Geçtiğimiz hafta içinde Birlemiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moon Yunanistan’ı ziyaret etti. Konu “Göçmenler ve Kıbrıs” veya “Kıbrıs ve Göçmenler” oldu.
Zaten Ban Ki Moon veya ABD’li veya AB’li bir üst düzey yetkili Yunanistan’a gelince ana konu ne olursa olsun, işin içine Kıbrıs sokulur ve ahkam kesilir geçmişte yapılanların tümünü unutarak veya da başkalarını aptal sanıp unuttuklarını farz ederek.
Yunanistan Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopulos, önce yağcılık sanatının tüm inceliklerini sergiledi, sonra Ban ki Moon’a Kıbrıs konusunda yaptığı çalışmalardan dolayı teşekkür etti. Devamla da adada varılacak bir çözümün BM Güvenlik Konseyi kararları ile AB yasaları ve müktesebatına uygun olması gerektiğini üstüne basarak vurguladı.
Sonra da tüm bunlara ilaveten de bir inci yumurtladı, 1955-1974 yılları arasında Yunanistan’ın Kıbrıs adasını ilhak etmek için yaptıklarını unutup göz ardı ederek, adeta sütten çıkmış bir ak kaşık gibi davranıp “Kıbrıs’ta bir anlaşmadan sonra garantör güç hayal edilemeyeceğini” söyledi BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’a.
Siz Yunanistan Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopulos’un yediği herzeye bakın, “Kıbrıs’ta çözümden sonra Garantilere ve Garantöre gereksinim yokmuş.”
1796 tarihli Megali İdea yolunda Yunanistan’ın Kıbrıs adasını kendi toprakları içine ilhak etmek için son bir asır içerisinde neler yaptıklarının hangi birini yazayım. Her yolu denedi Yunanistan adayı kendine bağlamak için.
Başlayalım yakın tarihten. Çok uzaklara gitmeyelim ve 1953 yılında Yunanistan’ın neler yaptıklarına bakalım. Sonra da Yunanistan’ın başka daha neler yaptıklarını zamanı gelince gene yazar hatırlatırım siz okuyucularıma.
Hem yapacaksın, hem uluslararası her tür kurala aykırı davranacaksın, sonra da Türk Silahlı Kuvvetleri karşısında ezilip, tavşan gibi kaçmaya mecbur kalınca, “Garantiler ve Garantörlük kalksın düdüğü çalacaksın! Yemezler sayın Yunanistan Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopulos ve İşlevsiz Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sözde Başkanı Nikos Anastasiadis.
Size hiçbir güven duymuyorum, asla da duymayacağım. Hiçbir sözünüze inanmıyorum, asla da inanmayacağım. Fiilen yaşadığım geçmiş, kim ne derse desin bana, sizlerin ne mal olduğunuzu çok iyi söylüyor.
Birkaç yıl evvel, Güney Kıbrıs’ın Salamina bölgesinde EOKA’cıların anısına yapılan Evangelos Luka Kutalianos’a ait büstün açılışında konuşan dönemin Milli Savunma Bakan Vekili Dimitris Vitsas bakın neler demişti;
“…. Gizli Komite’nin 1953’te Yunanistan’la ENOSİS (birleşme) yemininin hemen ardından mücadelenin hazırlıkları başladı. Atina’da askeri malzeme toplanmaya başladı. İlk EOKA’cı grubu 1953 başlarında Hloraka’da örgütlendi. Bu grubun üyeleri (Kostas Leonida, Andreas Azinas, Nikolas Azinas ve Haralambos Azinas) 5 Mart 1954’te Evangelos Luka Kutaliano’nun ‘Şirin’ isimli teknesiyle Hloraka kıyısının ‘Vreksi’ mevkiine ulaştırdığı ilk parti silahı teslim aldı.
26 Ekim’de Pire’den gizlice yola çıkan ve meşakkatli bir yolculuktan sonra 10 Kasım 1954’te Hloraka sahilinin ‘Aliki’ mevkiine ulaşan EOKA Başkanı Yeorgios Grivas Digenis’i de Kostas Leonida, Nikolas Mavronikola ve Mihalakis Papandoniu karşıladı.
