Prof. Dr. Ata Atun
Altın pasaport konusunda Avrupa Birliğinin Kıbrıs Rum Yönetimine yaptığı baskılar sonuç vermeye başladı. Artık Rum Yönetimi siyasi ve mali çıkarları için peynir ekmek gibi adına “Altın pasaport” denilen Avrupa Birli pasaportunu önüne gelene dağıtamayacak, veremeyecek zira Kıbrıs Rum Yönetimi Aralık ayında vatandaşlığa kabul konusunda önemli bir değişiklik yaptı. Bundan sonra vatandaşlığa kabul edilecek kişiler uluslararası yabancı dil sınav kriterlerine göre öncelikle B1 seviyesinde Yunanca konuşabiliyor, okuyabiliyor ve yazabiliyor olmak zorunda olacaklar. Duruma göre biraz daha düşük olan A2 seviyesi de kabul edilebilecek. Söz konusu bu özel “durum”un ne olduğu veya ne olacağı şimdilik belli değil.
Bakanlar Kurulunun onayladığı Yasa Tasarısını Temsilciler Meclisinin kabul etmesinden sonra Resmi gazetede yayınlanan Vatandaşlık yasasındaki değişikliğe göre sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti” vatandaşlığı için başvuruda bulunan bir yabancı, Kararnamede belirtilen söz konusu seviyedeki dil sertifikalarına dayalı olarak, Avrupa Konseyi Ortak Dil Referans Çerçevesi’nde belirtildiği üzere B1 seviyesinde Yunanca dil bilgisine sahip olması koşuluyla vatandaşlığa alınabilecek.
Bu koşula ilaveten bir de sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin çağdaş siyasi ve sosyal gerçekliğinin temel unsurları hakkında yeterli bilgi sahibi olduklarını” bilmeleri ve bu konuda yapılacak sınavı geçmeleri gerekecek. Bu sınavı da Rum Eğitim ve Adalet Bakanlıkları personellerinden oluşacak bir komite hazırlayacak, yapacak ve değerlendirecek.
Eğer sınava girecek adaylar, “1963-1974 yılları arasında Rumlar Kıbrıs adasına etnik temizlik yapmak için Kıbrıs Türklerine saldırdılar, yüzlerce Türk’ü acımasızca öldürdüler, evlerini barklarını yakıp yıktılar, mallarını yağmaladılar, hayvanlarına ve zahirelerine el koydular, Kıbrıs Türklerini toplu göçe zorladılar” derse yandı. Asla vatandaş olamaz.
Tümü de Rum olan komite üyelerinin duymak istediklerini söyleyip, Kıbrıs Türklerini ve Türkiye’yi kötülerse yüz üzerinde yüz alarak bu sözde “Tarih ve Kültür Sınavı”nı geçmiş olacak.
Ama işin içinde, yasa tanımazlık ve insan haklarını askıya almak var. Sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti” Anayasasına göre geçerli diller Rumca ve Türkçe olmasına rağmen, bu değişiklik yasasının içinde “B1 seviyesinde Yunanca veya Türkçe konuşabiliyor, okuyabiliyor ve yazabiliyor olmak” gibi bir cümle yer almamakta. İstenilen koşul sadece ve sadece “Yunanca” bilmek ile sınırlanmış. Kıbrıs Türklerinin 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına açık ve net olarak belirtilen Anayasal hakları hiç dikkate alınmamış. Zaten ne vakit alındı ki, bu sefer de alınsın. Varsa, yoksa tek geçerli olan Rumların hakları.
Bir de utanmadan, BM Genel Sekreterinin Kişisel Temsilcisi Maria Holguin’den mucizeler bekliyorlar ve elindeki sihirli değnek ile Kıbrıs’taki taraflara dokunarak müzakerelerin derhal 2017 yılında Crans Montana’da, -Rumların maksimalist istekleri ve de Enosis Kıbrıs adasını Yunanistan’a bağlamak hayaller nedeni ile -masayı devirdikleri yerden, ceplerindeki harita ve o dönemde verilmiş tavizlerin de geçerli olacağı şekilde başlatması için her yolu deniyorlar, dualar ediyorlar.
