Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kontrolü altında olan adanın kuzey topraklarını, Kıbrıslı Türklerin yönetiminden ve bu topraklarda konuşlanmış Türk Silahlı Kuvvetlerinden arındırmak için, küresel aktörler Annan Planı dönemi olan 2002-2004 yılları arasında müthiş bir faaliyette bulunmuşlardı.
Sadece KKTC’de yaklaşık 57 milyon Euro harcamışlar, yapay siyasi partiler, dernekler ve birlikler kurmuşlar, para dökerek binlerce kişinin katıldığı mitingler düzenlemişler, herkese bir ev-bir araba-bol paralı iş vaatlerinde bulunmuşlar, bazı köşe yazarlarını ve medya kuruluşlarını satın alarak halkın beynini yapılacak referandumda “Evet” oyu kullanmak yönünde yıkamaya çalışmışlardı. Kıbrıslı Türkler 24 Nisan 2004 tarihinde yapılan referandumda “Evet” derlerken, hiç beklenmedik bir şekilde ve küresel aktörlerin hesaplarının içine bile katılmadığı şekilde Kıbrıslı Rumlar “Hayır” demişler ve Kıbrıs adasının Türklerden arındırılması planı akamete uğratılmıştı.
Kıbrıslı Türklerin birçoğunun 2004 yılında nasıl bir oyuna getirildiklerini zaman içinde öğrenebilmek fırsatını bulmalarından dolayı, Akıncı ile Anastasiadis’in sürdürdüğü müzakereler sonucunda yapılacak referandumda ne pahasına olursa olsun “Hayır” diyecekleri için, küresel aktörler bu sefer başka bir stratejinin uygulanması gerektiğine karar verdiler ve hemen uygulamaya koydular.
Bu yeni strateji, müzakereler olumsuz bitse de istenen sonucun elde edilebileceği dahiyane bir plan.
Planın özü “Kıbrıslı Türkleri Türkiye’ye karşı kışkırtmak ve Kıbrıslı Türklerin Türkiye’ye işgalci demelerini sağlamak.” Ancak bu şekilde batı bloku Türkiye’ye “İşte artık seni Kıbrıslı Türkler de istemiyor, askerini Kıbrıs’tan çek” diyebilecek ve Türkiye’ye müthiş bir baskı uygulayabilecek, güya….
Daha birkaç yıl evvelsinden plan uygulamaya kondu ve “Paralel Yapı”nın temelleri atılmaya başlandı. Toplum içinde özenle seçilmiş provokatör toplum mühendisleri, KKTC’de her işlenen suçu Türkiye’den gelerek vatandaş olmuş kişilerin sırtına yüklemeye ve Türkiye ile bu kişilerin suçlanacağı bir ortam yaratmak için elden geleni yapmaya başladılar. Bu yönde bazı köşe yazarları ile medya kuruluşları aynen 2002 yılında olduğu gibi satın alınırken, sosyal medyada da müthiş bir faaliyet başlatıldı.
Yıllar evvel dahiyane bir şekilde tezgahlanarak yaşama geçirilen “Paralel Yapı”, inceden inceye gayet güzel çalışmakta ve KKTC toprakları içinde işlenen suçların tümünü Türkiye’den gelerek ülkemize yerleşmiş kişilerin sırtına mahir bir şekilde yüklenmekte. Sonra da laf oyunları ile sosyal medyada, Türkiye’yi ve Türkiye’den gelen kardeşlerimizi suçlayan hayali, uyduruk gerekçe ve iddialar yaratmaktalar.