Kaptan Kutalianos, 25 Ocak 1955’te ‘Ayios Yeorgios’ isimli tekneyle Hloraka’nın ‘Rodafinia’ mevkiine yanaşıp taşıdığı silah ve mühimmatı tahliye ettiği sırada tutuklandı ve zamanın Baf Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 4 yıl hapsedildi. Mahkeme sırasında Kutalianos ‘Bir Helen olarak görevimi yaptım. Daha önce de yaptığım gibi şimdi de siz Kıbrıslı kardeşlerime yardım ediyorum’ demişti.”
Evangelos Luka Kutalianos Yunanistan doğumlu Yunanlı bir kaptan ve Yunan hükümetinin resmen Şirin ve Ayios Yeorgios adlı teknelerine yüklediği silahları Kıbrıs’a taşıyan kişi….
Garantöre ve garantörlüğe gerek yokmuş… Daha neler neler var dağarcığımda Yunanistan’ın adayı ilhak için yaptıkları ile ilgili. Zaten Uluslararası İlişkiler dalındaki Doktoramın tezi de “Yunanistan’ın Kıbrıs’ı İşgali” başlıklı. Araştırdıkça Kıbrıs Türkünün hayatta kalmasının mucize olduğunu görüyorum ve Rumların, tarihi bu denli tahrif etmelerine olduğu kadar, diğer ülkeleri nasıl kandırdıklarına da akıl erdiremiyorum.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
24 Haziran 2016
Anastasiadis’in başkanı olduğu İşlevsiz Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Savunma bakanlığı oturmuş ve Kıbrıslı Rumların tehdit altında olduğuna kanaat getirerek Rum Milli Muhafız Ordusu’na uzman asker niteliğinde 3 bin kişilik yeni istihdam yapması yönünde bir karar almış.
Adada kapsamlı bir çözüme ulaşmak amacıyla müzakereler yoğunlaştırılmış şekilde devam ederken bir taraftan Dış işleri bakanı Kasulidis ABD’ye gidiyor ve asimetrik tehditten, yani Kıbrıslı Türklerin saldırısından dem vurup Profesyonel Rum Ordusu kurmak için hem ağız yokluyor, hem de izin istiyor. Diğer taraftan da Rum Savunma bakanlığı Rum Milli Muhafız Ordusunu güçlendirmek için 3 bin kişilik yeni bir istihdam yapmak istiyor.
Müzakereler devam ederken ve de ortak bir devlet kurmak çabaları sarfedilirken Rumlar kime karşı profesyonel bir ordu kurmak istiyor ve 3 bin kişi daha orduya almak istiyor pek anlamış değilim.
Rumlara veya da Kıbrıs adasına, son 3 yıldır her konuda ortak müşterek çalışma yaptıkları Mısır mı, İsrail mi, Lübnan mı yoksa Suriye mi saldıracak da böylesi bir silahlanmaya gidiyorlar. Zaten şu anda 20 bine yakın paralı asker var Rum Milli Muhafız Ordusunda. Hepsi de Yunanistan’dan gelme. Şimdi bu 3 bin paralı asker daha mı ilave edilecek?
Anastasiadis yönetiminin aldığı bu karar, liderlerin 2016 yılı içinde bir çözüme ulaşılabileceği yönündeki açıklamaları ile hiçbir şekilde bağdaşmıyor. Nedense Anastasiadis kendini adanın tartışılmaz lideri ve sahibi sanıyor ve ben ne istersem yaparım havasını taşıyor.
Müzakereler çerçevesinde, Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğünün devamının sağlandığı, adadaki iki halkın siyasi ve egemen eşitliğine dayalı kurulması öngörülen yeni bir ortaklık yönetiminin ordusunun dahi olmayacağının müzakere edildiği bir ortamda, yürürlüğe konan 3 bin kişilik istihdam kararı, Rumların çözüme olan inançsızlığını ortaya koymakta. Belli ki çözüm konusunda hiçte samimi değil Rum adadaşlarımız.
Aslında burada yapılması gereken kuru kuruya protesto olmamalıdır.
Rumların yıllardır yaptığımız protestoları “siz de kimsiniz” diyerek dikkate almadıkları ve burunlarının dikine gittikleri her olayda ortaya çıkmış durumdadır.
Yapılacak olan “Kıbrıs Türk Barış Kuvvetlerinin”, KTBK ve Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığımızın, GKK, Anastasiadis Yönetiminin 3 bin kişilik asker almak ve sayıyı arttırmak kararına karşın müştereken bir açıklama yaparak, “RMMO’ya 3 Bin kişilik personel alınırsa, karşılık olarak KTBK’ye ve GKK’ya Türkiye’den ve KKTC’den ayrı ayrı 3’er bin asker daha takviye personel alınacağını açıklamaları olmalıdır.