Vatandaşlığa dönecek olursak, aramızdaki Rum hayranlarının birçoğu Rumca bilmiyor. Eğer Kıbrıs Türklerinin vatandaşlıkları bu “Rumca konuşmayı, yazmayı ve okumayı” yeterli düzeyde bilmek konusunda revize edilip gözden geçirilecekse, bilin ki yandılar. Ha, kazanılmış hak derseniz, Rumların Türklerin elindeki tüm hakları nasıl aldığını, onlara nefes alma hakkı dahi vermek istemediklerini yaşadık, biliyoruz.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
Kıbrıs Rum tarafı, Kıbrıs sorununa çözüm getirmek konusunda sürdürülen müzakerelerde iki tane büyük hata yaptı.
Birincisi:
“Tanınmış Devlet” statüsünü elinden sıkı sıkı tutmak ve Kıbrıs Türkleri ile paylaşmamak için müzakereleri ucu açık bir şekilde neredeyse yarım asırdır sürdürmekle ilk hatasını yaptı.
Bu hatanın devamı olarak araya Avrupa Birliğini ve ABD’yi sokarak müzakereleri başlatmak ve bir elli sene daha sürdürmek için ağlamaya başlaması ve bıkmadan, usanmadan kapıları çalmaya devam etmesi ilgili tarafları bıkma noktasına getirdi.
İkincisi:
Yıllardır sırtlarını ABD ve AB’ye dayayarak Kıbrıs adasını tümden ele geçireceklerini ve fırsatını bulunca da Yunanistan’a bağlayacaklarını sanarak Kıbrıs Türklerinden gelen tüm talepleri reddetmeleri ve Kıbrıs Türklerini insanlık dışı izolasyonlara mahkum etmeleri oldu. Zannettiler ki Kıbrıs Türklerini ve Türkiye’yi yıldıracaklar ve Batı dünyasının baskıları ile adayı tümden ele geçirecekler. Günümüzde Kıbrıs Rumlarının bu düşünce ve hayalleri toptan çökmüş durumdadır.
Doğu Akdeniz, deniz tabanında barındırdığı “Doğalgaz ve Petrol” rezervleri nedeni ile artık çok önemli bir bölge haline geldi.
Bunun seneler önce farkına varmış olan AB ve ABD, Kıbrıs adasının mutlak hakimleri olmak için 1 Mayıs 2004 tarihinde sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti”ni Avrupa Birliği üyeliğine kabul ederlerken, adına “10. Protokol” dedikleri bir de nihai anlaşma imzalayıp yayınladılar. Bu nihai anlaşmanın içeriğine de “Kıbrıs adası, kuzey kısımlarında AB’nin müktesabatının şimdilik geçerli olmadığı bir Avrupa Birliği toprağıdır” maddesini de eklediler. Akıllarınca uygun bir zamanda Türk askerini ve Türkiye’yi adadan atacaklar ve adanın tümünü ele geçirerek, deniz tabanındaki hidrokarbon rezervlerinin sahibi olacaklardı.
Türkiye’nin süreç içinde zayıflayacağı beklentisinin aksine bölgenin politik lideri haline gelmesi ve inanılmaz güçlü bir orduyu oluşturması AB’nin ve ABD’nin bütün planlarını bozdu.
Planların bozulması bir kenara, 1982 Deniz Hukuku Konferansı kararları doğrultusunda ilan ettiği “Mavi Vatan” olgusu içeriğindeki “Türkiye’nin Adalar Denizi ve Doğu Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölgesi” sınırları ve 2019 yılında Libya ile imzaladığı “Deniz Yetki Alanları” anlaşması, AB’nin ve ABD’nin Kıbrıs’tan ve sözde Kıbrıs Cumhuriyetinin Münhasır Ekonomik Bölgesi sınırları içinden elde etmeyi planladıkları doğalgaz ve petrol’ü çöp etti.
ABD’nin ve AB’nin Türkiye’ye, Kıbrıs konusunda taviz vermesi, adadan askerini ve elini ayağını çekmesi için yaptıkları baskılar, Türkiye’nin bu konuda dik durması nedeni ile boşa çıktı. ABD’nin her imparatorluğun varoluş sürecinde yaşadığı benzeri artık duraklama dönemine girmiş olması, AB’nin de gerileme dönemine adım atmış olması 20 sene evvel yapılmış, Kıbrıs adasını tümden ele geçirme planlarını tamamen bozdu ve rafa kaldırılmasına neden oldu.
