabul edildi.

 

Bab-î Ali bu fermandan sonra Rom Ortodoks Kilisesi Başpiskoposunu Kıbrıs Rum toplumunun dini lideri, siyasi sözcüsü ve temsilcisi olarak kabul etti, makamın adı da “Etnarh” olarak tanımlandı. Bu yetkilendirmeden sonra Kıbrıs Başpikoposlarına şikayet ve görüşlerini doğrudan Padişah’a veya Başvezir’e yapmak hakkı tanındı. Bu durum adada kilisenin gücünün büyük oranda artmasına neden oldu. Ada yönetiminde Osmanlı Devletinin görevlendirdiği Muhassıl’a (vali) yardımcı alan 8 kişilik Divan heyetinden 4’ü Rum, Maronit ve Ermenilerden, 4’ü de Türklerden oluşturuldu.

 

İmparator Zeno, Kıbrıs’ta Salamis harabeleri yakınında bir ağacın altında Aziz Barnabas’ın mezarının bulunması ve mezardan çıkarılan Barnabas’ın kendi el yazısı ile yazdığı İncil’in de kendisine büyük bir törenle gönderilmesinden sonra Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesine Otosefal ayrıcalığını verdi. Kıbrıs Otosefal kiliseler, Patriklere ve Patrikhanelere bağlı olmalarına rağmen kilise işlerini ulusal düzeyde herhangi bir Patrikten bağımsız olarak yönlendirebilen, ama Ortodoksluğu bağlayıcı kararlar alamayan kiliseler. Dünya üzerinde Otosefal olan Kiliseler Yunanistan, Güney Kıbrıs, Arnavutluk, Polonya, Gürcistan, Kanada, ABD ve Afrika Metropolitlikleri. Kıbrıs’ta Başpiskoposluğa bağlı 9 adet Metropolit bulunmaktadır. Bunlardan 3 tanesi, Mağusa, Girne ve Güzelyurt Metropolitleri KKTC sınırları içinde.

 

Bu nedenle de Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi başı Başpiskopos II. Hrisostomos kendisini tüm adanın Başpiskoposu addetmekte, Rum Ortodoks Kilisesinin hükümranlık alanını da adanın tümü olarak kabul etmektedir. Her fırsatta ve olanakta Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesine bağlı olan tüm papazlar kilisede, özellikle Pazar ayinlerinde ve özel dini günlerde verdikleri vaazlarda Kıbrıs Rum halkına adanın tümüne hakim olduklarını ve ne pahasına olursa olsun adayı tümden ele geçirmek için verilen mücadeleden asla vazgeçilmeyeceğini söylerler ve telkin ederler. Kıbrıs Rum halkı ve siyasileri de ister istemez buna inanırlar ve davranışlarını bu hedefe göre ayarlarlar. Anastasiadis’in müzakerelerde kendine güven duyması ve Türklere “Güzelyurt’u, Karpaz’ı Mağusa’yı, Mesarya’yı isterim, Türk askeri gidecek, Türkiye’nin garantisi asla olmayacak” ve benzeri içeriklerde tehditler savurmasının kökeninde gerçekte Rum Ortodoks Kilisesi yatmaktadır. Zannetmektedirler ki, Hristiyan dünyası şöyle veya böyle şekilde kendi yanlarında yer alacak ve Türkleri bir gün Kıbrıs adasından atacaklar!

 

Bu havada ve kafada olan Başpiskopos II. Hrisostomos, CTP’nin iktidar olduğu dönemde Rum Ortodoks Kilisesine, KKTC sınırları içinde kalan kiliselerde istedikleri zaman ayin yapmak yetkisini verince zaman içinde bu iyi niyetli davranışı suiistimal etmeye ve siyasi amaca dönüştürmeye yöneltti. Günümüzde iktidarda olan UBP-DP hükümeti bu suistimal kapısını kapatıp Rumların KKTC’de yapacakları ayinlere bir dizi kriter getirince, Rum Ortodoks Kilisesi başı Başpiskopos II. Hrisostomos tüm geçmişi unutarak KKTC Devletini ve Kıbrıslı Türkleri tehdit etmeye başladı, kendini adanın tümünün hakimi zannederek. Savurduğu “Ayinler yasaklanırsa, Bayram günlerinde Hala Sultan Tekkesine yapılan ziyaretlerin yasaklanacağı”   tehdidi ise yenilir yutulur gibi değil. Aramızdaki Rum hayranlarına örnek olacak, gelecekte eğer ada Rum idaresi altına girerse, başımıza nelerin gelebileceğinin işaretini verdi gerçekte II. Hrisostomos. “Cici çocuk olmazsanız, bizim her emrettiğini yapmazsanız, sizi en ağır şekilde cezalandırırız” demek istiyor Başpiskopos II. Hrisostomos.