Rumlar ve de Anastasiadis Yönetiminin de artık, bizim onayımız olmadan ve görüşümüzü almadan bazı kararları alamayacaklarını anlamaları gerekmektedir…
Kıbrıs Müzakereleri bir sonuca ulaştırılmak isteniyorsa, Rumlara karşı göze göz, dişe diş uygulamalar yapmamız gerekmektedir. Rumların anlayacağı tek dil budur. Geç bile kaldık bu konuda.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
22 Haziran 2016
Rumların profesyonel ordu hayali
İşlevsiz Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sözde Dışişleri bakanı Yoannis Kasulidis, ABD dönüşünde Perşembe günü düzenlediği basın toplantısında ABD’deki temasları ile ilgili bilgi vermesine ilaveten Kıbrıs konusundaki gelişmelere de değindi.
Verdiği bilgiler özellikle de Kıbrıs konusu ile ilgili olanlar, gerçekten de ilginç.
ABD’de yaptığı temas ve görüşmelerde arkamızdan nelerin döndüğünü ve neler döndürdüklerini gayet güzel dile getirdi.
Kasulidis’in BM Genel Sekreteri Ban ile görüşmesi çok önemli değil. Ban’ın, İşlevsiz Kıbrıs Cumhuriyeti’nin siyasi yetkililerine pek fazla önem vermediği çoktandır bilinmekte. Onlarla konuşurken kerhen konuşuyor ve suya sabuna dokunmayan yuvarlak laflar ediyor.
Asıl önemlisi ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ve Başkan yardımcısı Joe Biden ile yaptığı görüşmelerle ilgili söyledikleri Kasulidis’in. Dört başlığı ve güvenliği konuşmuşlar.
İşlevsiz Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sözde Dışişleri Bakanı Kasulidis, garantiler konusunun garantiler dinamiklerle onaylanmasının mümkün olduğunu, ancak Kıbrıslıların, özellikle de Kıbrıslı Rumların kendilerini güvende hissetmeleri gerektiğini söylemiş. Kasulidis’e göre Kıbrıslı Türklerin kendilerini güvende hissetmeleri çok önemli değilmiş, önemli olan Kıbrıslı Rumların güvende olması ve kendilerini güvende hissetmeleriymiş. Bu nedenle de istedikleri adadaki tüm Türk askerinin çekilmesini öngören garantiler değil, Türk askerinin adadan tümüyle çekilmesinden sonra bir daha adaya gelemeyeceği bir güvenlik sistemiymiş.
ABD’nin garantiler konusunda Türkiye’ye yönelik baskı yapmasının mutlaka sonuç vereceğini özellikle belirtmiş ve üstelik bir de tavsiyede, daha doğrusu öngörüde bulunmuş Kasulidis. Türk askerin bir daha geri gelmemek üzere geri çekileceği kesinmiş ama bu geri çekilmenin de ilk günden gerçekleşmesini beklememek lazımmış. Eğer Türk ordusu Kıbrıs’ta bir bozguna uğramış olsaymış bir günde çekilirmiş ama böyle bir anlaşmadan sonra parti parti belirlenmiş bir süre içinde geri çekilecekmiş.
İşlevsiz Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sözde Dışişleri Bakanı Kasulidis’in söylediklerinin içinde benim için en önemlisi ve de dikkatimi çekeni de Rum hükümetinin adada askersizleştirmeyi desteklemediği bölümü oldu. Anastasiadis’in başında olduğu Rum hükümeti, karşısındaki “asimetrik tehditlere” karşı kendilerini savunmak ve AB’nin misyonlarına katılabilmek için küçük ama çok iyi donanımlı bir ordunun var olmasını istiyormuş adada. İşte Kasulidis John Kerry ile özellikle de bu “asimetrik tehditleri” ve bu tehditlere karşı alınacak tedbirler ile profesyonel orduyu konuşmuş ve mutabakata varmışlar.
Asimetrik tehdit ne demek kısaca anlatalım;
T.C. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği tarafından “yarattığı ani ve hazırlıksız durum nedeni ile ülkelerin siyasi, sosyal ve ekonomik sistemlerinde istikrarsızlıklarına neden olan, düşük seviyede kuvvet ve teknoloji kullanarak etkin olmayı amaçlayan tehdit algılaması” şeklindeki tehdit türü olarak tanımlanmış. Ve devamla da “Daha güçsüz bir ülke veya bir grup tarafından daha güçlü bir ülkenin imkan kabiliyetinden sakınacak şekilde bu ülkenin zayıf taraflarına umulmadık bir şekilde ve örneği olmayan yöntemlerle saldırılması” olarak açıklanmış bu “Asimetrik Tehdit”in ne olduğu.