Kıbrıs Türklerinin ve Türkiye’nin geçmiş yıllara kıyasla ellerinin daha güçlü hale gelmesi, Kıbrıs konusundaki dengeleri de bozdu ve Türklerin lehine dönüştürdü. 2020 yılında, KKTC Cumhurbaşkanlığı makamına Ersin Tatar’ın seçilmesi ve Cumhurbaşkanlığı seçimi propaganda döneminde de “Eşit, egemen, uluslararası tanınmış iki devletli çözüm” sözünü vermesi ve bunda ısrar etmesi, masanın üstüne “eşit egemenlik” kavramının konmasına ve siyasi literatüre girmesine yol açtı.
Artık Kıbrıs Türklerinin masaya oturması ve Garantör Türkiye’nin de buna “Evet” demesi için “Eşit, Egemen ve Uluslararası tanınmış bir KKTC” olgusunun yerine gelmesi gerektiğini Kıbrıs konusundaki tüm taraflar iyice anlamış durumda.
Tüm bunlara ilaveten Kıbrıs Rum tarafının geçen süre içinde narkotik trafiği, insan kaçakçılığı ve devlet düzeyinde dolandırıcılık olaylarına karışmış olması nedeni ile güven ve önem kaybetmesi, Kıbrıs müzakereleri konusundaki dengeleri iyice tersine çevirdi.
Yıllarca Kıbrıs Rumlarının ve AB’nin eli güçlü iken, artık eli güçlü olan taraf Türk tarafı haline dönüştü.
Bu nedenle de Kıbrıs konusuna çözüm bulmak amaçlı müzakerelerin başlaması için Kıbrıs Rumlarına, Kıbrıs Türklerinin gerçek ve insani haklarının verilmesi baskı yapılmaya başlandı. Siyasi Eşitlik ve Kosova, Tayvan düzeyinde tanınmışlık, uluslararası ilişkilerin, kültürel ve sportif etkinliklere katılım, uluslararası posta ve telefon sistemleri ile tüm uluslararası kuruluşlara KKTC olarak üye olunması için Rumlar üzerindeki baskılar her gün biraz daha artmakta.
Kıbrıs Rumlarının artık kaçabilecekleri bir köşe ve bu baskılara dayanabilecekleri güçleri pek kalmış gözükmüyor. Eninde sonunda, Kıbrıs Rumları ve Yunanistan,
AB’nin ve ABD’nin yapacakları baskılara ve yaptırımlara dayanamayıp, Kıbrıs Türklerinin ve Türkiye’nin ön koşullarını kabul edecekler ve müzakereler süre kısıtlaması koşulu ile başlayacak.
Prof. Dr. Ata Atun
Avrupa Birliği (AB) üyesi 27 ülkenin devlet ve hükümet başkanları Çarşamba günü Belçika’nın başkenti Brüksel’de düzenlenen Bahar Zirvesi’nde bir araya geldiler. İki gün süren zirvenin gündemini ağırlıklı olarak Ukrayna’ya yönelik askeri yardımın genişletilmesi, Avrupa savunma sanayinin güçlendirilmesi, İsrail’in Gazze’de uyguladığı insanlık dışı soykırım ve AB’deki çiftçilerin desteklenmesine yönelik olası tedbirler oluşturdu. Masaya AB-Türkiye İlişkileri veya Kıbrıs konusu ile ilgili görüşülmek üzere herhangi bir talep, öneri ve metin konmadı.
Yunanistan ve Kıbrıs Rum tarafı, gündemin içine Türkiye-AB ilişkileri ile ilgili bir paragraf sokmak için çok uğraştılar. Bu paragrafın içinde de Kıbrıs konusuna, müzakerelerin AB’nin zorlaması, baskısı ve tehdidi ile başlatılmasına da yer verilmesi için canla başla çalıştılar. Çalmadıkları kapı, yüzlerini sürmedikleri etek bırakmadılar ama olmadı.
Ağlaya zırlaya AB’nin Kıbrıs sorununda daha aktif, daha proaktif bir varlık göstermesi ve rol oynamasını için talepte bulundularsa da kimse kendilerine yüz vermedi.
Şimdiki hedefleri de Nisan ayında yapılacak Zirvenin gündemine Türkiye-AB ilişkilerini sokmak ve zirve sonunda yayınlanacak bildiri içinde, AB’nin Kıbrıs konusuna ilgisinin yer alması. Bu yöntemle müzakerelerin kendi istekleri ve talepleri doğrultusunda resmi olarak yeniden başlatılması için AB’nin katalizör olmasını hedefliyorlar.
Avrupa Birliğinin korsanca ve insan haklarına aykırı bir davranış düşüncesi veya da uygulaması da Nisan Zirvesinde yer alacak. AB’nin ince ince dokuyup uygulamaya koyacağı bu düzenbazlığa göre AB’de dondurulan Rus mal varlıklarından yılda en az üç milyar Euro gelir elde edilebilecek ve bu meblağ Ukrayna-Rusya çatışmasında Ukrayna’ya silah temini için harcanacak. Bu yöntemle bu yıl içinde Ukrayna’ya 5 milyar Euro’luk bir katkı yapılması planlanmakta. Uygulamanın basit dille açıklaması, Rusları AB’deki fonlarından elde edilecek gelirlerin, Rusya’ya karşı kullanılacak silahların alımı için kullanılacağı.
Bunun çok tehlikeli ve iki tarafı keskin bir kılıç olduğu zaman içinde ortaya çıkacak. AB dışındaki hiçbir devlet veya şirket, bundan böyle AB’deki yatırımlara ve fonlara “bir gün benim de parama el koyar bu korsanlar” düşüncesi ile yatırım yapmayacak. Bununla birlikte gerileme dönemine girmiş olan AB’nin çöküşü tetikleyecek.
Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi AB’nin bu uygulamasına müdahale etmedikleri ve veto kullanmadıkları için, BM Güvenlik Konseyinde kendilerine yıllarca kayıtsız, koşulsuz destek vermiş olan Rusya’nın kara listesinde, üst sıralarda yer alacaklar. Zaten Rusya, Ukrayna çatışmasında Ukrayna’nın yanında yer aldıkları ve Rusya’ya AB’nin uyguladığı ambargolara katıldıkları için kendilerine kırgındı ki şimdi bu kırgınlık küskünlüğe dönüşecek gibi.
Yunanların ve Kıbrıs Rumlarının çabaları, Nisan Zirvesinde Türkiye-AB ilişkilerinin gündeme alınması ve Kıbrıs müzakerelerine ait bir paragrafın da zirve sonucunda yer alması ancak
Rumlar, Kıbrıs adasını ele geçirmek, Türk askerinin adadan ayrılmasını sağlamak ve Kıbrıs Türklerini egemenlikleri altına almak için bu stratejilerini AB’ye kabul edildikleri 1 Mayıs 2004 gününden beri uygulamalarına rağmen iki ileri bir geriden başka hiçbir başarı elde etmiş değiller.
Anlamak istemedikleri, artık AB içinde saygınlıklarının kalmadığı, güven erozyonuna uğradıkları ve AB’nin geri kalan üyelerinin Yunaların ve Kıbrıs Rumlarının hatırına Türkiye’yi kırmak ve gücendirmek istemedikleridir.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
Aile Vakfımız olan SAMTAY Vakfının Mağusa’da, her yılın Ramazan ayının her günü verdiği iftar yemeğine ailecek katıldık. Resimde arka planda Vakfımızın iftar yemeğine katılan tüm dostlarımız ve inançlı kardeşlerimizle görüştük, iftarımızı açıp, coşkusunu yaşadık ve ibatemizi yaptık.
Allah Vakfımızı başarı ile yöneten oğlum Sunat Atun’a sağlık, sıhhat, afiyet ve uzun ömürler versin.
Prof. Dr. Ata Atun
Türkiye’nin yükseliş sürecine girerek Balkanlar, Kuzey Doğu Afrika, Orta Doğu, Kafkaslar ve Türk Devletleri sınırları içinde bölgesel güç ve lider devlet konumuna yükselmesi, bölgedeki dengelerin temelinden değişmesi sürecini başlattı. Fark edildiği üzere bölgesel güç dengeleri keskin bir değişim sürecine girdi.
Yirminci yüzyılın ikinci yarısında Kıbrıs konusunda Batı dünyası kayıtsız koşulsuz Rumları desteklediği için Rum Yönetimi kendini adanın tek ve mutlak sahibi zannediyordu. Adeta astıkları astık, kestikleri kestik mantığı ile hareket ediyorlar, Türklere istedikleri her şeyi kabul ettirebilecekleri inancı ve hayali ile yaşıyorlardı.
Bu düşünce ve mantığın son kalıntısı da, bir dönemin hızlı EOKA’cısı, 2013-2023 yılları arası Kıbrıs Rum Yönetiminin başkanlığını yapmış olan Nikos Anastasiadis’ti. Kendini tüm Helen’ler gibi, Kıbrıs adasının mutlak sahibi ve hükümdarı zannediyordu. Kendisi Kıbrıs Türklerine neyi lütfederse, Kıbrıs Türklerinin de kayıtsız koşulsuz ve itirazsız boyun eğip lütfettiklerini kabul edeceğini sanıyordu. Bu mantık ve düşünce ile de 2017 yılında Crans Montana’daki müzakerelerde şart koştuğu “Sıfır Garanti ve Sıfır Asker” teklifi kabul edilmeyince de, kendinden emin bir şekilde masayı devirdi, kalktı gitti ancak 2017 yılında devirdikleri müzakere masası şimdi başlarına geçti.
Bugün, Kıbrıs Türklerini müzakere masasına oturtmak, 50 yıldır bilerek sonuçlandırmadıkları federasyon temelli müzakereleri başlatıp bir elli yıl daha sürdürmek için ağlayıp zırlıyorlar. Çalmadık kapı, yüzlerini sürmedikleri etek, öpmedikleri el ve ağlamadıkları duvar kalmadı.
Her hatanın bir bedeli var. Asırlardır kendilerini kayıtsız koşulsuz destekleyen BM Güvenlik Konseyi Daimi Üyesi olan dindaşları Rusya, Ukrayna savaşı nedeni Batı dünyasının kuyruğuna takılan Rumları defterden sildi. Artık Rumların arkalarında durmadıkları gibi Kıbrıs konusundaki isteklerine de destek çıkmıyor. Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Maria Zaharova’nın son açıklaması durumun vahametini ortaya koyuyor.
Türkiye ile KKTC arasındaki deniz bölgesinde, Deniz Bilimleri Enstitüsü’nün temel araştırma gemisi olan Bilim-2 oşinografik araştırma gemisinin araştırma yapabilmesi için Türkiye’nin NAVTEX yayınlaması ve 5 Mart-15 Mart tarihleri arasında NAVTEX’te belirtilen koordinatlar içinde Bilim-2 gemisinin araştırma yapmağa başlamasına, boyuna posuna bakmadan “antinavtex” ilan eden Kıbrıs Rum Yönetimi ve sırtını dayadığı AB itiraz etmeye cesaret edemedi. Zaten Türkiye’nin ilan ettiği Navtex’e ve Navtex’de belirtilen bölgeye Kıbrıs Rum Yönetiminin, hamisi Yunanistan’ın ya da ağababaları AB’nin müdahale edebilmesi bugünkü koşullarda söz konusu bile değil.
Kıbrıs Türklerinin, Kıbrıs konusuna çözüm bulmak içerikli müzakerelerin başlaması doğrultusunda öncelikle içeriğinin tespit edilmesi amaçlı ortaya koydukları koşullar, artık üçüncü taraflarca da desteklenmekte.
Özellikle “İnsanlık dışı ambargoların” tümden kaldırılması, KKTC’ye “Doğrudan Uçuşların” başlaması, Ercan Havaalanın uluslararası tanınması, Mağusa limanının uluslararası ticarete açılması, “Doğrudan Ticaretin” ve her iki taraftaki ticaret akışının güçlendirilmesi, bölgeden çıkarılacak hidrokarbon ürünleri konusunda ortak yönetim ve gelir paylaşımı temelinde görüşmelerin başlatılması, su ve benzeri doğal kaynakların ortak yönetimi ve kullanımı, elektrik enterkoneksiyonu ile yenilenebilir enerji kaynaklarında işbirliği, düzensiz göç konusunda işbirliği ve mayınların temizlenmesi için ortak planlama yapılmadan, Kıbrıs konusuna çözüm bulmak içerikli müzakerelerin nasıl ve hangi içerikte olacağının konuşulması mümkün değil.
Ne diyorduk; Devir değişti. Artık Kıbrıs Rumlarının ne isteyip ne istemediği değil, Kıbrıs Türklerinin ve Türkiye’nin ne istediği önemli.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili