Yazılı olmayan anlaşmalar |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
Hristofyas belli ki, hem dış politikada hem de iç politikada köşeye sıkıştı.
Aynen Yahudi Kuyumcu ile ilgili hikâyede anlatılanları yapmaya başladı.
Hikaye, işleri iyi giderken sesi soluğu çıkmayan Yahudi Kuyumcu’nun işler bozulduğunda, yerleri süpürerek zaman içinde yere düşerek oraya buraya saçılan altın tozlarını toplamaya çalışması ve de olmaya ki gözden kaçmış bir alacak olabilir diye de veresiye defterini karıştırması ile ilgili.
Bu hikaye, işler iyi giderken önemsenmeyen konuların, işler kötüleşmeye başlayınca önem kazanmasını vurgulamakta.
Güneyden gelen bilgiler, Kıbrıs Rum Cumhurbaşkanı Hristofyas’ın, yaklaşan Temsilciler Meclisi seçimleri nedeni ile yavaş yavaş köşe sıkışmaya başladığı şeklinde.
Yürüttüğü dış politika ve müzakerelerdeki performansı, AKEL dışındaki Rum siyasi partileri uzun bir müddettir huzursuz etmeye başlamıştı.
26 Ocak tarihinde İsviçre’nin Cenevre kentinde BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un ve ekibinin katılımı ile Eroğlu ile Hristofyas arasında yapılan görüşmenin üzerinden üç hafta geçmesine karşın, Hristofyas’ın söz konusu üçlü görüşme konusunda KS EDEK, EVRO.KO ile Rum Çevreciler ve Ekologlar Hareketi’ne bilgi vermemesi Rum Siyasilerin akıllarında, büyük bir soru işareti oluşturmuş durumda.
Görünen o ki, AKEL bu seçimlerden daha evvelki seçimlerde olduğu gibi birinci parti konumunda çıkamayacak.
Daha şimdiden ezeli rakibi DISY iki Milletvekili önde gözüküyor.
Aralarındaki ezeli rekabet 19-17 DISY’nin lehinde gözükmekte.
Zaman içinde, seçim günü yaklaştıkça fark daha da belirginleşeceğinden Hristofyas, siyaseten kötüye giden bu gidişatı durdurabilmek için şimdiden tedbir almak ve oy getirici yönde icraat yapmak zorunda hissediyor kendini.
Rum Ekonomisinin 2010 yılına kıyasla daha da kötüye doğru gitmesi nedeni ile ekonomik olarak mucizeler yaratamayacağından, elinde tek seçenek olarak müzakerelerde fanatik Rumların duymak istediklerini söylemek ve görmek istedikleri davranışlarda da bulunmak kaldı.
Bundan başka da bir çaresi yok.
Dün Cumhurbaşkanları arasında yapılan görüşmede, Hristofyas’ın Kıbrıs sorununa çözüm bulunması maksadıyla yürütülen doğrudan müzakereler çerçevesinde Türk tarafının, müzakere zemini konusunu netleştirmesine ve II. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’la varılan anlaşmaların kabul edildiğinin teyit edilmesine değinmesi, aynen yukarda bahsettiğim Yahudi Kuyumcu hikayesine benziyor.
Hristofyas, belli ki, müzakereleri bir kenara itmiş, nereden ne çıkarırımın peşine düşmüş.
Aynen Yahudi Kuyumcu’nun yere düşen veya duvarı kaplayan tozların arasında altın tozu aramasına benziyor bu davranışı.
Hristofyas’ın bu talebi gerçekte, ilk defa yapılmış değil.
Daha evvel de böylesi bir talepte bulunmuştu ve kendisine verilen yanıt, II. Cumhurbaşkanı ile yaptığı baş başa ikili görüşmelerde kendi aralarında mutabakata vardıkları sözlü anlaşmalara saygı duyulmakla birlikte, yazılı olmamaları nedeni ile hiçbir hukuki bağlayıcılıkları bulunmadığı gerekçesi ile kabul edilemeyecekleri şeklindeydi.
Dün de kendisine verilen diplomatik yanıt aynen bu içerikte oldu.
İşler madem veresiye defterinden ve de verilen sözlerden, yapılan anlaşmalardan açıldı, BM Genel Sekreteri’nin 22 Kasım, 24 Kasım ve 3 Aralık 1967 (S/8248/Adds. 3, 5 ve 6) ricası üzerine Yunanistan ile Türkiye arasında yapılan Anlaşmaya göre, 15 Kasım 1967 tarihinde Geçitkale ve Boğaziçi köylerine saldıran General Grivas komutasında RMMO birliklerinin, taşınmaz mallara verdikleri ziyan ile acımasızca katlettikleri insanlarımızın ailelerinin tazmin edilmesi anlaşması halen yerine getirilmiş değil.
Üstelik bu anlaşma hem yazılı hem de BM kayıtlarına geçmiş ama, hala daha yerine getirilmemiş ve mağdurlara da bir tek kuruş ödenmemiş.
İşlerine gelmeyince yazılı anlaşmalara bile uymayan Rumlar, nasıl olur da baş başa yapılmış sözlü görüşmelerdeki kişisel mutabakatlara sadık kalınması ister, ben pek anlamış değilim.