 

Digomo’ya kadar yolu var Başpiskopos’un. (Kıbrıs Türkçesi deyimidir)

KKTC hükümeti izin vermezse, ne kendisinin ne de kilisesine bağlı metropolitlerin, papazların ve sivil dini görevlilerin sınırı asla geçemeyeceğini, KKTC sınırları içerisinde hiçbir dini yetkisi olmadığını, izin verilmeyen Rumların Apostolos Andreas Manastırı veya Aziz Barnabas kilisesini bile ziyaret edemeyeceklerini çok iyi bilmesi, hatırlaması ve bu doğrultuda konuşması gerekmektedir. Ya adada Kıbrıslı Türklerin varlığını ve 1963-1974 yılları arasından uğradıkları soykırıma rağmen kurdukları Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni kabul ederler, ya da geçmişte olduğu gibi adanın kuzeyine kendi taraflarından dürbünle bakarlar….

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

5 Ağustos 2016

 

 

4 Ağustos 2016
Hrisostomos ve Rumlar hayal içinde için yorumlar kapalı
Okunma 398
bosluk

ABD, Rusya ve Türkiye’deki darbe

ABD, Rusya ve Türkiye’deki darbe

Dün yabancı basında Türkiye ve KKTC ile ilgili haberleri karıştırırken çok ilginç bir yazıya rast geldim. Yazının orijinali Fransızca yazılmış. Yazarı da Hannibal Genseric.

 

Yazı La Cause du Peuple’de 27 Temmuz günü yayınlanmış. Yazının orijinal başlığı “Comment Poutine a fait « échec et mat » au coup d’état d’Obama en Turquie” ve yayın adresi de https://fr.sott.net/article/28679-Comment-Poutine-a-fait-echec-et-mat-au-coup-d-etat-d-Obama-en-Turquie.

 

Söz konusu yazının İngilizce çevirisinin başlığı “How Putin was “checkmate” the coup Obama stated in Turkey” ve Türkçe çevirisinin başlığı da “Obama’nın Türkiye’de yaptırdığı darbeyi Putin nasıl Şah-Mat etti”.

 

Yazının içeriği çok ilginç. Bu nedenle de önce yazarın kim olduğunu, yazdıklarının komplo teorisi mi yoksa araştırmaya dayalı gerçekleri mi yansıttığını araştırdım. Hannibal Genseric Fransız bir Matematikçi ve Bilgisayar Mühendisi. Yani kafası somut analizler yapan bir yapıya sahip. Fransa da yaşayan ünlü bir araştırmacı ve yazar. Araştırma ve yazı alanı Uluslararası ilişkiler ile dünya politikası. Çok çarpıcı bulguları var. Mesela yazılarından bir tanesinde “Genetikçiler atalarımızın Araplar olduğunu söylüyor. Le Pen ve Claude Gueant’de Arap kökenli” diyor, kanıtları ile birlikte. Jean-Marie Le Pen (baba) ve Marine Le Pen (kızı) Fransa’nın en aşırı sağcı siyasi parti olan Ulusal Cephe’nin eski ve yeni liderleri.

 

Hannibal’ın söz konusu yazısında 15 Temmuz darbesi ile ilgili bugüne değin duymadığımız ve Türk basınına yansımamış bilgiler var.

 

15 Temmuz Darbesi’nin Amerikan Ordusu ve NATO tarafından organize edildiğini, planlayıcılarının da CIA, MI6 ve Mossad olduğunu ve sonucunun da Türkiye’yi Anglo-Siyonist Eksen’den (Anglo-Sionist Axis-ASA) uzaklaştıracağını ve Şangay İşbirliği Organizasyonu’na (Shanghai Cooperation Organization-SCO) veya da Gelişmekte Olan Ülkeler Grubu olarak tanımlanan BRICS’e (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) yaklaştıracağını belirtmekte.