Bazı seçilmiş görsel ve yazılı basın kuruluşları ve de onların maşalarının da yardımı ve katkıları ile halkımız bilinçaltında Türkiye’den gelen kardeşlerimize karşı süreğen ve kalıcı bir şekilde kışkırtılmakta. Bu süreç belli ki Kıbrıs adasının kuzeyinde egemen olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin, aynen Ekim 1913 tarihinde kurulan ve Ağustos 1913 tarihinde Batılı ülkelerin Osmanlı Devletine uyguladığı baskılar sonucu lav edilerek Yunanistan’ın hükümranlığı altına giren Batı Trakya Cumhuriyeti örneği gibi KKTC’mizin de lav edilerek ortadan kaldırılmasına ve adanın tümünün Rum egemenliği altına girmesine kadar sürecek.
Girit’in ve Batı Trakya Cumhuriyeti’nin siyasi oyunlarla, düzenbazlıklarla ve bir tek mermi atmadan elimizden alınarak Batılı devletler tarafından Yunanistan’a hediye edilmesinden sonra böylesine bir oyuna tekrar düşeceğimi sanmıyorsam da, aramızdaki “Paralel Yapı” daha şimdiden yanına aldığı ve içine çektiği siyasilerle bu işi götürebileceği inancında.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
15 Nisan 2016
Anavatan Türkiye de “Paralel Yapı” ve “Paralel Devlet” olur da biz de olmaz mı.
Elbette bizde de bir “Paralel Yapı” var.
Kayıtsız şartsız KKTC’nin lav edilmesi, Kıbrıs Rum Yönetiminin altına “Ayrıcalıklı Azınlık” olarak girmemiz ve “Anavatan Türkiye’den kopmamız” için canla başla çalışan bir “Paralel Yapı”mız var bizim de.
Türkiye’mizden gelip topraklarımıza yerleşen kardeşlerimizi de yaşamlarından bezdirmek ve Rumların istediği doğrultuda geri gitmelerini sağlamak için elden geleni ardlarına koymuyorlar. Yüz karası bir uygulama olan “Beyaz Kimlik” rezaleti de bu yapının eserlerinden bir tanesi. Adamızda doğan çocukların doğum belgelerine kıpkırmızı, kocaman boyutlarda “KKTC vatandaşı değildir” diye mühür vurulması uygulaması gibi.
Bu “Paralel Yapı”nın tek bir hedefi var. Türk askerini Kıbrıs’tan çıkarmak, Kıbrıs Türkleri ile Türkiye’nin kardeşlik bağlarını koparmak, KKTC’yi Rumlara teslim etmek, Kıbrıslı Türklerin adada azınlık statüsüne indirgenmesini sağlamak ve adanın tümünün uygun bir politik ortamda Yunanistan’a ilhakı için elden geleni yapmak.
Geçmişte yaşadıklarımızı, uğradığımız soykırımı, kaybettiğimiz yıllarımızı, evlerimizi, köylerimizi, hayvanlarımızı, zahiremizi ve çeşitli mal varlığımızı hatırlamak veya da bilmek istemeyen, kişisel çıkarlarla hareket edip gözlerini bürüyen Türk düşmanlığı ile buna alet olan içimizdeki kendini bilmezler maalesef bu “Paralel Yapı”nın kurucuları. Devletin çeşitli kademelerinde görev yapan, müdür, müsteşar, Bakan, milletvekilliği mevkilerinde bulunmuş, siyasi partilerde, sendikalarda, birliklerde, derneklerde görev yapanlar ile sivil halktan bazı kişiler bölük pörçük bir şekilde bu KKTC ve Türkiye düşmanı “Paralel Yapı”yı oluşturmuş durumda.
Hele aralarında bazıları var, inanılmaz laflar ediyor Rumlarla yapılan görüşmelerde ve ara bölge toplantılarında. Türk değillermiş, Müslüman değillermiş, dinsiz ve ateistmişler. Buna ilaveten Makarios’un yıllar önce Yeşilköy’de gerçekleştirilen bir miting de, adada var olan Kıbrıslı Türklerin hiçbir hak sahibi olmadıklarını vurgulamak için “Biz Helen’iz, Kıbrıslı değiliz, hakiki Kıbrıslılar, sadece Kıbrıs’ın eşekleridir” sözünü unutarak veya da yok sayarak, kendilerini Türk veya Kıbrıslı Türk saymamaları ve sadece Kıbrıslı olduklarını iddia etmeleri.
