Yeni Başpiskopos’un idealleri |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
AB içindeki tek laik olmayan devlet herhalde Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetidir. Kim aksini söylerse yanıldığını hemen peşinen söyleyebilirim.
Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Yönetiminde başta kim varsa, önemli kararlarda illaki Başpiskoposun olurunu almak zorunda.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk ve son Cumhurbaşkanı ve Rum Ortodoks Kilisesi eski Başpiskoposu III.cü Makarios “Etnarh” yani hem dini hem de siyasi lider olması nedeni ile böyle bir sorunu olmamıştı ve aklına ne esmişse de onu yapmıştı.
Bu nedenle de Kıbrıs, 16 Ağustos 1960’da Cumhuriyetin ilanı ile akılcı ellere teslim edilmiş olsaydı asla 21 Aralık 1963’deki olaylar yaşanmaz ve belki de ada daha o günden ikiye bölünmez, adadaki iki halk birbirine hasım olmaz ve onlarca yıl sürecek Kıbrıs sorunu diye bir konu dünyadaki yerini almazdı.
Ama III.cü Makarios’un şövenist, Rum megalomanisini inkar etmeyen, kısa vadeli ve aptalca düşünceleri nedeni ile ada daha 20.ci yüzyılın ortalarında ikiye bölündü ve sorunların içine gömüldü. Biteceği de yok artık.
III.cü Makarios, Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş ile 1977 yılında imzaladığı 1.ci doruk anlaşmasında, adada iki halkın varlığını, iki bölgeliliği ve iki kesimliliği kabul edip, Federal bir Devlet kurulması kararının altına imza atarak, Enosis kapılarını kendi eli ile kapatması nedeni ile içine düştüğü bunalım ve kahra dayanamayıp 1979 yılında öldükten sonra “Etnarh”lık da onunla birlikte tarihe gömüldü.
Uzun bir müddet, yaklaşık 27 sene, adanın güneyinde boş olan Başpiskoposluk görevine hiç kimse seçilmedi. İşler vekaleten yürütüldü ama Başpiskopos vekili de elini hiç siyasetten çekmedi.
2004 yılındaki Annan Planı görüşmeleri ve Referandum döneminde, birkaç gün evvel Başpiskopos seçilen ve o dönemde de Başpiskopos vekili olan II. Hrisostomos’un yapılacak referandum da “Hayır Oyu” verilmesi doğrultusundaki söylemlerini, politikacılara yaptığı çağrıları ve Mega TV tarafından direk yayını yapılan Pazar günkü ayinlerde Rum halkına verdiği “Hayır” vaazlarını unutmak mümkün değil.
Zaten %28 oya sahip dünyadaki yegane Komünist partisi olan AKEL’in Genel Sekreteri Hristofyas’ın 22 Nisan 2004 Cuma gününe kadar “Evet” doğrultusunda olan görüşlerinin aynı gün Hrisostomos ile yaptığı görüşmeden sonra “Hayır”a dönmesi ve arkasından sağcı DIKO partisinin başkanı olan Cumhurbaşkanı Papadopulos’a ve aşırı sağcılara destek vererek referandumun kaderini “Hayır” yönünde belirlemesi, Kilisenin politikada ne kadar etkili olduğunu göstermektedir.
Şimdi de çiçeği burnunda yeni Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu olan II.ci Hrisostomos verdiği demeçte Rum Ortodoks Kilisesi’nin sosyal anlamda karşı karşıya bulunduğu en büyük sorunun, “millî dava” olduğunu ve adadaki Türk askerinden çok rahatsız olduğunu vurgulayarak, Rum halkının asırlarca kiliselerde beyinlerini yıkayarak oluşturdukları ve geleneksel hale getirdikleri kin ve nefret duygularını pekiştirmek yolunu seçti.
Türk askerinin adadaki varlığının, Türkleri katletmek için kilisenin de katkısı ile daha 1961 yılında hazırlanmış AKRİTAS planı olduğunu çabucak unutan II.ci Hrisostomos, Türk askerinin varlığını yasa dışı işgal olarak tanımlıyor ve “yerleşik” diye tanımladığı, zamanında Rum mezaliminden ve Türklere uyguladıkları korkunç ekonomik ambargodan dolayı adayı terk etmiş ve geri dönmüş Kıbrıs’lı Türkler ile Türkiye’den gelmiş kardeşlerimiz geri gitmesini istiyor.
Tabi 1964 yılında Türkleri tümden katletmek için adaya getirdikleri 20,000 kişilik Yunan Tümeni ise onlar için “Yasa dışı” işgal gücü değil. İşgal sadece Türklere mahsus.
Ve II.ci Hrisostomos’un son cümlesi ise tam ibret alınacak bir cümle; “VATANI KURTARMA MÜCADELESİ HAKKIM VE GÖREVİMDİR”.
Rum Ortodoks Kilisesi üyelerine barış ve insan sevgisi aşılaması gereken yeni Başpiskopos II.ci Hrisostomos, bunun yerine açıkça kin ve nefret aşılıyor. Yüzyıllardır bu hiç değişmedi ve herhalde değişmeyecek de.