 

Yazıda özetle dikkat çeken bölümler şunlar:

 

KGB’nin çok iyi çalıştı ve 15 Temmuz Darbesi ile ilgili bilgileri Rus Başkan Vladimir Putin’e çok önceden iletti. Rusya, Türkiye Hükümetini haberdar etmek için detaylı bilgi topladı ve darbecilerin kullanacakları silahlara karşı bir koruma sistemi oluşturdu.

 

İncirlik Üssü’nden yöneltilen bu boyuttaki bir darbenin fiyasko ile sonuçlanmasının nedeni Rusya’nın iki tarafa da çalışan ajanları ekarte etmiş olmasıdır. Bu darbede İncirlik Üssü”ndeki yüksek rütbeli subayların kullanılması çok aptalca oldu. Bu hata darbenin CIA tarafından yapıldığını ortaya çıkardı.

 

Batı güçleri Erdoğan başta olduğu müddetçe, Yeni Dünya Düzeni (New World Order-NWO) projesinin hedefi olan Dünya Devleti’ni kurmanın mümkün olmayacağını artık anlamışlardı. Erdoğan’ın Orta Asya Türk Devletleri ve bir kısım Orta Doğu ülkeleri ile güçlü bir blok kuracağını anladılar ve bu darbeyi planladılar.

 

Kremlin, Türkiye’nin NATO ve AB ile arasının bozulduğunu biliyordu. Başarısız bir darbenin Türkiye’yi Rusya’ya yakınlaştıracağını hesaplayıp, darbe süresince Türkiye Hükümetine yardım etti.

 

Rusya, Suriye, İran ve Batı ülkeleri darbe yapılacağını biliyorlardı. Darbe günü Batı dünyası İstanbul ve Ankara’ya canlı yayınla bağlanmış, CNN’in ünlü sunucusu Christiane Amanpour ise darbeden 2 gün evvel tüm kamera ve yayın ekibi ile Türkiye’ye gelmişti, darbe günü canlı yayın yapabilmek için.

 

Putin, danışmanı Alexander Dugin’i, Türkleri darbe konusunda uyarması için, Ankara’ya çok gizli bir şekilde gönderdi. Dugin Türk Hükümetine uzun bir darbeciler listesi verdi.

Darbecilere “karşı darbe” yapılması” bir ay önceden bazı darbecilerin kimliklerinin öğrenilmesi ile başlatıldı. Türk hükümeti 2 bin Türk askerinin (hava ve deniz) tutuklanması için savcıya talimat verdi. Mahkemeler bu talebi reddetti. Feto’cu yargıçlar darbeci generallere bir şeylerin olduğu haberini ilettiler. Bu şekilde, darbe öne alınmak zorunda kalındı.

 

24 saat susan Amerikan ve Batı medyası, darbenin başarısız olacağını anlayınca, tipik yanıltıcı propaganda ile ortaya çıktı. Madem Erdoğan’ın uçağını F-16’lar gördü niye vurmadılar; çünkü, darbe Erdoğan’ın “Sahte Darbesi”ydi de ondan demeye başladılar.

 

Gerçek ise çok farklıydı.

Türk F-16’larının peşinde 7 Rus uçağı ve iki S400 füze sistemi de üzerlerine kilitlenmişti. F-16 pilotlarına ihtar edildi: “Erdoğan’ın uçağına en ufak bir atış yaptığınız takdirde yok edileceksiniz.” Bu sebeple, Türk jetleri Erdoğan’ın uçağına ateş edemedi.

 

İncirlik ABD Üssünden 42 helikopterin yok olması ilk anlarda izah edilemedi. Sonradan öğrenildi ki, bu helikopterler Türkiye’yi işgal edecek güçlere katılmışlardı. Bu nedenle Türk hükümeti İncirlik üssünü 2500 polisle kuşatmış, elektriğini kesmis ve Amerika’ya “Ne yaptığınızı biliyoruz, Askerlerinizi bu yüzden güvenceye aldık.” Mesajını iletti. Bunun üzerine, Obama işgal güçleri armadasını (bir çok ulustan oluşan ordu) durdurdu…..

 

Söz konusu yazının boyutu benim yazdıklarımın neredeyse 3 misli kadar. Sedece önemli gördüğüm yerleri size aktarabildim. 15 Temmuz darbesinin arkasından bilinen ve bilinmeyen birçok neden, etken ve organizatör var anlaşılan. Kesin olan şu ki, Batı artık Türkiye’den ve Türkiye’nin potansiyelinden çok korkuyor….

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

3 Ağustos 2016

 

2 Ağustos 2016
ABD, Rusya ve Türkiye’deki darbe için yorumlar kapalı
Okunma 19.092
bosluk

Dört Rum’a bir Türk

Dört Rum’a bir Türk

Sayın Cumhurbaşkanı Sözcüsü Barış Burcu’nun 13 Temmuz günü yaptığı Basın açıklamasında “müzakerelerdeki nüfus ve yurttaşlık konularının çarpıtılarak saptırıldığını” söylemesi ve açıklamasına devamla “Her iki taraf da BM nezdinde bugüne kadar yaptıkları yurttaşlıklarla ilgili bilgi ve sayı paylaşımı yaptı. Bu rakamlar tutanaklara da girdi. Ortaya çıkan tablo mevcut 220 bin KKTC ve 802 bin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi yurttaşının başka herhangi bir kritere bakılmaksızın, otomatik olarak federal Kıbrıs cumhuriyeti vatandaşı olacağıdır. Bu konuda fikir birliğine varılmıştır. Bazı oranlar konuşularak mesele başka yerlere çekilmeye çalışılıyor.” demesi asıl kafaları karıştıranın kendisi olduğunu ortaya koymaktadır.

 

Bu açıklamada önemli olan “mevcut 220 bin KKTC ve 802 bin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi yurttaşının başka herhangi bir kritere bakılmaksızın, otomatik olarak federal Kıbrıs cumhuriyeti vatandaşı olacağıdır” cümlesi olup, BM’nin tutanaklarına KKTC’nin nüfusunun 220 bin olduğunu kimin kaydettirdiğidir.

 

DPÖ tarafından gerçekleştirilmiş olan KKTC Nüfus sayımları sonuçları yıllara göre aşağıdaki gibidir.

1996 yılı 200,587 kişi

2006 yılı 265,100 kişi

2011 yılı 294,906 kişi

2016 tahminleri ise nüfus artışının doğrusal (linear) olduğunu varsayarsak 320 bin kişi olduğudur.

 

III. Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu 2015 Nisanında Cumhurbaşkanlığı görevini Sayın Mustafa Akıncı’ya devrettiği dönemde KKTC’nin nüfusunun yaklaşık 310 bin kişi olduğunu varsayarsak veya da en kötü olasılıkla 2011 yılının nüfus sayımını sonuçları olan 294,906 kişinin yıllar içinde hiç artmadığını bile varsayarsak, Sayın Cumhurbaşkanı Sözcüsü Barış Burcu’nun üzerinde mutabakata varıldığından ve BM kayıtlarına geçtiğinden bahsettiği KKTC’nin 220 bin kişilik nüfusu nereden çıkmıştır. III. Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu döneminde KKTC’nin nüfusunun 220 bin olduğu BM’nin kayıtlarına geçirilmediğine göre BM ile kim bu mutabakatı sağlamıştır ve kimin marifeti veya da kanalı ile söz konusunu 220 bin rakamı KKTC’nin nüfusu olarak BM’nin kayıtlarına geçirilmiştir.

 

Gerçekte Sayın Barış Burcu’nun açıklaması gereken konu da budur.

Henüz müzakereler sonuçlanmış değildir. Şimdilik müzakerelerde mutabakata varılmasının 2017 yılına sarktığı yavaş yavaş ortaya çıkarken, Rum tarafındaki Cumhurbaşkanlığı seçimleri nedeni ile 2018 Şubatından sonraya kaldığı öngörülürken ve de en iyi olasılıkla 2018 yılındaki nüfusumuz yaklaşık 320 bin kişi olacakken, hangi aklı evvel daha müzakereler bitmeden ve sonuçlanmadan KKTC’nin nüfusunu 220 bin kişi olarak BM’ye tescil ettirmiştir bunun halkımız tarafımdan bilinmesi gerekmektedir.

 

Bugün bile referanduma gidilse, 220 bin kişinin dışında kalan 100 bin kişinin oy kullanma yaşı içinde olan yaklaşık 80 bin kişisinin Referandumda “Hayır” oyu vereceği ortadayken, nasıl olur da müzakereler sürerken 220 bin sayısı kabul edilir ve Rumların eline 4 Rum’a 1 Türk kozu verilir ben anlayamadım. Zaten her hal ve koşulda da halkımız, böylesi saçma ve insanlık dışı bir uygulamayı kabul etmeyecektir.