Üstelik bir de tüm Kıbrıslı Türkler adına konuştuklarını iddia etmekteler bu ayakları yere basmayan hayalperestler. Hepimizin, yani Kıbrıslı Türklerin tümünün Müslüman gözüktüğünü ama camiye gitmediğini, dini vecibelerin hiçbirini yerine getirmediğini ve gerçekte de ateist olduklarını söylemekteler, sanki de biz onlara adımıza konuşmaları için yetki vermişiz gibi.
Ben ve benim gibi düşünen Kıbrıslı Türkler, bu insanlara bizim adımıza konuşmaları için yetki vermiş değiliz. Ancak kendi adlarına konuşabilir bu kendilerini Türk veya da Kıbrıslı Türk addetmeyen kişiler. İster ateist olsunlar ister Budist, isterse de Teist. Bu kendi bilecekleri bir şey ve söyledikleri de düşündükleri de kendilerini bağlar, bizi değil… (Devam edecek)
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
13 Nisan 2016
24 Nisan 2004 tarihinde gerçekleştirilen Annan Planı Referandumu döneminde, Kıbrıslı Rumlar refah düzeyi bakımından bizden çok yukarıdaydılar. Yerel Türkçe tabirimizle “bıyıklarını balta kesmiyordu” ve hepsinin de ağzından “Bizim Rum Kurucu Devletimiz zengin, Türklerin Kurucu Devleti ise fakir. Asla Türklerin maaşlarını ödemeyiz, refahımızı paylaşmayız, onların gelişmeleri için hiçbir şey yapmayız, bir kuruş da vermeyiz” sözleri çıkıyordu her fırsatta…
“Düşmez kalkmaz bir Allah’tır” sözü hiçte boşuna söylenmiş bir deyim değil…
Çok değil aradan 5 yıl geçtikten sonra Kıbrıs Rum Ekonomisi neredeyse bir gecede çöktü. Bizden iyi durumda olanlar, önce bizim seviyemize, sonra da daha da aşağılara indiler. Dünyanın önde gelen kredilendirme şirketleri Kıbrıslı Rum Bankaları, şirketleri ve de Kıbrıs Rum Yönetimini “Çöp” sınıfı düzeyine indirgediler. Bildiğiniz “Çöp”, İngilizcesi ile de “Junk” sınıfına. Daha aşağısı veya da kötüsü yok bu sınıfın.
11 Eylül 2001 tarihinde New York’un neredeyse simgesi olan Ticaret merkezi İkiz Kulelerine yapılan saldırı sonrası ABD’nin başlattığı “Kara Parayı aklamayı durdurma hamlesi” küresel olarak, Kıbrıs Rum Yönetimi düzeyindeki meyvelerini ancak 7 yıl sonra verebildi.
Tassos Papadopulos daha Cumhurbaşkanı iken, Hırvatistan, Bosna ve Kosova’da işlenen savaş suçları nedeniyle yargılanmış olan ve 2006 yılında hücresinde bir sabah ölü bulunan Eski Yugoslavya Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç ile bağlantılı gizli şirketler ile yurtdışına çıkarılan Yogoslavya’nın paraları konusunda bayağı suçlanmıştı. Lahey Uluslararası Ceza Mahkemesi belgelerine göre, Haziran 1995’ten 24 Eylül 1999’a kadar Vantervest, Lamoral, Browncourt ve Vericon isimli bankaların Abridge isimli şirketin Limasol’daki 7073979 numaralı banka hesabına 385 bin Alman Markı naklettikleri ve toplam 18 havale yapıldığı belirlenmişti. Vantervest, Lamoral, Browncourt ve Vericon bankalarının, Papadopulos’un avukatlık bürosu aracılığıyla kaydolan sekiz bankadan dördü olduğu ve Güney Kıbrıs’a toplam 4.3 milyar Dolar havale ettikleri tespit edilmişti.
Dünyanın 193 ülkesinde faaliyet gösteren bankaları arasında belli bir miktarın üzerinde yapılan havale veya da para transferlerini ABD sıkı bir takip altına alınca, ekonomisini ve geçimini kara para aklama üzerine kurmuş olan Kıbrıs Rum bankaları, Lefkoşa borsası, avukatlık büroları, muhasebe büroları ve profesyonelce para aklayan şirketler, bir bir batmaya başladı.
Şirketler battıkça işsizler çoğaldı, ülkeye giren para azaldı, kısa ve uzun vadeli borçlar ödenemez hale geldi. Sanayi, hizmet üretimi ve ihracatı, ülkenin giderlerinin çok altında kalınca da ülke batış sürecine girdi. Dıştan gelen taze para azalıp neredeyse durma noktasına gelince de, iç piyasada dolaşan, günlük hayatı idame ettirmeye yarayan ve perakende satış yapan dükkanlar ile küçük esnafın ayakta durmasını ve geçimi sağlayan para azalmaya başladı. Para azaldıkça da iç ticaret durmaya, dükkanlar da tek tek kapanmaya başladı. Rumların ne pahasına olursa olsun AB’ye el açmaları ve Osmanlı’nın kanını emen Düyunu Umumi’nin benzeri olan Troyka’nın karşısında el pençe durmalarının tek nedeni, ekonomilerinin nefes alıp biraz olsun ayakta durabilmesi. Zaten AB’nin atadığı Troyka’nın şart koştuğu özelleştirme ve traşlama sonrası ülkeye nakit para girmeseydi, Kıbrıs Rum tarafı şimdiye çoktan batmıştı. Uzun Yol’da gördüklerim zaten bu durumu net bir şekilde ispatlamakta.
Bizim içimizde bulunan bazı sivil ve siyasi körlerin bu gerçeği hala daha görememiş olması beni gerçekten çok şaşırtıyor. Yıllarca, üstü gayet maharetli bir şekilde kamufle edilmiş “kara para aklama” suçunu işleyerek “ekmek elden su gölden” yaşayan ve suyu kesilince de batan Rum tarafına bu denli hayranlık duymaları ve Rumların silah zoru ile el koyduğu sahte Kıbrıs Cumhuriyetinde azınlık olmak için KKTC’yi yıkmayı ve kötülemeyi, anavatan Türkiye ile bağımızı koparmak için elden geleni de yapmayı marifet saymaları inanılır gibi değil…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
11 Nisan 2016
Dün eşimle birlikte Kıbrıs Rum kesimine geçtik.
Niyetimiz biraz araştırma yapmak, siyasi havayı koklamaktı.
Lokmacı Barikatından ara bölgeye, oradan da Uzun yola girdik.
Uzun yol beni çok etkiler. En azından bir asırdan fazla bir dönem boyunca Kıbrıs adasının ticaret ve ekonomi dünyasının kalbinin attığı yer olmuştur. Ünlü Rum şirketlerinin merkezleri ve satış yerleri hep bu “Uzun Yol”da ve bitişik sokaklarda yer almıştır. 1821 isyanının hazırlığı da hemen iki arka sokaktaki Fenorameni Kilisesinde yapılmıştı.
Uzun Yol’a adımımı atınca aklıma hep EOKA’nın tetikçisi Nikos Sampson gelir. EOKA’nın adada terör eylemlerine başladığı vakit, Uzun Yol’da alış verişe çıkan masum İngiliz ailelerinin arkalarından sinsice yaklaşır, enselerine kurşun sıkarak öldürürdü. Sonra da hemen koşarak yanına gelen Fenorameno kilisesi kız lisesinde okuyan rahibe kılıklı bir kıza silahını verirdi. Kız silahla olay yerinden uzaklaşıp kaçarken, boynundaki fotoğraf makinesini çıkarır yerde yatanların resmini çektikten sonra ertesi gün sahibi olduğu Mahi gazetesinde olayı hem anlatır hem de resmini basardı.
Uzun Yol’a adımımı atınca bu olaylardan bir tanesini, sanki de göz şahidi olmuşum gibi gözümün önünde canlandırmaya çalışırım hep. “İşte burada yaklaştı, İngiliz kadın ile çocuğunun arkalarından enselerine kurşunu sıktı. Şu köşeden rahibe kılıklı kız öğrenci koşarak geldi, silahı aldı ve kaçtı. Nikos Sampson’da yerde yatanları şöyle çekti” diye.
23 Aralık 1963 gecesi Nikos Sampson emrindeki silahlı EOKA’cılarla masum ve silahsız Türklerin yaşadığı Küçük Kaymaklı bölgesine saldırmış, evleri talan ederek yakıp yıkmış, birçok kardeşimizi de şehit etmişti. Zaferini de eline büyük boyda bir Türk bayrağı alarak arkadaşları ile birlikte adeta bir kahraman pozunda Küçük Kaymaklı sokaklarında çektiği resimle ilan etmişti. Çekilen resimde Nikos Sampson’un yüzünde mağrur, zafer kazanmış muzaffer bir komutan ifadesi vardı.
Çok değil 11 yıl sonra, 20 Temmuz 1974 günü adaya ayak basan Mehmetçiklerin önünde kahramanlığı sökmeyince, ayaklarını kıçına vura vura kaçmayı yeğlemişti sahte kahraman. Silahsız insanların karşısında kendini aslan zanneden Nikos Sampson, Türk askerinin karşısında korkak bir tavşana dönüştü anında.
Uzun Yol’un tenhalığı, dükkanların neredeyse tümünün vitrinlerinde “Sale” yani “İndirim”, buna ilaveten hepsinde “OLA MISI TIMH” yani “HEPSİ YARI FİYATINA” yazması beni çok şaşırttı gerçekten. Sezon indiriminden öte bir durum var Güney’de. Korkunç bir ekonomik sıkıntı içinde oldukları bariz bir şekilde ortada.
24 Nisan 2004 tarihinde gerçekleştirilen Annan Planı Referandumu döneminde, Kıbrıslı Rumlar refah düzeyi bakımından bizden çok yukarıdaydılar. Yerel Türkçe tabirimizle “bıyıklarını balta kesmiyordu” ve hepsinin de ağzından adeta sakız gibi olmuş “Bizim Rum Kurucu Devletimiz zengin, Türklerin Kurucu Devleti ise fakir. Asla Türklerin maaşlarını ödemeyiz, refahımızı paylaşmayız, onların gelişmeleri için hiçbir şey yapmayız, bir kuruş da vermeyiz” sözleri çıkıyordu her fırsatta ağızlarından…
“Düşmez kalkmaz bir Allah’tır” sözü hiçte boşuna söylenmiş bir deyim değil….. (devam edecek)
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
8 Nisan 2016
“Saftorik”, Türkiye’de konuşulan Türkçede yer alan bir kelime değildir. Kıbrıs Türkçesine özgü “Saf insan” manasında, genel kullanımı da “söylenenlerin arkasında bir hinlik olduğunu düşünmeden her söylenene inanan kişi” yönündedir. Başka bir şekil ve manada kullanımı da varsa, ben bilmiyorum.
Bu aralar Kıbrıs konusunda sürdürülen müzakereler ile ilgili söylenenlere ve yapılan açıklamalara kayıtsız şartsız inanan, bununla da kalmayıp neredeyse yaşamları pahasına savunmaya çalışan saftorikler var aramızda.
Sayın Cumhurbaşkanı Akıncı ile Özel Temsilcisi veya da Görüşmecisi Sayın Nami’nin açıklamalarına görüşmelerin çok olumlu devam ettiği, sonuca doğru hızla gidildiği ve yaz sonunda, eylül ayı civarlarında, en geç de 2016 sonuna kadar da çözüm olacak ve müzakereler noktalanacak(mış).
“Mış” diyorum çünkü ben bu açıklamayı “pembe bir hikaye” olarak değerlendiriyorum.
Sayın Cumhurbaşkanı Akıncı çözümde kararlıymış, Sayın Nami de Akıncı’dan iki kere fazla kararlıymış. Bu kararlılık sayesinde Beyarmudu ve Pile’de yıllar önce yediğimiz kazık ve kaybettiğimiz haklarımız hala belleklerde taze bir şekilde durmakta ama kararlılık ise hala devam etmekte, hem de eskisinden daha güçlü olarak. Allah bizi başka kayıplardan ve kazıklardan korusun. Çözüm illaki 2016 yılı bitmeden olacakmış.
Eğer Kıbrıs Türk tarafı olarak, azınlık olmayı kabul edersek, Türkiye’nin garantörlüğünün kaldırılmasını, Türk askerinin geri gitmesini, 1974 sonrası adaya gelip vatandaş olan kişilerin geri dönmesini, KKTC’yi lav etmeyi ve de KKTC’nin şu anda elinde tuttuğu topraklara asgari 160 bin Kıbrıslı Rum’un ve sözde Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşı olmuş Helenlerin veya da sözde Kıbrıs Cumhuriyeti yönetiminin uygun göreceği vatandaş olmuş yabancıların geri dönmesini kabul edersek, elbette o vakit çözüm olur.
BM’nin Kıbrıs müktesebatında yer alan ve Annan Planı Referandumu sonrası yayınlanması Rumların girişimi ile Rusya tarafından veto edilen Genel Sekreter Kofi Annan’ın raporunda yer alan “adada mevcut iki halk arasındaki ilişkinin azınlık çoğunluk ilişkisi olmadığı ve eşit statüdeki iki halkın ilişkisi” olduğu, “kurulacak yeni devletin bakir doğumla ortaya çıkacağı ve adadaki iki halktan ve bu iki halkın oluşturacağı devletlerden neşet edeceği, iki halk ve devlet arasında siyasi eşitlik olacağı ve iki devletin ayrı ayrı kendi hükümranlık bölgelerinin bulunacağı” yer alırken; Dört Rum’a bir Türk orantısı da nerden çıktığını ve Avrupa Birliğinin çoğunluk olmayan gruplarla ilgili prensipleri, özellikle de BM Genel Sekreterinin Kıbrıs Özel Danışmanı Eide tarafından niye dile getirildiğini anlamış değilim.
-Niye 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasa’sının Türklere eşitlik hakkı veren 13 maddesini tek taraflı ve yasalara aykırı olarak değiştirip, binlerce suçsuz Türk’ü 1963-1974 yılları arasında katleden sözde Kıbrıs Cumhuriyeti devam edecekmiş de, bizler de onun kanatları altına, müzakereler bitince “Ayrıcalıklı azınlık olarak” girecekmişiz onu hiç anlamadım.
Binlerce Türk’ü katleden katil Rum Yönetimi yargılanacağına ve tarihten silineceğine, mağdur olan bizler Kıbrıslı Türkler, aynı Rumların boyunduruğu altına mı gireceğiz ve de bunun adı “Çözüm”mü olacak.
Ben “softorik” değilim ve böylesi aşağılayıcı bir çözümü de asla kabul etmiyorum. Rumların yönetimi altında, aynen Batı Trakya’da olduğu gibi hiçbir insani, ekonomik ve siyasi hakka sahip olmayan “Ayrıcalıklı azınlık” olacağıma, anavatan Türkiye’nin kanatları altında, yüz karası bir şekilde batı dünyasının uyguladığı izolasyonlar, ambargolar ve seyahat kısıtlamaları altında ama özgürce, ama kendi toprakları üzerinde egemen olarak başı dik yaşamayı tercih ederim….
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
6 Nisan 2016