Doğu Akdeniz bölgesinde, olası bir çözümden sonra oluşacak “Kıbrıs Birleşik Federal Cumhuriyeti”nden daha güçsüz bir devlet halen var olmadığına göre, kurulacak yeni devlete yapılacak “Asimetrik Tehdit”, Kasulides’e göre sadece Kıbrıslı Türklerden gelebilirmiş.
Bu nedenle de öyle bir garanti sistemi olmalıymış ki, Türkiye asla bir daha askeri müdahale de bulunamasınmış ve kendileri de Kıbrıslı Türkleri, aynen III. Makarios’un 1963-1974 yılları arasında yapmaya çalıştığı gibi kolayca sindirebilsinler ve köle yapabilsinlermiş.
İşte İşlevsiz Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sözde Dışişleri Bakanı Yoannis Kasulidis’in söyledikleri ve ima ettikleri aynen bu. Adada hiçbir ordu olmayacak. Sadece çoğunluğu Rumlardan oluşan profesyonel bir ordu bulunacak ve bu ordu da her tür “Asimetrik Tehdidi” yani Kıbrıslı Türkleri bastıracak güçte olacakmış.
Atalarımız boşuna “Umut züğürdün ekmeği, koysan pişmez taş fırına” dememiş ….
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
20 Haziran 2016
24 Nisan 2004 tarihinde Annan Planı Referandumu yapıldıktan ve Rumlardan “Hayır” oyu, Türklerden de “Evet” oyu çıkınca, Avrupa Birliği, İşlevsiz Kıbrıs Cumhuriyeti 1 Mayıs 2004 tarihinde Avrupa Birliğine katılıncaya kadar geçen 7 günlük zaman dilimi içinde AB Konseyi, Yeşil Hat Tüzüğü’nü onayladı. (866/2004 sayılı ve 29 Nisan 2004 tarihli Konsey Tüzüğü). Kişiler ve malların yeşil hat üzerinden hareketlerini düzenleyen Tüzük, her yıl Komisyon tarafından onaylanan ve Konsey’e gönderilen bir rapor hazırlayan, Bölgesel ve Kentsel Politikalar Genel Müdürlüğü Kıbrıs Türk toplumu Görev Gücü tarafından yönetilmekte.
Konsey iki yıl sonra, 27 Şubat 2006 tarihinde, Kıbrıs Türk toplumunun ekonomik kalkınmasını desteklemeyi amaçlayan yasal aracı oluşturan “Mali Yardım” Tüzüğü’nü onayladı. (389/2006 Sayılı Konsey Tüzüğü.) Tahsis edilen mali kaynak 259 milyon Avro değerindeydi. Mali Yardım Tüzüğü de Avrupa Birliği’nin Bölgesel ve Kentsel Politikalar Genel Müdürlüğü, Kıbrıs Türk toplumu Görev Gücü, tarafından yönetiliyor.
İşlevsiz Kıbrıs Cumhuriyeti 1 Mayıs 2004 tarihinde Avrupa Birliğine katıldıktan sonra da bu tüzükleri felç edip, çalışmaz hale getirdi. Ne Mali yardım Tüzüğü, ne de Yeşilhat Tüzüğü istenildiği gibi iş yapamadı. Mali Yardım Tüzüğü ile de 2006-2016 yılları arasına serpiştirilmek üzere KKTC’ye değil ama Kıbrıslı Türklere toplam olarak 259 Milyon Avro yardım yapılmasına karar alındı. Üstelik “AB hibe destek Ofisi” adlı bir de ofis açtılar.
Rumların felik (takoz) koyması nedeni ile aradan geçen 10 yıl içinde bu paradan herhangi bir Kıbrıslı Türk’e veya da KKTC devletine direkt olarak bir tek kuruş verilmedi. Yapılan tüm harcamalar, Avrupa Komisyonu’nun Kıbrıs Rum tarafındaki “AB Kıbrıs Temsilciği” denetiminde iki toplumun faydalanabileceği işlere oldu sadece. Ne “2003 tarihli Katılım Antlaşması’nın 10. no’lu Protokolü’ndeki deyimle İşlevsiz ‘Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti’nin etkili kontrolü dışındaki bölgeler’de ne sadece Kıbrıslı Türklere yönelik bir yatırım yapıldı, ne de herhangi bir Kıbrıs Türk Sivil Toplum Örgütüne, sadece kendisine verilmek üzere, bir hibe yapıldı. Gerçekte Kıbrıs Türk Toplumuna hibe edilecek diye ayrılan 259 milyon paranın yarıdan fazlası AB’nin kendi memurlarının maaşına, yolluklarına, harcırahlarına ve ev ile ofis kiralarına gitti. AB’nin işi bildiğiniz hikaye. Artık AB, kendine bile faydası olamayacak durumda.
İşte bu AB’nin güya “Koordinasyon” Ofisi KKTC’de açılırken hiçbir Allah’ın kulu da çıkıp protesto etmedi. Malum siyasi partiler, sivil toplum örgütleri ve benzer fikirde olanlar ıslıklar, düdükler çalıp, davul zurna ile “Ne işiniz var burada” – “egemenliğimiz elden gidiyor” – “Ne paranı ne memurunu” istemiyoruz gibi laflar da etmedi. Bize on para faydası olmayan bu ofis açıldı ve hala daha görevine devam ediyor.
Kıbrıs Rum tarafı mali dar boğaza girince bu ofisin ağababası olan Avrupa Birliğinin de yer aldığı Troika, Kıbrıs Rum tarafındaki bankalardaki mevduatlardan toplamı 100 bin Avro’dan fazla olanların fazla kısımlarına acımasızca el koydu, emekli yaşını yükseltti, emekli maaşlarında kesinti yaptı, devlet dairelerinde çalışan birçok memuru işten attı, limanları ve bir çok kamu kuruluşunu özelleştirdi ama bizdeki hiçbir malum siyasi parti, sivil toplum örgütü ve yaygaracılar ağızlarını da açıp bir tek kelime etmedi. Bizi adadan silip atmak için soykırım dahil elden gelen herşeyi yapmayı mübah sayan, kahraman ve milliyetçi Rumlar da ağızların açıp “egemenlik elden gitti” yaygaraları kopartmadılar.
TC ile KKTC Arasında Gençlik ve Spor Bakanlığı Yurtdışı Koordinasyon Ofisi’nin Kurulması’na niye karşı çıkıldığını, Torosların berrak ve doğal suyunun niye Kıbrıs Türk halkına layık görülmediğini anlamak gerçekten zor. Her zaman ve her konuda, karşılıksız olarak bize yardım elini uzatan Türkiye’ye karşı duyulan ve yapay olarak yaratılan bu “Türkiyefobi”nin amacı ne, bunu anlamak daha da zor. Ülkemizde korunması gereken bir egemenlik varsa, bunu hile ile ayak oyunları ile AB içinde çevrilen entrikalarla ele geçirmeye çalışan Rumlara karşı korumalıyız….
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
17 Haziran 2016
Bankalardan aldıkları kredileri enflasyon, yüksek faiz, yan ödemeler, birleştirilmiş faiz ve diğer beklenmeyen giderler nedeni ile ödeyemeyen borçluların ve “Faiz Mağdurları”nın sesine kulak vermek gerekiyor.
Bankaların yasalara uygun sermayelerine ilaveten kasalarında bulunan paranın, “vatandaşlarımızın parası olduğu” ve bunların da kredi olarak verilirken çok dikkatli olunması gerektiği zaten bankacılığın temel taşı ve ilk kuralı. Bankalar prensip olarak kendilerine güvenip, yaşam boyu biriktirdikleri kazanımlarını mevduat olarak yatıran kişilerin paralarını ve birikimlerini korumak, kredi olarak pazarlayıp ülke ekonomisine katkı koymak ve tüm bu işleri yaparken de, ayakta kalabilmek, genel giderlerini karşılamak ve personelini ödeyebilmek için de kar etmek zorunda.
Ülkemizde gerek parasını kullandığımız Türkiye’ye, gerekse de bize uzaktan bakan ama topraklarımızı n AB sınırları içinde olduğunu varsayan Avrupa Birliğine göre kredi faizlerinin yüksek olduğu kesin. Neredeyse bazı uygulamalarda iki misline yakın veya da daha fazla.
Tanınmamış bir ülke olmamızın getirdiği sıkıntıların, faizlerin yüksek olmasına neden olduğu da bir başka gerçek. Aslında yüksek olan kredi faizlerinin nedenlerini araştırıp bulmamız ve onları yok etmemiz veya da asgariye indirmemiz gerekiyor.
Örneğin;
– KKTC Merkez Bankasının, bankalara yatırılan mevduatların belli bir kısmını, mevduatları garantiye almak amacı ile “sıfır” faizle bloke etmesi, kredi faizlerinin artmasına neden olmaktadır. Bloke edilen bu paranın sahibine bankalar, anlaşılan dönem sonunda faiz ödedikleri için söz konusu bloke nedeni ile kaybettikleri paranın maliyeti ve faizi, verdikleri kredilerin üzerine ilave etmek zorunda kalmaktalar. Bu nedenle de kredilerin faizleri üzerine yansıyan miktar neredeyse yüzde 2’lere kadar yükselebilmektedir.
– KKTC Kalkınma Bankasının tahvillerinin halen yürürlükte olan yasa uyarınca her sene sonunda KKTC sınırları içinde faaliyet gösteren bankalara satılması, kredi faizlerinin artmasına neden olmakta. KKTC Kalkınma Bankası kurulalı yirmi seneyi geçti. Yıllardır bankalara sattığı tahvillerden elde ettiği gelirden yeteri kadar sermaye oluşturmuş durumdadır. Artık kendi başına ayakta durması, verdiği kredilerden elde ettiği gelirle kendi giderlerini karşılayabilir hale gelmesi ve vatandaşın sırtına bankalarımız tarafından kredi faizi olarak yansıtılan tahvil satışlarının da kaldırılması gerekmektedir. Bu zoraki tahvil satışının, bankalardan borç alan kişilerin kredi faizlerine yansıması yaklaşık yüzde 2 civarındadır.
– Son yıllarda bankalarımız tarafından kredi talebinde bulunanlara zorla yaptırılan “Hayat Sigortası”nın yıllık primleri, kredi faizi içinde görünmese de borçlu kişinin sırtına ödediği kredi faizine ek olarak, her yıl yüzde 6’ya varan bir ödeme yükü daha getirmektedir. Bankalar hem taşınmaz mal ipoteği almaktalar, hem de borçluya günümüzün ekonomik yapısı içinde “fahiş” olarak tanımlanabilecek primlerle “Hayat Sigortası” yapmaktalar. Bir anda ödenen yüksek faizin üzerine bir de “Hayat Sigortası” primi eklenmekte bu uygulama ile. Örnek olarak yüzde 13 faiz ile alınan döviz bazında bir tüketici kredisine yılsonunda, toplam yüzde 19 faiz + sigorta primi ödenmekte. Gerçekte bayağı büyük bir rakama çıkmakta bu döviz borcunun faizi. Neredeyse anaparanın beşte biri kadar faiz ve gider ödenmekte her yıl ve dolayısı ile de borç bir türlü ödenememektedir. Benim değerlendirmeme göre bankalar kendi ayaklarına kurşun sıkmaktalar açıkçası. Bir müddet sonra bu uygulama ile kredi verecek iş insanı ve vatandaş bulamayacaklar.
Faizlerin düşürülmesi, ekonominin canlanması ve yüksek faizlerden borçluların kurtarılması için;
a) Merkez Bankası, bloke ettiği mevduatlara, piyasa değeri üzerinden faiz ödemeli ve bu faiz yükü, kredi alan vatandaşın sırtından kaldırılmalı,
b) İlgili yasa değiştirilmeli ve Kalkınma Bankasının her yıl zoraki olarak gerçekleştirdiği tahvil satışı iptal edilerek, bu işlemin endirekt yarattığı kredi faizi yükü, kredi alan vatandaşın sırtından kaldırılmalı,
c) Taşınmaz malın ipotek alınması ve buna ilaveten Hayat Sigortası yapılması uygulaması iptal edilmeli ve faiz + sigorta primi giderleri aşağıya çekilmelidir. Bankalar bu iki seçenekten sadece bir tanesini uygulayabilmeli iş insanlarına ve vatandaşlara kredi verirken.
Bu uygulamalar sonucunda, kredi faiz ve giderlerinin bugünkü mevcut oranlara kıyasla asgari olarak yüzde 7 azaltılması mümkün olacak, mevduatlar daha çabuk bir şekilde ülkemiz ekonomisine geri döndürülebilecektir.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
15 Haziran 2016