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

1 Ağustos 2016

 

31 Temmuz 2016
Dört Rum’a bir Türk için yorumlar kapalı
Okunma 426
bosluk

Yalvaçlı olmak

Yalvaçlı olmak

Geçen haftalarda Yalvaç’la ilgili yazdığım yazının o denli ilgi çekeceğini tahmin etmemiştim. Onlarca mesaj ve mail aldım Yalvaç aşıklarından. Ne de çok seveni varmış Yalvaç’ın. Kimi beğendi ve destekledi, kimi az yazmışsın diyerek tatlı tatlı sitem etti, kimi de benim unuttuğum veya da bilmediğim özelliklerini aktardı Yalvaç’ın bana.

 

Yalvaç Devlethan Camii

Yalvaç Devlethan Camii

Bence Yalvaç bir efsane. Zaten uluslararası tanınmışlığı da neredeyse Hazreti İsa ile birlikte, Hristiyanlığın kuruluş günlerinden başlıyor. Kuruluşuna ait ilk belgeler M.Ö. 6. Yüzyıla dayanıyor. Sonrasında Roma egemenliği var.

 

Bence Yalvaç’la ilgili en önemli konulardan bir tanesi, M.S. 1 yüzyıl başlarında Aziz Paul ve Aziz Barnabas’ın Hristiyanlığı yaymak için Anadolu’ya yapmış oldukları üç önemli misyoner seferinin ilkinde Antiocheia’yi merkez seçmeleri ve sonra da bana göre Apostolik olduğunu düşündüğüm St.Paul Kilisesi’nin burada inşa edilmesi. Dünya üzerinde Apostolik olan kilise sayısı çok az ve sayı olarak da bu kiliselerin en çok Anadolu’muzda yer almaları da çok ilginç. Japonlar Yalvaç’taki St. Paul kilisesinde hacı olduklarına inandıkları için burayı yoğun bir şekilde ziyaret ediyorlar.

 

Geçen yazımda neler unuttuğuma gelince; Neler unutmadım ki…

1200 Yıllarında dikildiği tahmin edilen ve yaklaşık 800 yaşında bir anıt gibi şehrin meydanında yükselen Ulu Çınar ağacı, yerel ismi ile “Çınaraltı”, ilçenin kalbi ve turistler ile Yalvaç’a gelen ziyaretçilerin ilk uğrak ve dinlenme yeri. Çınaraltı’nın doğal bir kliması var adeta. Tam karşısında da tarihi Devlethan camisi yer almakta. Ne zaman yapıldığı resmen bilinmemekle beraber bana mimarisi ve yapım tarzı, 15. Yüzyılda yapıldığını söylemekte.

 

Ulu Çınar’ın etrafında bulunan Devlethan Camii, Medrese ve Hamam, Yalvaç’ın Selçuklular Dönemi’nde Türklerin yerleşim merkezi olduğuna işaret etmekte. Söylenene göre adını da Selçuklular döneminde bölgeye topluca yerleşen “Yalvaçlılar” adlı Oğuz boyundan almış. Bizim de atalarımızın Oğuz boyundan olması nedeni ile Yalvaç’ta duyduğum bazı kelimelerin Anadolu’nun başka yerlerinde kullanılmamasına rağmen Kıbrıs Türkçesinde kullandığımız kelimelerle birebir benzer olması, aynı boydan geldiğimizi işaret etmekte.

 

Yalvaç’ta neredeyse her sokakta içi tamamen taş ile örülmüş bir mahalle fırını var. Bu fırınlarda kullanılan un, binlerce yıldan beri yörede üretilen ve GDO’su ile oynanmamış buğdaydan yapılmış yerel un ve tamamen doğal.  Yalvaçlı kadınlar yıllar içinde hamur mamullerinin ustası olmuşlar. Börekler, çörekler, ekmekler süper kalite ve tatta. “Hamursuz” dedikleri bir tür ekmek-çörek-pide arası bir ürünleri var ki nefis. Özellikle de Haşhaş’lı olanı. Kıtır kıtır, tabirle “yeme de yanında yat” türünden. Yalvaçlılar bu “Hamursuz”u, manda kaymağı ve bal ile birlikte yiyorlar ve bence de bu nedenle, hepsi de çok sağlıklı insanlar. Keşkek’leri, bişi’leri, kıymalı su börekleri ve damat baklavaları var. Tabii damat olduğum için ben de yedim “damat baklavası”ndan. Merak eden, Yalvaç’a damat olur, tadına bakar.

 

Tarla ve bahçelerde üretilen her ürün Yalvaç’ta çok ucuz. Genelde dükkanlardaki etiketler de diğer illere ve ilçeler kıyasla çok daha düşük. İstanbul, Ankara gibi büyükşehirlere kıyasla yarı yarıya denebilecek düzeyde. Meyve ve sebzeyi kurutma, havasından dolayı burada çok yaygın, çok da leziz oluyorlar. Özellikle de kurutulan meyvelerden yapılan pestiller. Dericilik ise yüzyılların sanatı Yalvaç’ta. Hala daha ayakta kalmayı başarmış durumda, makineleşmenin ve fabrikalaşmanın tüm ekonomik baskılarına rağmen.

 

Yalvaç’ta kadın-erkek ayırımı yok. Halka açık her yerde kadınlı erkekli oturmayı günlük yaşam tarzına dönüştürmüş Yalvaçlılar. Ramazan ayında Yalvaç’ın içinden geçen küçük çayın kenarına kurulmuş çay bahçesinde Yalvaçlılar, sahura kadar kadınlı erkekli oturup sohbet edip, birlikte zaman geçiriyorlar. Sokakta ise kadına çok saygılılar.

 

Yalvaç Belediyesi ise herhalde en eskilerden, 1864 yılında kurulmuş. Daha ortalıkta Belediye kavramı yokken, Yalvaç’ta bundan 150 sene evvel Belediye hizmet vermeye başlamış…

 

Gitmemiş olanlara tavsiye derim. Gidin görün, medeniyetin baştan çıkarıp, geleneğini, göreneğini, mimarisini ve insanını bozamadığı, Avrupa’nın “Yavaş Şehir” –Citta Slow- tescilli  Yalvaç ilçemizi.

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

29 Temmuz 2016

28 Temmuz 2016
Yalvaçlı olmak için yorumlar kapalı
Okunma 475
bosluk

Rumun çirkin yüzü

Rumun çirkin yüzü

Eski Rum milletvekili Hristos Rotsas’ın “15 Temmuz gecesi ele geçirdiğimiz fırsatı yitirdik. Türklerin zayıf olacağı bir anı yakalayıp hepsini esir alabilmek için 42 yıl boyunca hazırlık yapsaydık, Kıbrıs’taki 43 bin Türk askerini darbe gecesi esir alıp Vasiliko veya Baf’a götürüp, adanın tümünü ele geçirebilirdik” itirafından sonra diğer sıradan Rumlar da içlerindeki kin dolu ve adanın tümünü ele geçirmeye yönelik yıllarca sakladıkları duygularını daha doğrusu ağızlarındaki baklayı çıkarmaya başladılar.

 

Aşağıda adresini verdiğim “Beyin yıkama ters çevrildi” başlıklı siteye bir göz atarsanız;

https://www.facebook.com/BrainwashReversed/?fref=ts&__mref=message_bubble

Rumca metin üstte, İngilizce çevirisi de altta olarak biz Türkler ve Kıbrıs adasının geleceği ile ilgili neler düşündüklerini ve müzakerelerden neler beklediklerini çok daha iyi anlayacaksınız. Birileri çıkıp “bunlar azınlıktadır, dikkate almayın” diye yorum yapacak ama kazın ayağı hiçte öyle değil. Rumlar arasında bu şekilde düşünen büyük bir çoğunluk var ve bu çoğunluk neredeyse yüzde 90 civarında.

 

Aşağıda yer alan ve söz konusu sayfadan yaptığım bire bir çeviri, gerçekte neredeyse tüm Rumların akıllarındaki, kalplerindeki üstü örtülmüş duygularını ve düşüncelerini ortaya koyuyor. Bu yazının altına koyduğum ve 1963-1974 yılları arasında Rumların bize uyguladıkları soykırımı dile getiren dört yorumumu ve bu yorumlarımı görsel olarak destekleyen resimleri anında kaldırdı sayfanın moderatörü işine gelmediği için.

 

Bakın neler yazmış Rum adadaşımız; “Kıbrıs’ı binlerce kişiyi öldürdükten sonra işgal edenlerle Kıbrıs Cumhurbaşkanı Anastasiadis’in görüşme yapmasına Kıbrıslı Rumların pasif bir şekilde izin vermesi gerçeği karşısında şaşkına döndüm. NİÇİN BENİM KARDEŞ KIBRISLILARIM, NİÇİN????? Anastasiadis Türklerin yasal olarak Kıbrıs’ı yönetmesini istiyor!!! Bu işte gerçekte olandır!.  Nasıl olur da hepiniz orada oturup bir şey söylemiyorsunuz ve bunun yapılmasına izin veriyorsunuz????? Ülkemizi satacak müzakerelerin olmaması lazımdır!!! Türkler barbarlardır, Türkiye bir İslam devletidir ve halıhazırda bizim olan birşeyin müzakere edilmesi çok TEHLİKELİ ve saçmadır. Çok geç olmadan uyanın benim kardeş Kıbrıslılarım. Tüm topraklarımızı geri alacağımız ve Türklerin de adayı terk edeceği (ve Kıbrıslı Türklerin de tekrar eskisi gibi azınlık olacağı ve adanın kontrolü üzerinde hiçbir yetkileri bulunmayacağı) dışında herhangi bir müzakere, 1974 işgalini ebediyen yasallaştıracak ve Kıbrıs’ı bir Türk İslam Devletine dönüştürecektir. Bunun olmasına izin verme! Sakın hata yapma, Kıbrıslı Türklerin ezici çoğunluğu İslam’a inananlardır ve Hristiyan değillerdir. İŞGAL EDİLMİŞ KIBRIS’ın hayali Kıbrıs Türk Başbakanının medyada söylediği gibi dini inanışları “anavatanları” Türkiye ile aynıdır. UYANIN KIBRISLILAR! ÖZGÜRLÜK İÇİN PROTESTODA BULUNUN.

 

1955 yılından başlamak üzere Kıbrıs adasının tümünü ele geçirmek ve adayı Yunanistan’a bağlamak için yolda belde, evde, dükkanında, işyerinde, tarlada ve benzeri yerlerde bulduğu masum ve savunmasız Kıbrıslı Türkleri acımadan öldürmeye başlayan, 1963-1974 yılları arasında insanlık dışı soykırım uygulayan, şimdi de bizlere “Azınlık” olmaktan başka hiçbir hak tanımak istemeyen Kıbrıslı Rumlarla niye müzakereleri devam ettiriyoruz, anlamam mümkün değil.

 

Birtakım hastalıklı beyinlerin üretimi olan “nüfusumuzu arttırmayalım, vatandaşlığı zorlaştıralım, kimseyi vatandaş yapmayalım, müzakereler sonunda Rumların idaresi altında azınlık olarak yaşayalım” felsefesi nedeniyle resmen bilinçli olarak azınlığa düşürüldüğümüz bu dönemde, Anastasiadis’in dünyaya, bizler Kıbrıslı Türkleri “Azınlık” olarak tanıtması ve müzakerelerde 4 Rum’a, 1 Türk oranının kabul edildiği iddiasını da maalesef, KKTC Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Burcu Barış da 12 Temmuz günü yaptığı açıklamada “mevcut 220 bin KKTC ve 802 bin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi yurttaşının başka herhangi bir kritere bakılmaksızın, otomatik olarak federal Kıbrıs cumhuriyeti vatandaşı olacağı” sözleri ile Anastasiadis’in 4 Rum’a, 1 Türk iddiasının doğruluğunu teyit etmektedir.

Bakınız http://www.milliyet.com.tr/-tum-yurttaslar-federal-devletin-kibris-2276582/

 

Tamamen yanlış yola girmiş bazı siyasilerimiz, sendikalarımız, kuruluşlarımız ve derneklerimiz. Bu iddialarına ve saman altından yürüttükleri çalışmalarını devam ettirmeden önce tavsiyem azınlık haklarının ne olduğunu iyice öğrenmeleridir. Örneği de çok uzakta değil. Batı Trakya’da yaşayan kardeşlerimizle görüşmeleri ve yaşam koşullarını incelemeleri yeterli olacaktır…

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

25 Temmuz 2016

 

26 Temmuz 2016
Rumun çirkin yüzü için yorumlar kapalı
Okunma 207
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar